SORU: Popüler kültür senin adına sana yapman gerekenleri bir şekilde dayatıyor; Bu aşamadan sonra bu durumdan nasıl sıyrılırız?

CEVAP: Bana göre olumlu gelişmeler de var. Bu ikisini birlikte düşünmeliyiz. Ama eğitim kültürü çok farklı bir şey. Mesela Çemberlitaş`taki Türk Ocağı`nın bahçesine yani buraya birçoğumuz giriyoruz. Büyük zatların yattığı bir mekân burası. Sultan Abdülhamit Han orada yatıyor, birçok âlimler ve Padişahlar ve devlet adamlarının ebedi istirahat mekânı. Burada ilim ve irfan tahsil ederken yine buradaki ecdada dua ediyoruz. Ama gel gör ki bizler ülkemizde eğitim ve öğretimi karıştırıyoruz. Bu çok önemli bir ayırım. Öğretim, bir müfredat doğrultusunda hareket etmektir. Burada dikkat etmemiz gereken unsur, insanın erdemli olarak yetişmesi. Popüler kültür unsurlarını biz esasında eğitim kültürüyle yıkabiliriz. Bizdeki eğitim kültürü çok yozlaştı. Bugün siz bir okula gidin; Okulda müfredata bakarlar, yıllık programında ne yaptın, ne yazdın, bunları uyguladın mı diye. Ama çocuğun anne babası ayrı mı? Çocuk sigara içiyor mu? Çocuğun zararlı alışkanlığı var mı? Çocuğun bir ıstırabı var mı? Biz bunların hiçbirisini bilmeyiz ama o çocuğa sınıfta biz 'mükemmel öğretilebilir' gibi yaklaşarak, 'şunları öğreneceksin, bunları yapacaksın' şeklinde bir yaklaşım sergileriz. Hâlbuki o çocuğun önce sevgiye-diyaloğa, psikolojik desteğe ve eğitime ihtiyacı var.

  Eğitim kültürü bu anlamda çok çok önemli...

SORU: Toplumu yönlendiren dini önderlerin nelere dikkat etmesi gerekiyor. Mesela ahlaki sohbetler Türkiye`de ne ölçüde yapılıyor? Ahlaki değerlerde bir tükeniş olduğunu düşünüyor musunuz?

CEVAP: Gerçekten usulüne uygun yetişmiş olanların toplumu iyi yönlendirdiğini düşünüyorum. Ama kimin ve neyin adına konuştuğu belli olmayan bazıları var; Nitekim biliyorsunuz bazı dini kisve adı altında gruplar çıktı. Türkiye`deki kamuoyunu öyle bir yönlendirdiler ki, Türkiye adeta elden gidiyormuş gibi bir düşünce belirdi. Televizyonlar, gazeteler her yer ama her yer bu zatları istedikleri biçimde öne çıkarttılar. Bunların kamuoyunda bu şekilde yer alması iyi bir modeller oluşturmadı. Toplumun büyük bir kesimi de kaygı duymaya başladı. İsimlerini vermemize gerek yok ama bazı din önderleri görünümü altında kişilerin dinle hiçde alakalı olmayan iş ve işlemler yaptığına, söylemler geliştirdiğine ben de şahidim. Ama genelde büyük çoğunluğunun toplumu iyi yönlendirdiğini düşünüyorum. 

Ayrı bir konu ama cemaatler arasındaki bölünmeler toplumda iz bırakmaya başladı.

`height=

SORU: Bu olumsuzlukların ahlaki değerlerde bir tükeniş sonucu olduğunu düşünüyor musunuz?

CEVAP: Göreceli olarak böyle olabilir yani ahlaki değerlerde tükeniş; Ahlaki değerler eksik zaten. Ama insan fıtratı olumsuzluklardan daha ziyade olumluya meyilli. Aslında gündelik düşündürülmese, dayatmalarla insanlara 'sen böyle düşüneceksin, sen böyle yapacaksın' denilmese, insanın üzerine gidilmese, insan zaten kendi fıtratı gereği doğruyu daha kolay bulur. Esasında büyük çoğunluk, yaptığı eylemin olumsuz olduğunu biliyor. Akşam,  yatağında vicdanını yokladığında yaptığı eylemlerin çok olumsuz olduğunun farkında.  Peki, ahlaki açıdan inançve yaşama bilinci arasında tutarsızlık var mı? Elbette var. Başından beri söylediklerimin getirdiği önemli sonuçlardan bir tanesi işte bu. İnançve yaşama bilinci hususunda düşündüğümüz gibi yaşamalıyız. Ama bunu yapamasak o zaman yaşadığımız gibi düşünürüz. İnançve eylem çelişkisi var. Bu realite gerçekten çok sıkıntılı.  

Bakın, camilerimiz bu kadar dolmuyordu. Gerçekten vaazlar, ahlaki sohbetler hiçbu kadar artmıyordu. 30 sene 40 sene önce bu tür şeyleri mumla arardık, yapılan camii sayısıyla paralel olarak Cuma günü camilerimiz tıklım tıklım doluyor. Öyle anlar oluyor ki mesela ben Zeytinburnu, Çırpıcı`daki camide baygınlık geçirebiliyorum kalabalıktan. Bunca insanın mademki dini duyarlıkları arttı, niye bu kadar sorun var o zaman. Bu kadar insan, diğer insanlara niye haksızlık ediyor! Aile arasında abi kardeşe, bacı ablaya, evlat baba ve anneye niye olumsuz davranışlar sergiliyor! Maalesef ahlaki eğitim gevşek olduğu için.

SORU: Din yanlış mı anlatılıyor yoksa yanlış mı anlaşılıyor?

CEVAP: Hayır. Yanlış anlaşılmıyor. Burada sosyolojik bir açıklamayla konuyu temellendirelim. Sosyolojisinde ana kurumlar var. İnsanlık tarihinde de bu ana kurumların bir kısmı öne geçmiş, belirleyici olmuş. Bu ana kurumlar aile, din, siyaset, ekonomi, eğitim ve boş zamanlar.

Ekonomi kurumu 1980`den sonra Türk toplumunu büyük baskı altına almış, bir yanda zenginleşme varken bir yanda israf var. Mesela adam 'bir alış-veriş merkezi açıyorum ve 2000 kişiyi işe alıyorum' diyor. Bunu zenginleşme nedeni sayıyor. Hayır, öyle bir şey yok, bu esasında fakirleşme nedenidir. Çünkü 2000 kişiyi çalıştırmak için 10.000 kişinin rızkını orada gelir olarak temin edeceksin ki orada çalıştıracaksın. Yani kar elde ediyorsun. Ediyorsun ki sistemin çökmüyor. Bu karı ise tek tek vatandaştan ediyorsun. Meseleye buradan bakmak lazım. Dolayısıyla ekonomi belirleyici bir kurum olmakla birlikte tüketim merkezli bir ekonomi var. Hepimiz tüketiciyiz. O zaman ne oluyor, vatandaş evini nasıl geçindireceğini yiyeceğini nasıl temin edeceğini daha ziyade düşünüyor. Sonuçta dini ve ahlaki değerler, aile değerleri yavaş yavaş hâkim değer olmaktan uzaklaşıyor. Yine gördük, siyasetle uğraşanlar istifa etmek zorunda kaldı, uçkur meselesinden dolayı. Nasıl olur ya, sen rol modelsin!.. Türkiye`yi yönetmeye talipsin ve ilkelerinden de en önemlisi ahlak olmalı. Bu sadece o partide değil, toplumda da aynı durum arttı.

Bunun yanında topluma rol model olacak çalışmalar da var elbet. 2008 yılı, Yahya Kemal yılıydı, 2011 Mehmet Akif Ersoy yılı ve UNESCO`nun da Evliya Çelebi`nin 400. doğum yılı; Şimdi siyasetçilerimiz aslında güzel atılımlar yapıyor kültürel anlamda. Ancak gerek sivil toplum örgütleri gerek diğer kamu kurumlarının bunun gereğini yapmadıklarını da görüyoruz. Atılan adımları sistemli ve kurumsal hale getiremiyorlar. 

Devletimizin yapması gereken en önemli şeyin televizyonları denetim altına alması olduğunu düşünüyorum. Anayasamız, 'devlet, aileyi ve çocuğu korur' diyor. Anayasanın emredici hükmüne rağmen,  aileyi ve çocuğu tahrip edecek her türlü şeyin yapılmasına yine devlet müsaade ediyor. Devlet bu konularda kesin olarak bir denetleyici mekanizma olmak zorunda. Türkiye`ye yayın yapıyorsan nitelikli sinema filmi koy ki insanımız iyi bir kültür kazansın. 

Televizyonların etkisiyle toplumda ahlaki açıdan kabul edilemez bulduğumuz birçok şeyde 'olabilirlik' algısı oluşturuluyor. Agresif ve depresif tiplemeleri izleyen gençlerde bu tiplerin izdüşümleri belirmiş. 

Diğer bir unsu ise dilin bozulması. Televizyonlarda Türkçe bozuk, argo ve itici haliyle sunuluyor. Tiplerin Türkçesi bozuk konuşmaları da dilimizi tahrip ediyor.

Reklam dayatmasına da sınırlama getirilmeli.

Dolayısıyla bu sorunlar karşısında devletimize, kitle iletişim araçlarını denetleme düzeyinde çok önemli görevler düşüyor. Aileye olumsuz etkileyen, aile birliğini sarsıcı biçimde etkileyen diziler gerekirse kaldırılabilmeli. 

Burada sivil toplum örgütlerinin çok çalışması gerekiyor.

Teşekkür ederiz...

Cafer VAYNİ: Böylesine önemli konulara duyarlılığınız ve yerinde sorularınız için ben de çok teşekkür ediyorum... Toplumsal sorunlara bir katkım olursa bu beni mutlu eder. Son olarak şunu tekraren vurgulayayım: Popüler kültürün zararlı yönlerinin önlenmesinde devletimizin üzerine düşen görevi yapması gerekiyor. Aileyi ve çocukları mutlaka ama mutlaka koruması gerekiyor. Eğitimin çok çok daha önemli olması gerektiğini düşünüyorum. Bütün bunların yerli yerine oturmasıyla daha sağlıklı, daha güzel bir ülkeye, daha aydınlık bir ülkeye, dünyayla yarışır bir ülkeye kavuşacağımızı umuyorum.