Merhaba değerli okuyucularımız. Yazı dizimizin 3 Nisan 2020 Cuma günü (dün) yayınlanan birinci bölümünde talebesi Şevket Hüner ile cennetmekân Ahmet Sarıoğlu Hoca nın misyon ve vizyonu üzerine söyleşmiştik. İkinci bölümde Şevket Hüner in 'Yeniden İhyâ Hareketi Nereden Başlamalı?' sualine verdiği cevaplarla İslâm âlimi Ahmet Sarıoğlu Hoca yı anlamaya ve dahi yâd etmeye devam ediyoruz.

İbrahim Ethem Gören: Şevket Bey, Yeniden İhyâ Hareketi Nereden Başlamalı?

Şevket Hüner: 12 Eylül darbesinden sonra o zamana kadar her şeyi gündelik siyasetin tesirinde kalarak değerlendirenler bir boşluğa düşmüştü. Ü mmet birçok gençevladını yitirmişti birçoğu da hapislerde çürüyordu. Soğuk savaş sürüyor, sömürü bütün acımasızlığıyla devam ediyordu. Gençleri her türlü suçörgütlenmesinin içine çeken, onlara devrim ve kurtuluş vaat eden liderler ortada yoktular. Birçok gençsıktığı yumruğuyla baş başa, çaresiz kalmıştı. Kişilik haklarını ve özgürlüğünü yitirmiş gençlerin kendi derdine düştüğü, ümitlerin yitirildiği bu ortamda kenar semtlerden birinde bir adam, kendi halinde, yerel, gösterişten uzak, mütevazı bir çalışma başlatıyordu. Açgözlülüğü, hoyratlığı, hazcılığı, tembelliği bir kenara itiyor, dinin yeniden ihyası için gerekli örnek bir neslin yetişmesine yönelik olarak gücünün ve kısa sayılabilecek ömrünün yettiği oranda çalışıyordu.

Resulullah`ın (sav) sünnetini ihya edip hayata geçirmek, bidatten ve bidatçilerden kaçınmak, İslâm davetini yeryüzüne yaymak, sünneti öğrenmek ve öğretmek, ilmi öğrenir ve öğretirken edebe riayet etmek, âlimlere saygı göstermek, Kur an ahlâkıyla ahlâklanmak isteyen talebeleri bulmak ve onları yetiştirmek onun için her şeyden önemliydi. Bunun için hem cami cemaatiyle hem de üniversitelilerle bir araya gelmeye gayret ediyordu. Bu gençlerin üzerine titizlenmesinin en önemli göstergesi, onları sonuna kadar dinlemesi ve özgürlüklerine saygı göstermesiydi.

Ü lkemizde geleneklere bağlı ve dinle geleneği birbirine karıştırmış, fetva ve cennet garantisi arayan delikanlılarla, batı tarzında yetişmiş, gelenek ve dinin, özgürlükleri kısıtladığı yargısıyla araya mesafe koyan gençler acaba hangi merkezde biraya gelebilir sorusunun cevabını önemsiyordu.

Ahmet Hoca nın aradığı yer cami idi.

Aradığı yer cami idi. Günde beş vakit felaha çağrılan bu yerde imamlık yapmak onun en büyük avantajıydı. Herkesin eşit ve takva esaslarına göre bir araya geldiği bu yer, namaz kılınmanın ötesinde, bir mektebe dönüşmeliydi. Yanında çay ocağı ve kütüphanenin hâkim olduğu bir dershanenin olması, Bayrampaşa Muradiye Camii`nin mektebe dönüşmesini kolaylaştırıyordu.

Hocaların ve cemaatlerin tekelinden kurtulup herkesin dinine sahip çıkması, bireysel olduğu kadar birlikte sürdürülecek sahih kaynaklardan yapılacak okumalarla gerçekleşebilirdi. Bunu için ilk şart Arapçanın talep edenlere öğretilmesi ve dolayısıyla sahih metinlerin kolay ulaşılabilir olmasıydı. Bu arada Ahmet Sarıoğlu Hoca kitapların orijinal metinlerini kısıtlı bütçesine rağmen kendi imkânlarıyla karşılayıp oldukça hacimli bir kütüphane oluşturmayı da ihmal etmiyordu...

O dönemlerde öğrencilere dinin esaslarını öğreten yerlerin sayısı azdı. Özellikle üniversiteli kız öğrencilerle ilgilenen belki de hiçbir yer yoktu. 1977&ndash 1984 yılları arasında Hukuk Fakültesi nde okumuş olması onun üniversiteli gençlerle bir araya gelmesini kolaylaştırıyordu...

Cami merkezli ihyâ hareketi...

Ahmet Sarıoğlu Hoca daima camide bulunur, ondan hangi vakitte isterseniz ders alabilirdiniz. Camide ibadetinizi yapmanızın yanında çay içer, arkadaşlarla sohbet eder, kütüphaneden faydalanır, ders görür ve sosyal olayları değerlendirebilirdiniz. Bu, cami merkezli bir ihya hareketi sayesinde halk ile modern bireylerin eşitçe bir araya geliyor ve kardeş olmalarına imkan sağlanıyordu.

Ahmet Hoca, elindeki kitaplarıyla, kahvehane, esnaf dernekleri, kitap evleri, üniversite kantinleri ve konferans salonlarında, köylüsünden kentlisine herkesi eşitlik üzerinde kardeş olmaya, cami merkezli bir ihyâ hareketine davet ediyordu. Öğrencilerine daima 'Dininizi öğrenebilir ve her ortamda İslâm`a göre bir hayat sürebilirsiniz' güvenini kazandırmaya gayret ediyordu.

'Bir zamanlar fıkıh ilmihal kitaplarından ibaret sanılıyordu!'

O zamanlar fıkıh ilmihal kitaplarından ibaret sanılırdı. Bu kitaplarda din, mecburi kaideler olarak sıralanır, kaynaklardan hiçsöz edilmezdi. Ahmet Hoca 'Fıkhu`s Sünne' adlı eserin tercümesine talip olup, mezhebin, sünnet üzerinden delilleri bilinerek öğrenilmesine gayret etmişti. Bu konudaki ataklığı onun suçlanmasına sebep olsa da o, dinin kaynaklarından öğrenilmesi ve öğretilmesi fikrinden asla vazgeçmedi. Ayrıca Bayrampaşa çevresinde yer alan imam arkadaşlarıyla yaptığı derslerle onların da camii merkezli dini ihya hareketine katılmasına destek veriyordu;

İnsanın, gassalın eline bırakılmış meyyit gibi bir şeyhe teslimiyetini savunanlara, mürid` iradesine sahip çıkan insan olduğu teziyle karşı çıkıyor ve kemâle ulaştıran dini terbiyenin aslında sünnete var olduğunu savunuyordu. Hadis okumalarıyla, sade bir hayatı, cömertliği, fedakârlığı, adil olmayı, diğerkâmlığı ve etraftaki zulümlere engel olmayı teşvik eden bir mürşit profili çiziyordu.

Gençliğinde gördüğü medrese eğitiminin yanında İstanbul Hukuk Fakültesi ni bitirmesi de onun adalet anlayışını şekillendirmişti. Öğrencilerine bir metni bağlamından koparmadan çözümlemeyi öğretirken aslında hayatta karşılaşılacak olayların nasıl yorumlanacağını da  öğretiyordu.

Camide herkese açık olarak verdiği tefsir derslerine Sahih-i Buhari dersini de eklemişti. Düzenlediği Mehmet Akif`i anma gecelerinde günden güne anlamsızlaştırılmaya çalışılan, vatanını ve milletini sevmek ve bu anlamda milletiyle içiçe olma duygusunu canlı tutuyordu.

Sorulara rahatlıkla 'Bilmiyorum, araştıracağım.' diye cevap verebilmesi, dini anlama ve anlamlandırma gayretinin önemli bir parçasıydı. O öğrencileriyle yaptığı derslerde bildiklerini aktarır, bilmediklerini de onlarla birlikte araştırırdı. İlmin yüklediği sorumlulukları taşımayı başaran iradesini bu yolda seferber eder, doğru bilgilenme ve bilgilendirme için hiçbir fedakârlıktan kaçmazdı.

Hoca, insanlığın içinde bulunduğu kaosun, bağnazlıkların, her türlü adaletsizliğin ve zulmün, İslâm`ın temel kaynaklarından güçalan, cami merkezli bir yönelimle ortadan kaldırılabileceğine ve dünyanın adalet, özgürlük, refah bağlamında yeniden inşa edilebileceğine inanan bir müceddid idi.

Ahmet Hoca dinimizin temel ilkelerini vurgulardı.

Ayrıntıya boğulmak yerine dinin genel ilkeleri vurgulardı. Öğretmeye azimli olduğunda hiçbir olumsuzluğu bahane etmez, sabah namazında ders görmek isterseniz, o 10 çocuklu babayı bütün gayretiyle karşınızda görürdünüz. Söylemiyle çelişmeyen duruşuyla doğallığın timsaliydi. 'Fetvaya talip olan taklit ehli olmaktan kurtulun.' diyerek kaynak eserleri anlamaya yönelmemizin vacip olduğunu hatırlatır ve terk edilen kaynaklara dönmemizi salık verirdi.

Aslında, cami merkezli bu ihyâ mektebinde arzuladığı şey, Kur an ve Sünnet e sahip çıkan, özgür ve sorumluluğunu müdrik bireylere istikamet vererek bir medeniyetin inşasıydı; İnsanların, dernekler veya vakıflar yoluyla değil, eşitliğin hâkim olduğu, takvaya çağıran camii içinde edebî ve tadil-i erkâna uygun eğitim almasını sağlayan davetin önemine inanırdı.

Model insanlara uymanın salık verildiği, taklit ehli olmanın ötesine geçmenin adeta yasaklandığı bir dönemde 'bir Müslüman birey olarak kendiniz olmaya çalışmalısınız' fikrini önemserdi. Böylece dine uymanın, özgürlüğünü kaybetme sebebi sananlara iyi bir çıkış yolu öneriyor, modern hayatla beslenen bireyselliğe, bir sorumluluk ve istikamet sunuyordu. İslâm`ın, aklını birilerine teslim edip başka bir kalıba sokulmak olmadığını, bu cami merkezli mektepte öğretiliyordu.

Cevaba giden yolu gösterirdi.

Hoca, soru sorarak sonuçalmak isteyenlere pirim vermez, cevaba giden yolu gösterirdi. İnsanların bir arada yaşamalarına mukabil tek başlarına hesap verecekleri bilincini, herkesin yaptığının sorumluluğunu üstlenmesi şeklinde öğretirdi. Verdiği derslere 'Kim bu derste bir yanlışımı görüp düzeltmez, benim ahirette zor durumda kalmama razı olanın iki elim yakasındadır' uyarısıyla başlardı. Hâlbuki birçok 'üstat' sözünün kesilmemesini, sessizce dinlenmesini özellikle tembihliyordu.

Hoşgörü sahibi olması, herkesin fikirlerini sonuna kadar dinlemesi, onun özgürlüğe düşkünlüğünün tezahürüydü. O ötekileştirip küçümseyen, kimseyi beğenmeyen biri değildi.

Kurgulanmış, statüko hâlini almış, donup kalmış her şeyle mücadele ederdi. İçinde yaşadığımız dünyanın dönüşüm ve değişimlerini takip ettiği hâlde oluşturulmuş sahte gündemlerin tesirinde kalmak yerine, sahih bilgilerle yetişecek Müslümanlarla gündemi belirlemeye talipti.

'...Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur...' (Maide / 32) ayetini, dini sahih kaynaklardan öğrenen, iradesine sahip, ihlaslı ve istikamet üzere insanların yetiştirilmesi şeklinde anlıyordu.

Ahmet Sarıoğlu bu dünyayı bulduğundan daha iyi bir yer olarak bırakmaya gayret etti. Arkasında Allah`ın hükümleriyle hükmetmeye talip olan,                                                                                                      Mülkün Allah`ın olduğu bilinciyle sahip olduklarını ihtiyaçsahipleriyle paylaşan,                                            izzet ve şerefin, sadece Allah`ın yanında olduğunu bilip takvaya yönelmek isteyen                                              kulluk sorumluluğunu her şeyin üzerinde tutan bir cemaat bırakmaya gayret etti;                                                  

Yani bütün ömrünü cami merkezli ihya mektebini kurmak yolunda tüketti;                                                       Şu anda o mektebin kapısında,                                                                                                                                       Yavrulamış bir güvercin ve özenle ördüğü ağlarıyla bir örümcek nöbet beklemekte;

Yarın: Ahmet Hoca mın ardından...