Amour isimli filmi ardından;

Piyano resitalinden dönüyorlardı;

Huzurluydular ve yılların alışkanlığının verdiği güven duygusu kurdukları cümlelere de yansıyordu.

O gece;

Kadın yatakta doğrulup belki de neden var olduğunu ya da var olup olmadığını düşündü; Belki de hiçyoktu ve belki de dünyaya uğramıştı; Öylesine.

Haşlanan iki tane yumurta yılların rutiniydi o güne kadar. Her sabahın sevimli şahitleri. Vefanın ve sadakatin süsü olabilirdi bu kahvaltı da diğerleri gibi.

Sıradan, günlük soruların cevapsız kalmasıyla bozulan bir sabah rutininin kaymasıydı insanı ölüme yaklaştıran; Hazır değildi belki de sahne yeni bir perdeye. Zaten insanın hazırlanmasını beklemez hiçbir oyun aslında;

'Perde!' Der duymadığımız bir ses;

Perde! Ve sen, bilmediğin bir oyunun oyuncusu olmuşsundur!

Bir avuçsu ile ferahlayan beden, hava sıcak da olsa hissetmeyebilir günü geldiğinde.

Su, sesi ve varlığını asla tam olarak anlamlandıramadığımız bir kaynaktır çünkü.

'Aziz ol' temennisine mazhar olabiliriz en fazla bir bardağı ile. Ve umut dolar içimiz önümüzdeki var olma olasılığı meçhul olan yıllar için.

Mutfağın suyu akıp duruyordur fakat o an önünden geçsen dahi kapatmazsın musluğu. Önceliğin o an 'lanet olası' diyebileceğin bir ayak bağıdır sadece. Aksın, bir ömür gibi aksın; Ne olabilir ki!

Karısının anlamsız bakışlarının yanında ne su ne de suyun görkemli sesi; Artık önemsizdi.

Bazen hayatın seninle dalga geçtiğini düşünürsün; Bir şeylerin bittiğini zannedip kafandaki perdelere yeni şeyler eklersin. Bir bölüm, bir bölüm daha hatta bir ölüm dahi serpiştirirsin kısa koridorun bitimine kadar. Döndüğündeyse her şey yerli yerindedir. Gidip gelen sen olmuşsundur.

'Nereye gittim ben!'

Öfkelenirsin; Ve korkarsın da aslında, belli etmezsin; O en fazla 'lanet olsun' diyebileceğin rutine âşık olmuşsundur zira. Sağlıklı bir rutindir seni hayata bağlayan, yaşam denen küçük oyunu var eden ufak lanet şey.

Seni şaşırtan her ne yahut kimse delilikle itham edersin. Çünkü seni yanıltmıştır ve bu hiçişine gelmez zira tek hazinen huzurdur. Bunu bozacak hiçbir şeye tahammülün olamaz.

İlgi sandığımız şey, bencillik olabilir mi?

Kader sana 'oyun' oynuyordur ve oyuncuya kızarsın. Kızma çünkü sen de bu oyunun bir parçasısın.

Beden bir gün tepki vermez. Kendi bedenin ya da karşındaki insanın bedeni. Sona yaklaşmayı istemezsin. Bu, o koca gerçekle yüzleşmenin en dramatik sahnesidir. Hoşuna gitmez. Fakat işte o gerçek kocaman bir karanlıktır küçük aklında, yüzleşmek zor gelebilir. 'Hiç' olduğun gerçeği sarsabilir.

Uyanırsın ve karşılaştığın küçük bir değişiklik seni şaşırtır, şaşırırsın sadece ve fazla anlam yüklemezsin. Yüklemek istemezsin.

Yaşlanmış parmağındaki alyansı fark edersin. Alyans, bir varlığın ve sadakatin habercisidir. Var olduğun gerçeğinin bir sembolü; 'Var' ve 'varsın'; Nereye kadar olduğunu bilmediğin bir varoluşun perde arkası seni ürpertir her zaman;

Yıllar önce benzer bir yokluğu yaşadığımda bir karşı bedende, doktorun söylediği şu cümle sahnenin ve perdenin kimin elinde olduğunu kanıtlar gibiydi: 'hafıza kaybı felci önlemesi içindir'; Annem bir akşamüstü 'burası neresi' dediğinde ben yoktum o an ve o da o an yoktu; Var sanmıştık, var olmadığım gerçeği bir tokattı yüzümde o 'an';

'Geçici bir şey; '

Bu, seni dünyaya getiren gücün sana bir şans daha vermesidir. Hani akıllı cihazlar sinyal verir ya 'yeterli hafıza yok' diye; Telefonunu ya çöpe atarsın ya da silersin gereksiz şeyleri; Ve o şeyler anlamını yitirir bir anda. Yeni olana yer bulma fikri daha caziptir, geleceğe ömür biçmek gibi!

Amour`a devam edersek karanlık bir ev; Sokak lambası ya da Dolunayın ışığı aydınlatıyor ortalığı; Paris grisi üzerine geliyor insanın; Soğuk renkleri her zaman sevmişimdir tıpkı beni ilk kez gördüğünde 'ne kadar da kibirli' diyenlerin sonunda dertlerini akıttığı bir havuza dönüşmem gibi topluyor hüzne dair ne varsa duvarlar;

Duvarlar; Bir uçağın kara kutusu gibiler.

Nice sohbete ev sahipliği yapmış o sevimsiz koltuklar daha da sevimsizleşiyor alacakaranlık odada;

Sabahki kahvaltı sofrası içine kapanmış, demlikteki çay bile şaşkın; Yetim kalmış bir çocuk gibi şaşkın; Yumurta kabukları süpürülmeyi bekliyorlar.

Çaresizliğe takılan birçok isimden biridir damar tıkanıklığı; Zamanı gelmiştir ve tıkanmıştır. Sebep aranmaz. Aranırmış gibi yapılır ve enikonu kollarda birkaçiğne deliği ve çiş testiyle neticeye boyun eğilir. Devamı ise çaresizliktir. Tıpkı keyifle başlayıp 'bitmesin' dediğin bir kitabın kapağını kapatmaktır gerçek netice!

Ömrünün iki kapak arasına sıkışmış olması seni yorar.

Yaşamın sadece 'umut' denen kelime içinde yeşermeye başlaması ve devam etme arzusunu görürsün her zaman attığın adımların izlerinde fakat hiçbir şey ilk günkü gibi değildir bilirsin;

Haşlanmış iki yumurtaya saklanmış gizli bir sevgidir seni besleyen; Duyumsarsın. Bunu yıllar sonra çok daha fazla hissedersin; Proteinin ve kolesterolün canı Cehenneme! Ki, kolestrol bir semptomdur, yiyin gitsin masum sarısını beyazının içinde bir şeyler netleşinceye kadar ve ne, ne kadar nettir bu hayatta sence?

Beklemek;

Yoksulca beklemek...

Bilmemenin, bilememenin yoksulluğu bir ızdırap gibi dolanır boynuna. Onu, bir kilisenin çanı tevekküle davet ederken, seni ise belki sabahın karanlığında gökyüzünde dalgalanan 'esselâtu hayrun minen nevm' sözü davet eder; Kuşlarla uyanırsın; 'Ne diyorlar' diye düşünürken, Hz. Süleyman`ın kulaklarını çınlatırsın 'sen anlardın' diye;

'Ben anlamıyorum çünkü ben anlamıyorum!' dersin farkında olmadan sessizce! Ve 'neden' demeden önce avuçlarını açarsın sadece.

Ölüme direniş başlar ama nereye kadar? Gitmeli, evet o gitmeli;

Denir ya hani 'çok çekmedi'; O da çekmemeliydi; Ve çok fazla çekmedi.