Sanat bir milletin mihenk taşıdır, tarihin her döneminde hiçbir kültür ya da toplum sanatsız gelişmemiştir. Çocukluk dönemlerinden itibaren güzel sanatlara ilgi duyan, fikir, ruh dünyasını sanatla yoğuran, hayatını  sanatla şekillendiren, 1989 senesinde restorasyonu tamamlanan Sultanahmet’teki Caferağa Medresesi’nde on yıl müdürlük yapan Kıymetli Muin Nursen Eriş beyefendi ile yaptığımız sanatsal söyleşimizi siz değerli okurlarımızın ilgilerine sunuyoruz: 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.44.54 Dc0C1Dcf

Efendim hat sanatına nasıl gönül verdiniz? 
Bismillah her hayrın başıdır, biz dahi onunla başlarız. Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senâ, O’nun Resûl’una salât-ü ve selâm olsun. Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m) zamanından itibaren itina ile işlenerek günümüze kadar devam eden ve inşaallah devam edecek olan hat sanatına, Rahmetli babamın hediye etme lûtfunda bulunduğu bir gubari-celi ta’lik levhayla gönül verdim. 1955- 56 senelerinde İstanbul’da mezat o zamanlar Nuriosmaniye Camii’nin alt tarafındaki mezatta olurdu. Oradan bir muhterem zat zaman zaman levhalar zaman zaman Kuran-ı Kerim’leri babama getirirdi. Babam da dört tane levha almıştı. Levhalardan bir  tanesini bana hediye etti,  diğerlerini de kardeşlerime hediye etti. O levhanın benim üzerimde çok büyük bir tesiri oldu. O levhayı hediye ettikten hemen bir hafta sonra Sahaflar’ın o tarafta bit pazarı vardı. O bit pazarına gidip ben hat kartpostalı toplamaya başladım. O günkü şartlarda 3 lira 5 lira her ne ise harçlıklarımı kartpostala yatırmaya başladım. Kartpostalı aldıktan sonra da evde gelip üzerinde çalışmaya başladım. Hatta bir gün kuyumculukta kullanılan havyalar vardır. Bir tahta üzerine o hayvalarla bir hat meşk ettim. Getirdim babam rahmetliye gösterdim. Çok heyecanlandı, çok hoşuna gitti, onun o heyecanı bende ilgiyi artırdı. Yaşım 15 16… Garip bir şeydir o zaman o yaştaki çocuklar gibi sokak oyunu bilmem, hayatımda bisiklete binmemişimdir, birdir bir oyunu bilmem. Benim düşünce dünyam, ruh dünyam sanatla alâkalı. Babamın kuyumculuğu, kuyumculuğunun getirmiş olduğu sanatla alâkalı olan çizimler hep burada yoğunlaşmış, Güzel Sanatlar’a karşı aşırı bir ilgi, o yaşlarda çok iyi resim yapardım. Resimden hat sanatına geçişim de bu aşağı yukarı. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.45.49 A4917F04

Hattat Hamid Aytaç ile tanışma öykünüzü bizimle paylaşır mısınız? 
Bir gün Hamid Bey’in ismini işittim. Hamid Bey’e gitmek için babamdan izin istedim. Meğerse dükkânda Hamid Bey’in yazısı varmış, besmele var ben bunun farkında değilim. Babam gösterdi güldü, “Git benden de selam söyle” dedi. Tanışıyorlarmış. Ben Hamid Bey’in Mahmutpaşa’da Sirkeci’ye inen yol üzerindeki  handaki yazahanesine uğradım. Kapıdan içeri girdim, biraz da destursuz girdim herhalde, o gençlik heyecanı da var. Mizacım da pek öyle sakin bir tabiat da değil, halen öyleyim. İçeri girdim selam verdim direk pat diye “Ben hat öğrenmek istiyorum” dedim. Hamid Bey biraz şaşkın ama hoşuna da gider bir hâl içerisinde, “Gel yanıma” dedi gittim. “Şu boyda bir defter al kareli olsun” dedi. Daha lafı bitmedi ben fırladım dışarı. Bu da kendisinin rahmetlinin dikkatini çekmiş herhalde, böyle acayip bir talebe. Çünkü pat diye giriyor, pat diye dışarı fırlıyor filan. Ben en yakın kırtasiyeciden defteri kaptım geldim. Rahmetli kamış yontmaya başlamış, bana hazırlıyor. Nasıl bir intiba bıraktımsa üzerinde hiç tereddüt filan da yapmadı. “Otur” dedi şöyle. Kamışı açtı, bir cam şişenin içerisine rikayı koydu, mürekkebi koydu, defteri aldı eline “Nasrun minallâhi ve fethun karîb” yazdı. Ben tabi hiçbir şey bilmiyorum, sadece yazıyı görüyorum, noktalamalarını koydu. “Kırk sayfa yazacaksın” dedi. Ben biraz şaşkın hemen kafadan bir hesap yaptım, bir satırda kırk tane olsa 1600 defa yazmam lazım, “Hocam 1600 defa yazmam lazım” dedim. İtirazvari bir heyecanla konuştum ama. Gel yanıma dedi, gittim, eğil dedi, kulağımı şöyle bir tuttu, “Senin hakkından ancak bu gelir” dedi. Bana artık o saatten sonra diyecek laf düşmez, “Al bakayım bunları git meşk et de öyle gel” dedi. Benim hatla tam ülfetim o. 1957-58 de Rahmetli Hattat Hamid Aytaç’la hatt meşkine başlamış olmama rağmen elimde olmayan sebeplerden devamını getirip hattat olamadım. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.45.27 7C32Dc18

Sonraki süreçte neler yaşadınız? 

Aradan epey zaman geçti. 1960 ihtilali gibi musibetler sadece Türkiye’nin başına gelmedi, benim de başıma gelmiş oldu. Çünkü ben artık Hamid Bey’e gidip gelemez oldum. Askerlik geldi çattı. Yedek subay öğretmen olarak Kayseri Hacılar’da askerlik vazifemi tamamladım. Hayat gaylesi o süreçten sonra Hamid Bey ile olan münasebetimiz kesildi. Ama benim hiç sanatla ilişkim kesilmedi. Evde resim yapmaya başlamıştım. Arada sırada meşkler yapıyordum kendi kendime. Ağabeyimin nişanı sırasında ne hediye yapabilirim diye düşündüm. Yarım metre boyunda bir ahşap vazo yaptırdım. Elim fırça da tuttuğu için yağlı boya, o ahşap vazoyu dört gün içerisinde tezyinatını ve hat yazılarını yazmakla beraber üst tarafta besmele, bir tarafta “Muhammed” bir tarafta “Maşaallah” olmak üzere bir vazo oldu. Ve ben nişan günü onu ağabeyime hediye ettim. Makbule geçmiştir herhalde, bilmiyorum. Kız kardeşim yetişiyordu. Kız kardeşime sanatı aşılama gayretim arasına babamın vefatı girdi. Benim sanatla belirli bir süre ilişkim koptu. 

Sanatla belirli bir süre kopuşun arka planında evde, aile içinde neler yaşadınız, sanatın çocuklarınız üzerinde tesiri hakkında neler söylemek istersiniz? 

Sanatla ilişkim belirli bir süre koptu ama, takip ediyordum, zaman zaman sahaflara çıkıyordum, bir takım gazetelerin verdiği yazıları, kitapları topluyordum. İlk defa Kalem Güzeli’ne rast gelmiştim. Onu aldım. Benim ilk nazari eğitimimi yani fikri eğitimimi Kalem Güzeli’nden aldım. Bu arada tezhip sanatına merakım, resme merakım devam etti.  Evde içime dönük çalışmalarım devam etti. Bilhassa kızımın yetişmesi bakımından, onu  iyi bir müzeyyip olarak yetiştirdik çok şükür. İyi bir müzeyyip olarak yetişirken iyi bir ressam da oldu, iyi bir ressam olurken iyi bir stilist oldu. Birkaç meziyeti bir arada toplayarak hamd olsun yetişti. Oğlumun büyümesi ile de o da iyi bir grafik sanatkârı oldu çok şükür. Yani aile hamd olsun bir sanatın komplikasyonu içerisinde ruhen imtizaç ederek büyüyorlar, büyüyoruz , kendimizi geliştiriyoruz. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.45.13 44Ec3F89

Ve sanatla vuslat, Caferağa Medresesi süreciniz başlıyor. Neler paylaşmak istersiniz? 

Kaderi ilahi bizi 1989-98 yılları arasında Caferağa Medresesi’ne müdür yaptı. Cenab-ı Hak’ın sevki ile oldu, ben yapmadım. Hayatımın en güzel on senesini ben orada geçirdim. Çünkü tamamen sanatın içindeyim. Caferağa Medresesi’nin benim üzerimde çok büyük tesiri oldu. Bu tesirin iki büyük yönü var. Birincisi insan yetiştirme gayretimi artırdı yani hevesim arttı. Ben şimdi kendimi bırakıp, gelen talebeler niçin geliyor? Çünkü, bizim orada biz bir düğüm çözdük. Caferağa Medrese’si aslında çok büyük bir hizmet yaptı. Topkapı Sarayı’nda hat eğitimi de vardı, tezhib eğitimi de vardı, minyatür eğitimi de vardı ama Topkapı Sarayı dar çerçevenin içerisinde kalmıştı. Yani belirli kesim gidiyor, halka yayılmamış halk bilmiyor. Biz Caferağa Medresesi’nde halkın eğitimini başlattık. Bu da benim kafamda tasarladığım birilerine bir şeyler verebilmenin lezzetini meydana getirdi. Bunu samimi olarak söylüyorum, ben çok lezzet aldım. Diyorum ya hayatımın on senesi mükemmeldi.

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.44.42 Fcec142E

Caferağa’da yöneticiliğiniz süresince insanların sanat bilinci hakkındaki izlenimlerinizi paylaşır mısınız? 

Ülkemizin insanı sanatını tanımıyordu. Ülkemizin insanını bırakın dış dünya Batı dünyası da bizdeki bu sanatı tanımıyordu. Caferağa’nın burada iki büyük hizmeti oldu. Birincisi; benim hedef kitlem kadınlardı. Mesele şuradan başlıyor. Hz. Peygamber (a.s.m.) kadınlarımızın eğitimi noktasında vermiş olduğu direktif var ya, şimdi kadın eğer sanata alaka duymazsa çocuğunu sanata alaka duyması mümkün değil. Kadın sanata alaka duyarsa çocuk ister istemez sanatla içli dışlı olacaktır.  O sanat eğitimi kocaya yansıyacaktır. Ne kadar höt olursa olsun, yansıyacak ister istemez. Hislerin yumuşamasıdır sanat. Çünkü, biz neye bakıyoruz, aklı selim diyoruz, kalbi selim diyoruz ve ruhi selim diyoruz. Ve aileyi kurtarmış oluyoruz. Akıl Kuran ile haşır neşir olunca kalbe hitap ediyor. Kalp zevki ortaya çıkartıyor yani kalbi selim sahibi olan bir insanın zevki selim olmaması mümkün değildir. 

Caferağa Medresesi’nin o yıllarda misyonu neydi, sizin yönetici olarak katkılarınızdan bahseder misiniz? 

Caferağa’nın hadisesi, iki noktaya hitap ediyor. Birincisi kadınlarımız. Kadınlarımızın eğer sanatla olan münasebetini ne kadar arttırırsak biz hedefimize ve sosyal hayata o kadar hitap edebiliriz. Orada bakın çok enteresan bir şey var, benim yaptığım ikinci bir hadise vardır ve belini kırdığımız bir hadise vardır. Ben mesela hat sanatı ile tezhib saatı ile diğer sanatları bağdaştıracak unsurlar da buldum Caferağa’da. Kumaş boyama sanatı o ana kadar çok yaygın değildi. Kumaş boyama sanatını ben getirdim oraya entegre ettim, diğer sanatlarla birleştirdik. Çünkü, kumaş boyama sanatında çalışan hanım ya da kurs hocası biri benim kız kardeşimdi orada hocalık yaptı. Tezhib dersleri alarak yetişmişti. Tezhib dersleri alırken porselen  süsleme de yani Yıldız Sarayı’ndaki tezyinatla alakalıdır, camideki kalem sanatı da tezyinatla alakalıdır. Bakın ne kadar birbiri ile bağdaşıyor. Şimdi bir sanatla ilişkisini kurduğunuz vakit bir hanımın porselen sanatkârı yetiştiriyorsanız tezhibi öğretiyorsunuz. Ama tezhibin biraz kalın kontorlüsünü öğreniyor. İstek varsa o zaten tezhibe kayıyor. Kumaşda da aynı şeyi hissediyorsunuz, bunu çeşitlendiriyorsunuz. Hat, tezhib hatta ebrunun bu kadar yaygınlaşmasının tek mirengi noktası Caferağa Medresesi’dir. Ebru Caferağa’dan sonra yaygınlaştı. Orada da benim iki şey hep dikkatimi çekmiştir. Biz ebruyu tamamen klasik ebru, Türk ebrusu dediğimiz ebru sanatı üzerinden temelleştirdik. Bu sanatın temeli toprak boyadır. Bugün dejenere oldu başka. Günümüzde toprak boya kullanan sanatkârımız bir iki üç kişi ya çıkar ya çıkmaz. Bu bana göre bozulmadır. Evet yeni renkleri yeni boyaları tatbik etmek olabilir ama özünü muhafaza etmek şartıyla. Yine üzülerek temaşa ettiğim bir şey var. Bugün ebru sanatkârıyım diye ortaya çıkan arkadaşlarımız, ebrudaki temel sanat dallarını bilmez. Çünkü, öğreten hoca yok. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.44.42 Ff1560E1

Ebru sanatını biraz açar mısınız, iyi bir ebrucuda olması gereken yetkinlikler nelerdir? 

İyi bir ebru sanatkârının evvela, klasik manada fırça bağlamasını bilmesi lazım, at kılından yapacak, fırça bağlamasını bilecek. İki, kullandığı aletleri bilecek, ne kullanıyorsa ne kullanması icap ediyorsa, tarak kullanması gerekiyorsa o tarağı yapmasını bilecek. Bunları bildikten sonra toprağı tanıyacak. Hangi topraktan hangi renk elde edilir bunu bilecek. Renk bilgisi bilecek, renk kültürü olacak. Renkler arasındaki bağlantıları kurmayı bilecek. Hangi renkten hangi renk çıkar, hangi renkle kahce karışırsa hangi renk elde edilir gibi. Yani bir ressamın bildiği bilgiyi bilecek. Bir ebrucu olmak isteyen insanını bence bunları bilmesi şart. Battal ebrudan başlayacak işe, battal ebrudan sonra taraklı ebruyu bilecek, gelgit ebrusunu bilecek, çatlak ebruyu bilecek. Ondan sonra geçecek çiçekli yapımına. Biz en az on hoca yetiştirdik Caferağa’da bu yetişen hocaların hepsi tepeden tırnağa en az iki sene talim gördüler, bazı üç sene hatta bazıları yetişmiş olduğu halde devam ettiler. Her derse mutlaka girerdim. Hem hocayı takip ederdim, hem talebeyi. Hocanın nasıl ders verdiğine bakardım. Hangi talebe nasıl bir kabiliyet gösteriyor ona bakardım. Akşam üzeri  giderdim kurumaya bırakılan ebrular içerisinde kaliteli ebruları toplardım. Maksadım talebelerin gelişimini görmek için hocaları ile istişare edip, takip etmekti. Bunların içinde hoca yaptığım insanlar var. Hat dersinde de aynı şeyi yaptık. Hocalarda alışmıştı benim dersleri takip etmeme.  Allah hepsinden razı olsun çok kaliteli hocalarım vardı. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 13.46.54 1Adae2F4

O dönemde kaç branş vardı? 

Yaklaşık 18 branş ve talebe sayımız 500 bazen 600 civarı idi. 
Süheyl Ünver’den bahsedelim mi? 
Ah Süheyl Hoca benim hayatımda yaptığım en büyük hatadır. Bir kere mükemmel bir Osmanlı, her şeyi ile mükemmel bir Osmanlı. Müthiş bir kültür sahibi, ressam desen ressam, münyatürcü desen minyatürcü, müzeyyip desen müzeyyip, ebrucu desen ebruya hâkim dört dörtlük bir sanatkâr ve tıp profesörü. Türkiye’de sanat köprümüz yani Cumhuriyet’te sanatın beline yediği o imha darbesini günümüze taşıyan köprülerden bir tanesi. Öbürü Hamid Bey, öbürü rahmetli Mustafa Esat Düzgünman bu üç tane büyük köprü. Bunlar bizim sanatlarımızın bugün ayakta durmasını sağlayan üç büyük sac ayağı. Hakları inkâr edilemez Allah gani gani rahmet eylesin. Bugün biz ebru sanatından, hattan konuşuyorsak, tezhibden konuşuyorsak, bu muhterem insanların gayretleri, yüzü suyu hürmetinedir. Rahmetli Süheyl Hoca’yı bir kere gördüm, kendisinden ders almadım. Benim gençlik dönemimde çok güzide hocalar vardı, fakat bilmiyorduk. O dönemde internet yok, televizyon yok, tevafük duymanız, bulmanız gerekiyor. Ben çok insanı kaçırdığıma esef ediyorum. Benim yetiştiğim dönemde Türkiye’de çok eli öpülesi insan vardı ben bilmiyordum. Caferağa’da kimse kalmamıştı etrafımızda ancak onların yetiştirdiği hocalardan ders aldık. 

Whatsapp Görsel 2024 05 09 Saat 17.24.39 E3387917

Hüsn-ü Hat sanatının tarihinde zirve yaptığı kültür hangisidir? 

Kesinlikle Osmanlı Devleti, hat sanatının zirvesinde . En büyük üstatlar yetişmiştir.  

Klasik sanatların topluma tesirini nasıl değerlendirirsiniz? 

Eğer biz sanatlarımızı ilkokula indirirsek Türkiye’nin geleceği kurtulur. Biraz önce söylediğim üçlü selim de kurtulur. Yani aklı selim, kalbi selim, zevki selim. Eğer biz çocuğa aklını en güzel şekilde kullanmayı öğretirsek, onun kalbindeki o güzel duyguları geliştirirsek müthiş bir zevk sahibi olacaktır. Bir Itri yetişecektir, bir Dede Efendi yetişecektir, Tamburi Cemil Efendi yetişecektir. Bırak onu bir Sultan Selim yetişecektir belki. Padişahlarımızın divanları var, musiki icraları var, besteleri var,  büyük bir kısmı hattat, büyük bir kısmı musikişinas, o kadar incelikli. Eserlerini dinlediğim vakit  insanın o ruhi yapısındaki gelişmedeki  geldiği mükemmelliği  görüyorsunuz. 

Klasik sanatlara yeni başlayacak olanlara tavsiyeleriniz nelerdir? 

Birincisi hangi sanata girerse girsin kendisini bir kontrol etmesi lazım. Sanatımız zahiri görünüşte bir sabır işidir. Dış görünüşte sabır işidir. Ama ciddiyette de sabır işidir. Eğer bir talebe hocasına katlanamayacaksa, benim yaptığım hatayı yapacaksa benim Süheyl Bey’i terk edişim odur. Tahammül edemeyecekse hiç zahmet edip boşu boşuna yer kaplamasın. Bugün hukuk talebesinin yaptığı gibi hukukçu olmayacaksan niye giriyorsun kardeşim, bırak yapacak olan girsin. Sanatta da bu sanat sabır işidir. Sabır işinin yanında gerçekten istek ve çalışma. Paniğe de kapılmayacak. Yapamadım diye tereddüte düştüğü vakit işte o sabırla istek devreye girmek mecburiyetinde. Yeteneksiz diye bir insanı kabul etmiyorum, yeter ki istesin. Yapamam endişesi insanın kendi kendine telkinidir. Bir sanatkâr olmak için çekirdekten çocuğa aşılanması da lazımdır. Bunun da birincisi annedir. Anne kendisini eğitirse hem çocuğunu hem babayı eğitir. Bugün vahşet içerisinde bir takım hadiselerle karşı karşıyayız. Baba kadını dövüyor, döver. Afedersiniz kütük gibi adam yetiştirirsen döver, o adama kadındaki inceliği anlayacak eğitimi vermemişsin ki. El kaldırdığın vakit vahşete girer. Ruhun dengesi bozuldu. Manevi hayatı insanın elinden alırsanız hiçbir şeyi kurtaramazsınız. Manevi hayatı maddileştirmişiz. Biraz haddimizi bilelim. Bu kadar maddeleşen bir dünyanın içinde bir şeyleri düzeltmek mümkün, öze dönmek ilkokulda başlayacak. 

Muin N. Eriş’e ait bilgiler: 

Muin Nursen Eriş, 1940’ta Gaziantep’te doğdu. Ailesi 1947 yılında İstanbul’a yerleşti. İlk, orta ve lise tahsillerini İstanbul’da tamamladı. Hattat Hamid Aytaç’ın Cağaloğlu’ndaki  ve Prof. Dr. Süheyl Ünver’in İstanbul Üniversitesi Merkez binasındaki tezhib atölyelerine devam etti. Babasının vefatı ile askerlik sonrası ticari hayata atılmak mecburiyetinde kaldı. Sanata bir süre ara verdi. 
Haftalık çıkan İttihad Gazetesi’nde yazı işleri müdürü ve günlük Babıali’de Sabah Gazetesi’nde istihbarat şef yardımcısı olarak çalıştı. 1989 yılında restorasyonu tamamlanan Sultanahmet’teki Caferağa Medresesi’nde Külaş A.Ş. Genel Müdürü olarak görev yaptı. İlk organize kültür ve sanat merkezini ve 1997’de Bakırköy Caferağa Sanat Merkezi’ni kurdu. Başta Ebru olmak üzere, hat, tezhib, minyatür, Osmanlı Türkçesi, Ney, ud, gibi otuzun üzerinde sanat faaliyetiyle bugün atölye sahibi olan onlarca sanatkârın yetişmesine vesile oldu. 
Eserleri: 
Mustafa Esat Düzgünman ve Ebru
Hat Sanatımızda Bir Vazifeli: Hattat Hamid Aytaç
Nun ve Kalem Dünden Bugüne Hüsn-ü Hat San’atı