Modern üniversiteler, antik Yunan`dan beri usta-çırak ilişkisi içinde ilerleyen bilimi, orta çağdan itibaren bir çatı altında topladı. O zamandan bu yana akademi büyüyüp gelişerek modern toplumun önemli bir parçası haline geldi.  Farklı disiplinlerin oluşmasını sağlayan bu kurumsallaşma beraberinde bazı sorunları da getirdi. Bunlardan biri akademik liyakat meselesidir. Günümüzde bilim insanları ve araştırmacılar yetkinliklerini ispatlamak için hala akademinin diploma veya unvan şeklinde sunduğu onayını gözetmektedir. Ancak gelişen teknolojiyle kolaylaşan bilgi dolaşımı artık akademinin bilim ve sanat üzerindeki hegemonyasını ve entelektüel iktidarını kabul etmemektedir. 

Günümüzde bilim herkes için daha erişilebilir. Artık ilim öğrenmek için ne bir hocanın peşinden koşmaya ne de kilometrelerce yol gitmeye gerek var. Neredeyse bilgi bombardımanı altındayız. İnternetteki bu kirliliğe dayanamayan üniversiteler uzun bir süredir akademik birikimlerini çevrimiçi olarak paylaşıma açtı. FutureLearn, Coursera ve EdX gibi platformlar dünyanın saygın üniversitelerinde verilen derslere erişim imkânı sunuyor. Ayrıca MIT, Yale, Berkeley, ODTÜ gibi üniversiteler OpenCourseWare projesi kapsamında ders videolarını ve içeriklerini ücretsiz olarak paylaşmaktadır. Bu proje ilk kez 1999 yılında Almanya`nın Tübingen Ü niversitesinde başlatıldığından beri giderek yaygınlaşmaktadır. Çevrimiçi dersler öğrenme sürecini kampüslerin ötesine götürmüştür. Bunlardan başka salgın döneminde deneyimlemek zorunda kaldığımız bazı uygulamalar uzaktan eğitimi, seminerleri, konferansları ve akademik toplantıları evlerin rahatlığına taşımıştır. Dolayısıyla artık entelektüel meraka sahip herkes için araştırma imkanları sonsuzdur. Ancak kolaylaştırıcı faktörlere rağmen akademik bilgiye talep beklenenin çok altındadır. Bu durumun en önemli gerekçesi, çevrimiçi sunulan üniversite dersleri için katılımcıya herhangi bir diploma veya sertifika verilmiyor oluşudur. Öğrenciler derslere katıldıklarına dair bir belge sunulmadığı için emeklerinin boşa gittiğini (!) düşünmektedir. Zira herhangi bir disiplinde yetkinliğin ispatı hala akademinin sağlayacağı kurumsal onaya muhtaçtır. 

Akademinin liyakat konusunda karşılaştığı bir diğer sorun, entelektüel yetkinliğin yayınlanmış bilimsel makale sayısıyla ölçülüyor olmasıdır. Genelde okunmayan ancak özgeçmişlerde göz dolduran bu metinler akademinin içine düştüğü paradoksu göstermektedir. Harvard Ü niversitesi Yayınları`nın beşerî bilimler yayın editörü Lindsay Waters 'Akademinin Düşmanları' kitabında akademik unvanlar veya kalıcı kadro için araştırmacıların makale yayınlamaya zorlanmasının bilimsel çalışmaları olumsuz etkilediğini yazmaktadır. Tarihe 'Sokal Vakası' olarak geçen aldatmaca ise akademik yayıncılığın bilim ahlakından ne derece uzaklaştığını göstermektedir. New York Ü niversitesinde fizik profesörü olan Alan Sokal, 'Aşılan Sınırlar: Kuantum Kütleçekiminin Dönüşümsel Bir Betimlemesine Doğru' adlı uydurma makalesinin 1996 yılında saygın kültürel çalışmalar dergisi Social Text te yayınlanmasıyla akademik yayıncılığın güvenilirliğini yerle bir etmişti. Makalede 'yer çekimi kültürel bir olgudur' gibi saçma ifadeler bulunmasına rağmen, ne yazdığına bakılmaksızın dergiye kabul edilmişti. Bu deneyden sonra pek çok araştırmacı akademinin içinde bulunduğu durumu göstermek için yine uluslararası hakemli dergilerde onlarca uydurma makale yayınladı. Bunlardan en tuhafı 2020 yılında Amerikan Biyomedikal Araştırmalar Dergisinde yayınlanan 'Cyllage City COVID-19 salgını Zubat tüketimiyle bağlantılı' adlı makaleydi. Bu makale kurgusal bir şehirdeki salgından çizgi film karakteri Pokemon`un sorumlu olduğunu iddia etmekte ve uydurma referanslarla tezini desteklemekteydi. Bu aldatmacalar akademik liyakat için gerekli görülen makalelerin aslında okunmayan sadece 'sayılan' ve 'sınıflandırılan' metinler olduğunun ispatıdır. Akademik yayınların bu türden aldatmacalarla dolu olduğu bir ortamda üniversiteler yine de yayın sayılarıyla saygınlık kazanmaya çalışmaktadır.

Sonuçolarak hem bilgiye erişimin akademiyle sınırlı olmaması hem de aldatmaca makaleler marifetiyle bilimsel dergilerin yerle bir olan itibarı akademinin entelektüel iktidarını sarsmıştır. Artık bilim ve düşünce üniversite kampüsleriyle sınırlı değil. Ancak akademinin bilim üzerindeki hegemonyası bilginin üretilmesi ve yayılmasında gerekli olan farklı bakış açılarını sınırlamaktadır. Aynı zamanda sadece doğru bağlantılara ve kaynaklara sahip kişilerin başarılı olabileceği bir ortam yaratmaktadır. Bu durum bilimin ilerlemesini sekteye uğrattığı gibi yapılan çalışmaların genel kalitesini de düşürmektedir. Bilim akademinin tekelinden kurtulmalı, araştırmacının yetkinliği diplomalarla veya hakemli dergilerde yayımlanan makale sayısıyla ölçülmemelidir. Zira insanın ilmi kapasitesini gösteren asıl ölçüt bunlar değil eleştirel aklı ve entelektüel merakıdır.