Valentin kavramı da zaman içerisinde sevgili anlamında kullanılmaya başlanmış. Oysa Valentin adlı Hristiyan rahibinin öyküsü, Avrupa’nın geçmişine dair ibretlik bir olayı işaret eder.
Kapitalizm, dinsel temalar taşıyan kavramları dahi, zaman içerisinde üretim-tüketim ilişkilerinin çarklarında harcamaya asla çekinmiyor. 14 şubat ve tarihsel temelleri unutturulup, kuzey yarım kürede hüküm süren kış mevsimindeki bir günü alışveriş etkinliğine zemin yapmayı başarmışlar.
Aziz Valentin, dağdaki bir manastırda gözlerden uzak, dua ederek hayatını geçiren rahiplerden birisidir. Hz. İsa’dan yaklaşık iki yüz altmış yıl kadar sonra yaşadığı söyleniyor. O dönemde sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) dünyaya henüz teşrif etmemişti. Başka bir deyişle, henüz Hristiyanlığın hak din olduğu tarihlerden bahsediyoruz. O yıllarda Avrupa topraklarının büyük kısmında derebeylikler hüküm sürüyordu. Derebeyleri dinsel mekanlara ve ibadet edenlere karışmamakla birlikte, dinin hiçbir kuralına uymayan, eline geçirdiği toprak parçasında yaşayan insanları köle olarak çalıştıran acımasız tiranlardı. Kendisine yakın kişilerden oluşturdukları askeri birlikleriyle, köylüler üzerinde tahakküm kurarak, ürettikleri herşeye el koyan, insanlara değer vermeden köle hayatı yaşatan bir feodal düzenden bahsediyoruz. Öylesine büyük kötülükler yaşanıyordu ki, insanlar boğaz tokluğuna çalışıyor, hiçbir hakları olmadan, yoksulluk ve pislik içerisinde yaşamaya mahkum ediliyorlardı. Derebeyinin hüküm sürdüğü arazide yaşayan bütün insanlar, tıpkı tarımsal alanda yetiştirilen hayvanlar gibi, derebeyinin malı sayılıyordu.
Böylesi bir ortamda, derebeyleri mal olarak gördükleri insanların namusuna bile karışıyorlar, aileyi ve evliliği sadece nüfusun çoğalarak yeni köleler kazanma aracı olarak görüyorlardı. Bu bozuk anlayışın uzantısı olarak, yeni evlenecek gençlere “ilk gece hakkı” denilen son derece ahlaksızca bir uygulama yapılıyordu. Genç kızın ilk gerdeğe gireceği geceyi derebeyi ile geçirmesi şartı vardı. Rahmetli Aytunç Altındal bu kötü geleneğin, ismini vermeyeceğim bazı ülkelerde yirminci yüzyılda bile sürdüğünü söylemişti. Hani bazı filmlerde görürsünüz, Noel tatilinde, pek ortalıkta gözükmeyen, din adamı kıyafeti içerisinde bir çocuk daha çıkagelir, ailenin ilk evladıdır. Annesi babası onu belli bir yaşa gelince manastıra din adamı olmaya göndermişlerdir. Aileden uzakta yaşar, pek göze gözüksün istemezler. İşte o ilk çocuk derebeyinden olan çocuktur. Hatta kimdir nedir anlaşılsın diye, o çocuklara hep aynı isim konulur demişti. Şaibeli bir şekilde kaybettiğimiz Aytunç Altındal söylemese bunları bilmeyecektik. Allah gani gani rahmet eylesin, dünyayı, özellikle Batı’yı iyi tanıyan bir büyüğümüzdü.
Derebelerinin bu iğrenç uygulaması, biribirini seven ve evlenmek isteyen gençlerin dağa kaçmasına yol açmıştı. Cezanın ölüm olduğunu bile bile, gençler hayatları pahasına gece bir yolunu bularak yaşadıkları bölgeden uzaklaşıyorlardı. Çoğunun kaçarken uğradığı, geceyi geçirmek için sığındığı tek yer de dağdaki manastırdı. Merhametli papaz Valentin, gelen gençleri manastırda bir süre saklıyor, yanlarına erzak vererek kaçmalarına yardım ediyordu. Bir, iki üç derken, kaçan gençlerin peşine düşen derebeyinin askerleri Valentin’in yaptıklarını anladılar. Emir kesindi, Papaz Valentin manastırın bahçesinde derebeyinin askerleri tarafından idam edildi. İşte onun öldürüldüğü gün, yani 14 şubat günü şimdi sevgililer günü olarak anılıyor. Papalık daha sonra Valentin’e azizlik ünvanı vermişti.
Ben 14 şubat denilince Avrupa’nın geçmişindeki bu acı olayları hatırlıyorum. Yıllar sonra Avrupa’da iz bırakan Türk atlıları, gittikleri yerlerde, orada yaşayan insanları Türk devletinin tebası olarak tanıyıp vatandaşlık hakları verdiklerinde, elbette o insanlar bunun kıymetini bildiler. Çalıştıkları toprakların sahibi oldular, tarlaları bahçeleri işleyip elde ettikleri ürünün kırkta birini her yıl devlete vergi olarak vermek şartıyla, özgürlük ve huzur içerisinde yaşadılar. Bu hakka dayalı sistem sayesinde Türkler, Rumelinde 600 sene kaldılar. İnsanlar gördükleri insanca muamelenin karşılığında, çocuklarını İstanbul’a, medeniyetin merkezine, yetişmesi ve mevki sahibi olması için gönderdiler. Şimdilerde Osmanlıya atılan iftiralara bakmayın, gerçekte olanlar çok farklıydı. Tarihçilerin Pax Ottomana (Osmanlı Barışı) adını verdikleri dönem yaşandığı için artık bir daha 14 şubatlar yaşanmadı. Hepsi bir yana, 14 şubatta illâ sevdiğinize bir hediye alacaksanız, bu hediye Türk malı olsun, Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilmiş olsun. Sevdiklerinizin kıymetini bilin.

YORUMLAR