-Bu yazımı bugün (24.06.2022) Fatih Camii`nde kılınan Cuma namazının akabinde Edirnekapı Sakızağacı kabristanlığında Rahmet-i Rahmân`a tevdi edilen Hazret-i Mahmû d En-Nakşî bendî El-Halidî El Û fî `nin aziz ruhuna ithaf ediyorum. Menzili mübarek, makâmı âlî , mekânı Firdevs olsun. Â min-

`height=

Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı`nın bülbülleri Cuma gecesinde seher zikrine durdukları vakitte Beyşehirli Tayfun Efendi büyük bir hüzünle karşıladı günü. Ü stadı ruhunu teslim etmişti. Elinin altında bulunan yeşil zeminli bir battal ebrusunun üzerine 'İnnâ illâhi ve innâ ileyhi râciû n' âyet-i celî lesini yazdı... '; Doğrusu biz Allah`a aidiz ve kuşkusuz O`na döneceğiz' derler.'   

Tayfun Efendi, bir yandan Rumelihisarı`ndaki kadî m camiinin gönüllü müezzinliğini yaparken diğer yandan Boğaziçi Ü niversitesi`nde işletme okumaktaydı. Küçük yaşlardan itibaren kendini ilme adamıştı ilme ve kitaplara...

Medrese tahsili görmüş, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirerek girdiği ilk sınavda ilk beş yüz kişi arasına ismini yazdırarak Boğaziçi Ü niversitesi`nde işletme okumaya hak kazanmıştı; Ön kayıt esnasında bir hocanın, sakal ve sarığına parmakla işaret ederek 'ne iş' tarzı bir hareket yaptığında 'hû ' dediği rivayet edilir. 'Hû , destû r yâ hû . 'Hoca`ya, Tayfun`un nefesi yetmişti; O günden sonra Tayfun Efendi`nin ismi 'hû ' zikri ile birlikte anılır oldu.

Tayfun Efendi hafız, okur, yazar, çizer, düşünür, konuşur, hoş sohbet bir adamdı; Gününün büyük bölümünü arkadaşı Ahmet Rasul Molla ile birlikte tesis ettikleri dergâhta geçiren Tayfun Efendi sadrına düşen kelâmı satırlara da yazardı; İşte şu dizeler, Müezzin Tayfun Efendi`ye aittir;

 h... Bir de karagül var...
Karagül hazanda da açar

Gönlümüzde bir aşk...
Başlayabildiği kadar başlar

Büyüdükçe büyür göğsümüzdeki nâr
Yanan gönül toprağı arar

Bilinmez belki ama
Kalbe değen su bile yanar
 h... Bir de karagül var...

Nafi Baba Camii`nin müezzini Hafız Tayfun Efendi cemaatini önemserdi. Küçük yaşlardan itibaren kürsü, minber, vaaz u nasihat tecrübesine sahip olmasına rağmen göreve yeni başlayan bir vaiz namzedi gibi sohbet konusuna çalışırdı. Vaazında âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden sonra güncel meselelere de mutlaka değinirdi.

Tayfun Efendi`nin hususiyetlerinden en belirgin olanı özüyle sözünün bir olmasıydı. Her Müslüman böyle olmalıydı zaten. Özü ve sözü bir olacak zikri ve fikri farklılık arz etmeyecek. Önce kendi nefsine sonra insanlara vaaz edecek. Son cümlede tercümesi verilen 'Iz nefseke evvelen sümme ız`in-nâse' hadis-i şerifindeki manayı nefsinde yaşardı Tayfun Efendi.

Talebelik yıllarında medrese tahsili de gördüğü için Arapçaya vukû fiyeti vardı. Kur`an-ı Kerim`den açtığı sayfada tevafuk ettiği herhangi bir ayet-i kerimeye, eskilerin, 'Efradını cami a`yarını mani' dedikleri tarzda mânâ verebilirdi. Sadece kâl ehli değil aynı zamanda hâl ehliydi, dost canlısıydı, veren eldi; Hisarüstü Cami Sokak`taki tekkeye yolu düşenlere 'Dost yoluna bütün varımız sebil/Verdikte dolar bizim boş testilerimiz' diyerek izzet ve ikramda bulunurdu.

(; )

Cuma namazından önce Rumelihisarı ihtiyarlarının ancak bir safının yarısını doldurduğu camiinin vaiz kürsüsüne çıkarken, Fatiha Tefsiri, Sohbetler (6 cilt), Efendi Babam Buyurdu ki, ve İrşâd`ül-Mürî dî n serlevhalı kitaplarını yayına hazırladığı ve bugün Fatih Camii`nden ebediyet âlemine yolcu edilen Hazret-i Mahmû d En-Nakşî bendî El-Halidî El Û fî `nin (ks) Sohbetler isimli kitabında redakte ettiği bir mevıza gönlüne düştü;

`height=

Bir kez okuduğunu hafızasına nakşeden Tayfun Efendi, Euzu çekerek ahşap kürsünün beş merdivenini adımladı; Hüvesi hüvesine milimi milimine hatırında olan üstadının kelâmını muhataplarına besmeleyle aktarmaya başladı. Bir zamanlar Fatih`teki Sahn-ı Semân medreselerinde üstadının üstadına öğretildiği şekilde sohbetine başladı;

'Elhamdulillahi Rabbi`l-Â lemî n. Ve`s-Salâtü ve`s-selâmü alâ Rasû linâ Muhammed`in (sav) ve âlihî ve sahbihî ecmaî n. Sallû alâ Rasû linâ Muhammed (sav). Sallû alâ tabî b-i kulû binâ Muhammed (sav). Sallû alâ şefî -i zünû binâ Muhammed (sav). Ol menbâ-ı bâğ-i belâğat. Ol andelî b-i gülizâr-ı fesâhat. Ol mahzen-i fazl-i saâdet. Hazret-i Muhammed Mustafa (sav)`ya salâvat;

Rabbi`şrah lî sadrî ve yessir lî emrî vahlul ukdeten min lisânî yefkahû kavlî . Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente`s-Semî u`l-Alî m. Ve tüb aleynâ yâ Mevlânâ inneke ente`t-Tevvâbü`r-Rahî m. Vehdinâ ve veffiknâ ilel hakkı ve ilâ tarî kın müstekî m. Bi beraketü`l-Kur`âni`l-Azî m ve bi hürmeti men erseltehû rahmeten lil Alemî n.

Ve kâlellâhu Teâlâ fî kitâbihi`l-Kerî m. Eû zu billâhi mine`ş-Şeytâni`r-Racî m. Bismillâhirrahmânirrahî m. 'Allâhillezî lehu mâ fî ssemâvâti ve mâ fî l ardı ve veylun lil kâfirî ne min azâbin şedî d/O Allah ki semada ve yeryüzünde ne varsa O nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline.' Sadakallahulazî m.

Kıymetli cemaatim, değerli öğrenci arkadaşlarım; Okuduğum Ayet-i Celile`den de anlaşıldığı üzere 'nur' Allah`u Teâlâ`nın yolu yani İslâmiyet`tir, şeriattır, tarikattır, hakikattir; Bunların hepsi nurdur. Bir çocuk dünyaya geldiğinde İslâm fıtratı ile doğar, lakin yine de karanlıktadır. Ne zamana kadar? Bir peygamber veya bir hoca vasıtasıyla İslâm dinini öğrenip tatbik edinceye kadar;

Şu halde ayet-i celî lede geçen nur nedir? İslamiyet`tir, nur... Nur, İslâmiyet olunca karanlık hangisidir? İslâmiyet`sizliktir. İslâmiyet nurdur ama biz bu nuru göremiyoruz. Ancak, Sahibinin buyurması ile inanıyoruz. İslâmiyet`in nur olduğuna inanmayanlar, İslâmiyet`i yaşamayanlar ahirette müminlerin nurlarını gördüklerinde 'Biz, İslâmiyet`i böyle bilmiyorduk' diyerek yapıp ettiklerine pişman olacaklar.

Zülkarneyn (as) ordusu ile dünyayı dolaşırken güneşin battığı karanlık bir yere uğradılar. Oradan geçerken ordusuna 'Ayaklarınıza takılan şeylerden alabildiğiniz kadar alın, çantalarınızı, ceplerinizi doldurun' diye emretti.

Kimisi emri tuttular, o şeylerden alabildikleri kadar aldılar. Kimisi de 'Ayaklarımıza takılan çakıllardan, taşlardan başka ne olabilir? Onları her yerde bulabiliriz, neden kendimize yük edinelim, ama hiçolmazsa emir yerine gelsin için bir-iki tane alalım' dediler. Kimisi ise hiçalmadı. Bir de aydınlığa çıkınca baktılar ki taş zannettikleri şeyler pırlanta imiş.

Zülkarneyn Aleyhisselâm`ın emrini tutanlar sevindiler. Az alanlar 'Keşke daha çok alsaydık' dediler, hiçalmayanlar daha da üzüldüler. Ama artık iş işten geçmişti. Bir daha oraya dönmeyeceklerdi.

Dostlar, işte bu dünya, Zülkarneyn (as) ordusunun geçtiği o karanlık yer gibidir. Burada, kılınacak namaz, tutulacak oruç, verilecek zekât ve diğer İslâmî emirlerin tatbiki var. Bunları alın... Alan aldı, almayan kaldı!'