Üniversiteler uzun bir zamandır “özgür düşüncenin kalesi” olma vasfını yitirmiş durumda. Türkiye’de zaten YÖK tarafından yönetilen ve atanmış rektörlerce idare edilen üniversitelerin iktidar ideolojisinden bağımsız olması beklenemez. Ancak buna karşı duran tavır da aslında başka bir taassubun temsilciliğini yapmaktadır. Türkiye’de belli başlı birkaçüniversitenin dahil olabildiği uluslararası akademik çevreler de eleştirel düşünce adıyla solun bayraktarlığını yapmaktadır.  

Ekim 2019'da yaptığı bir konuşmada Trump, ABD üniversitelerinde 'sol telkin`yapıldığını ve bunun 'gençbeyinleri yozlaştırdığını`belirtmişti. Üniversitelerin “özgür düşüncenin vergi mükellefleri tarafından finanse edilen kaleleri`olması gerekirken “radikal solun beyin yıkama” motorlarına dönüştüklerini iddia etmişti. Ayrıca federal hükümetin öğrencilerin farklı bakış açılarına maruz kalmalarını sağlamak için harekete geçmesi gerektiğini söylemişti. Üniversite kampüslerinde 'ideolojik ayrımcılık`olarak adlandırılan durumu araştırmak ve bununla mücadele etmek üzere yeni bir komisyon kurulması çağrısında da bulunmuştu. Bu konunun Trump tarafından dile getirilmesi iddiaların ciddiyetine gölge düşürmüş olsa da akademinin kendi içinden bazı araştırmacılar da bu durumu uzun yıllardır özeleştiri boyutunda dile getirmekteydi. 

Akademideki sol trendi eleştiren Alan Sokal, postmodernist düşünürlerden yaptığı anlamsız alıntıların bile itibarlı bir bilimsel dergide yazısının yayınlanması için yeterli kriter olduğunu göstermişti. Bu deneyden sonra aynı amaçla 2017-2018 yıllarında bir proje yürütüldü.  “Mağduriyet çalışmaları” denen bu proje kapsamında Peter Boghossian, James A. Lindsay ve Helen Pluckrose adlı araştırmacılar kültür çalışmaları, azınlık hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda yazdıkları sahte ve saçma makalelerin akademik dergilerde sorgusuz kabul edildiğini ortaya koydular. Kendilerini de solcu olarak tanımlayan bu araştırmacılar, akademide sadece belirli sonuçlara izin verilen bir kültürün geliştiğini ve bu duruşun tüm bilim dünyasına büyük zarar verdiğini iddia ettiler. 

Akademide sol fikirlerin telkin edilmesi son yıllarda giderek artan bir sorun haline gelmiştir. Uluslararası akademik çevrelerde endoktrinasyon olarak ifade edilen bu durum 'bir kişiye veya gruba bir dizi inancı eleştirmeden kabul etmeyi öğretme süreci 'dir. Akademi bağlamında bu, öğrencilere belirli sol fikirleri sorgulamadan kabul etmelerinin öğretildiği anlamına gelmektedir. Bu durum özellikle sosyoloji, siyaset bilimi ve antropoloji gibi sosyal bilimlerle ilgili alanlar için geçerlidir. Kaliforniya Üniversitesi Yükseköğretim Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmaya göre ABD üniversitelerindeki liberal öğretim üyeleri muhafazakâr öğretim üyelerinden beş kat daha fazladır.  

Türkiye’de durum şimdilik tam tersi gibi görülebilir. Ancak ülkemizde üniversitelerin hangi yönde özgürlükçü olabileceği tamamen iktidarın ideolojisine bağımlıdır. Dolayısıyla gerçek bir akademi eleştirisinden bahsetmek mümkün değil. Ancak Amerika ve Avrupa üniversitelerinin güdümündeki uluslararası akademik çevrelerde sol taassup hegemonyasını kolay bırakacağa benzemiyor. Eşitlik adıyla sunulan aynılık, akademi bünyesinde farklı sesleri barındıramıyor. Bu sebeple bilhassa sosyal bilim alanlarında uluslararası akademik saygınlık, muhafazakarlığı kaybettikçe kazanılan bir olgu. Azınlık hakları, toplumsal cinsiyet, kadın hakları ve çevre sorunları gibi anahtar kelimeler üzerine yazılacak makaleler birkaçpostmodernist düşünürden alıntılarla da süslenirse uluslararası akademide yükselmenin bileti olarak görülüyor. 

Sonuçolarak, özgür düşüncenin kalesi bilinen üniversiteler tam bir özgürlükçü duruştan hala yoksundur. Pozitivist ve materyalist temeller üzerinde yükselen akademi, sahip olduğu ideolojik taassubu bırakıp bütün kutupları barındırabilen bir yapı geliştirmedikçe güvenilirliğini ve saygınlığını kaybedecektir.