ÖMER FARUK ÇAĞLAR

İzmir’de metfun bir başka İslam alimi de son devir, Kelâmî Dergâhı postnişinlerinden Esad efendidir. İsmi Muhammed Es'ad olup, babasının ismi Muhammed Saîd'dir. 1848 (H.1264) senesinde Mûsul'un Erbil kasabasında doğdu. 1931 (H.1349) senesinde İzmir'in Menemen kazâsında vefât etti. Kabri Menemen'dedir. Bugünkü Irak Devleti sınırları içinde bulunan Musul'a bağlı Erbil kasabasında dünyâya gelen Muhammed Es'ad Efendi, zamânının usûlüne göre ilim öğrendi. Erbil'deki Hâlidiyye Dergâhı postnişîni olan babası Muhammed Saîd Efendinin terbiyesinde yetişti. Erbil ve Deyr'deki çeşitli âlimlerden ilim öğrendi. 1870 senesinde yirmi üç yaşındayken zâhirî ilimlerden icâzet, diploma aldı. Tasavvufa karşı alâka duydu. Tâhâ-i Harîrî'ye intisâb edip, beş yıl müddetle hizmet ve meclislerinde bulundu ve hilâfet aldı. 1875 senesinde Hicaz'a giderek hac vazîfesini yerine getirdi. Hac dönüşünde hocasının vefâtı üzerine İstanbul'a geldi. İstanbul'da ilk zamanlar Salkımsöğüt'te Beşirağa Dergâhında misâfir kaldı. Sonra Bâyezîd Parmakkapı'da Makasçİlar içindeki câminin müezzin odasİna yerleŞti. Fâtih CâmiindeHâfız Dîvânı ile Molla Câmî'nin Lüccetü'l-Esrâr adlı eserlerini okuttu. Gerek verdiği dersler, gerekse etrafına toplanan kimselere verdiği vâzlarla tanındı. DerviŞpaŞazâde Halil Paşa, saraya dâvet etti ve kendisinden Arapça okudu. Meclis-i Meşâyıh âzâlığına (tekke ve dergâhların idâresiyle vazîfeli meclis üyeliğine) tâyin olundu.Toplantı günleri Meclis-i meşâyıha gitti, diğer günler Fâtih Câmiine gidip derslerine devâm etti. Bu arada evini Bâyezîd Câmii İmâretinin kapısı üstündeki odalardan, meydana bakan bir odaya taşıdı. Kendisine bir dergâh postnişinliği verilmesi için Şeyhülislâmlık makâmına mürâcaat etti. Fındıkzâde Mâcuncu civârındaki boş bulunan Kelâmî Dergâhı postnişinliğine tâyin edildi. Fakat kendisi Kâdiriyye yolundan icâzetli olmadığı için Kâdiriyye yolu mensuplarından Abdülhamîd er-Rifkânî'den Kâdiriyye yolu icâzeti aldı. Böylece adı geçen dergâhın postnişinlik vazîfesine getirildi. Bu dergâhta bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhatlarda bulundu.

Muhammed Es'ad Efendi vâzlarından birinde şunları açıkladı:

'Bilindiği gibi Allahü teâlâ insanları dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ulaştırmak için her asrın durumuna ve her devrin îcâbına göre peygamberler gönderdi. Bildirdiği ilâhî hükümlerine uyanları bu sâyede yükseltti. Âlemlere rahmet olarak seçtiği peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmı, getirdiği İslâm dîni ile en güzel ahlâkı ve en iyi vasıfları öğretmek gibi yüksek bir vazîfeyle vazîfelendirdi. İnsanlığın mutluluğa kavuşmasının temeli ve arzu edilen hakîkî medeniyetin özü durumunda olan Kur'ân-ı kerîmin hükümlerine tâbi olmak, insanlığı kurtuluşa götürmüştür. Bu sâyede terakkî ve medeniyet yolunda ilerlemeler ortaya çıkmıştır. Târih sayfalarına bakıldığı zaman, İslâm güneşi doğmadan önce Arapların çeşitli aşîret ve kabîlelere ayrılmış oldukları görülür. Bu aşîret ve kabîleler dedelerinden, atalarından kendilerine mîrâs gibi geçen buğz ve düşmanlık tesiriyle devamlı çapulculuk ederler ve kanlı muhârebelerinin ardı arkası kesilmezdi. Cahiliye devrinde onların bu bozuk durumlarını düzeltmeye yetecek bir ilâhî kânun da o gün için mevcut değildi. Kendi geleceklerini emniyete alabilecek düsturları da yoktu. Kötü ahlâk âdetâ değişmez huy hâlini almıştı. Mânevî fakirlikle ciğerlerine kadar dolu kimseler, insan sûretinde canavar hâlini almışlardı. Kâinâtın Efendisi ve yaratılmışların medâr-ı iftihârı olan Peygamber efendimizin getirdiği Kur'ân-ı kerîm ve ilâhî hükümler etrafında birleşip toplanan insanlar kısa bir zaman içinde yeryüzünün her tarafına adâlet ve insanlığı yaymaya, mârifet ve medeniyetin nurlarını neşretmeye başladılar. Tevhid inancıyla gönülleri nûrlanan bu insanlar tam bir izzet ve şerefle fazîletli idâreler kurmaya muvaffak oldular. Şunu da ilâve edebiliriz ki, cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı sâdece ilk devirlerde yaşayan İslâm milletine mahsus değildir. Her devirde yüce İslâm dînine tâbi olan bütün milletler, cenâb-ı Hakk'ın inâyetine kavuşacaklardır.'

Bir başka vâzında da şunları söyledi:

'Hesâba çekilmeden önce, nefislerinizi hesâba çekiniz.' hadîs-i Şerîfine uyarak insanİn herkesten önce kendi noksanlarİnİ arayİp bulmaya ve onlarİ düzeltip tâmir etmeye süratle sarİlmasİ, gerçek mârifet ve gerçek irfandİr.' Muhammed Es'ad Efendi bir ara Halıcılarda bulunan Feyzullah Efendi Dergâhına devâm etti. Çeşitli konularla ilgili hadîs-i şerîflerden derlediği Kenzü'l-İrfân adlı eserini neşretti. Bu eserin zararlı olduğuna dâir verilen bilgi üzerine Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından 1900 senesinde memleketi olan Erbil'de ikâmete mecbur edildi. Erbil'de bir kadın tarafından kendisi için inşâ ettirilen dergâhta insanlara İslâmiyetle ilgili bilgiler verdi. 1908 senesinde İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra tekrar İstanbul'a geldi. Kelâmî Dergâhı postnişînliğine getirildi. Kelâmî Dergâhını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşâ ettirdi. Bir müddet burada kaldıktan sonra Üsküdar'daki Selîmiye Dergâhı postnişînliği boşalınca Es'ad Efendiye verildi. Fakat Es'ad Efendi bu vazîfeye kendi yerine oğlu Mehmed Ali Efendiyi gönderdi. Kendisi de arasıra gidip geldi ve bu vazîfeyi oğluyla birlikte yürüttü.

Muhammed Es'ad Efendi bu vazîfesi esnâsında bir sohbetinde ihlâsla ilgili olarak şunları bildirdi: 

'Din kardeşlerime arz ve ifâde ederim ki, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ihlâsla alâkalı olarak buyurdu ki: 'İnsanlar helâk olmuşlardır, ilmiyle amel edenler müstesnâ. İlmiyle amel edenler de helâk olmuşlardır, ihlâs sahipleri müstesnâ. İhlâs sâhibi olanlar için de büyük bir tehlike vardır.' Yâni insanlar Allahü teâlâya karşı dünyâda vâki olan kusurları sebebiyle ilâhî adâletin gereği olarak ölümden sonra azâb görecekler ve lâyık oldukları cezâya çarptırılacaklardır. Ancak bu cezâdan müstesnâ olanlar, İslâmî hükümleri ve dînî emîrleri âlimlerden öğrenmiş olanlardır. Bunlar ilimleriyle amel etmedikleri müddetçe meselâ namazın şartlarını ve rükünlerini öğrenip namaz kılmadıkça âhiretteki azaptan kurtulamazlar. Nefislerini tezkiyeye tâbi tutmayanların, kibir, hased, riyâ ve cimrilik gibi kötü huylarından temizlenmeyenlerin amel ve ibâdetleri Allahü teâlânın kabûlüne lâyık olmayacağından, onlar da af ve Allahü teâlânın yardımı yetişmedikçe azaptan kurtulamayacaklardır. İlim, amel ve ihlâsı kendinde toplayan ümmetin ileri gelenleri ise azaptan kurtulmuş demektir. Bunlar için de bir endişe vardır. Nitekim Allahü teâlâ Ra'd sûresi 39. âyet-i kerîmesinde meâlen; 'Allah dilediğini mahveder, dilediğini de isbât eder.' buyurmuştur.

1915 senesinde Meclis-i meşâyıh reisliğinden istifâ etti

Muhammed Es'ad Efendi 1914 senesinde Meclis-i meşâyıh âzâsı, daha sonra da Meclis-i meşâyıh reisi oldu. Meclis-i meşâyıh reisliği zamânında tekkelerin ıslâh edilmesi için bâzı çalışmalar yaptı. 1915 senesinde Meclis-i meşâyıh reisliğinden istifâ etti. Kurtuluş Savaşından sonra tekkeler ve zâviyeler kapatılınca Erbil'deki emlâkını satarak İstanbul Erenköy'de bir köşk satın alıp dostları ile oturdu. Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek Erenköy'deki köşkünde münzevî bir hayat yaşadı.

İzmir Menemen'de meydana gelen hâdiselerle ilgisi olduğu iddiâ edilerek evinden alınıp Menemen'e gönderildi. Bir müddet hücre hapsinde tutuldu. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle askerî hastaneye kaldırıldı. Fakat hastalığı gittikçe fazlalaştı. Nihayet 3-4 Mart 1931'de Menemen'de vefât etti ve orada defnedildi. İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristan'da pekçok sevenleri bulunan Muhammed Es'ad Efendinin yolunu talebelerinden Ramazanoğlu Mahmûd Sâmi Efendi devâm ettirdi. Çok kuvvetli bir hâfızaya sâhib olan Muhammed Es'ad Efendi senelerce önce görüştüğü kimseyi hemen tanır konuştukları mevzûyu hatırlardı. Anadili Türkçe idi. Böyle olmakla birlikte Arapça, Farsça ve Kürtçeyi de ana dili gibi bilirdi. Şâirliği de olan Muhammed Es'ad Efendi Türkçeyi çok iyi kullanırdı. Tasavvufî halk edebiyâtından ziyâde Dîvân edebiyâtını benimsemiş ve Arûz veznini ustalıkla kullanmıştır.

Dergâh-ı pîr-i mugânda hâk-i pây ol Esadâ
Ol zamân anlarsın ancak rütbe-i bâlâ nedir.

(Ey Esad gerçek ve hakîki mürşidin dergâhında ayağının toprağı olursan ancak o zaman en yüce rütbenin ne olduğunu anlarsın.) beyti onun beyitlerindendir. İTTİFAK