ÖMER FARUK ÇAĞLAR

Anadolu'da yetişen Türk Şâir ve mutasavvıflarının meşhurlarından Aşık Paşa Hazrerlerinin  ismi, Ali bin Muhlis bin İlyâs bin Ali Horasânî'dir. Paşa lakabı babasının ilk oğlu olduğundan olup, resmî bir rütbe değildir. 1272 (H.670) târihinde Kırşehir'de doğdu. Babası Muhlis Paşa, âlim, fazîletler sâhibi ve Ehl-i sünnet îtikâdında bir zât idi.

ÂŞık PaŞa, kibar, zarîf idi. Dünyâ malına meyletmez, haramlardan Şiddetle kaçar, Şüpheli korkusuyla mübahları dahî terk ederdi. Pek çok talebe yetiştirdi. Devlet işlerinde ehliyet sâhibi olan ÂŞık Paşa, bir süre Mısır'da elçi olarak bulundu. Mısır dönüşü, 1333 (H.733)'de Kırşehir'de vefât etti. Türbesi, Kırşehir'de müslümanların ziyâretgâhı olup, mîmârî bir Şâheserdir.

Orhan Gâzi zamânında şöhret sâhibi olmuştur. En meşhûr eserlerinden olan Garibnâme; muhabbet, mârifet, yâni Allahü teâlânın zâtı ile sıfatları hakkında bilgi sâhibi olmak, rûhun vasıfları ve hasletleri, dînî ve tasavvufî konulara dâir on bâb (kısım) üzerine tertib ettiği kıymetli bir kitaptır. Dîvân-ı ÂŞık ve Mârifetnâme isimleriyle bilinen Garibnâme, Türk tasavvuf edebiyâtının büyük eserlerindendir. Coşkun bir şiir kitabından çok, mantık ve düşünceye sevk eden öğretici bir eserdir. 1328 yılında yazdığı bu eserin dili oldukça açıktır ve 12.000 beyte yakındır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'si gibi, aruzun 'Fâ'ilâtün fâ'ilâtün Fâi'lün' kalıbıyla yazılmıştır. Şiirlerinde Yûnus ve Mevlânâ'nın tesiri büyüktür.

Risâle-i fî Beyân-is-Semâ isimli mensûr bir eseri de, Manisa'da Murâdiye Kütüphânesinde mevcuttur.

ÂŞık Paşa, dîni, âlimlerden öğrenmeyi her zaman tavsiye ederdi. Üstâddan öğrenilmeyen ilmin, insana faydası olmayacağını anlatırdı.

 

Bu Şerîatdur kim üstâd öğredür,

Resm-ü erkân-ü nişân ad öğredür.

 

Farz-u sünnet bildürür nefse ayân,

Dâvet eyler tâata bellü beyân.

 

Pes bilün üstâd âlimler durur,

Kim Şerîat neydüğüni bildürür.

 

Eyle olsa anda key izzet gerek,

Hem edeb erkân u hem hizmet gerek.

 

Kimse kim üstâdına hizmet kıla,

Hiç güman dutman kim ol alkış ala.

 

Hem Çalap hoşnûd ola andan ayân,

Kirtü bilgil bu sözü bellü beyân.

 

Bu dînin emir ve yasakların üstâddan öğrenmek lâzımdır. O üstâd; âdet, usûl ve esasları öğretir. Allahü teâlânİn emrettiği farzları ve Resûlullah'ın sünnetini bildirir. Nefsi ibâdet etmeye açıkça dâvet eder. Şunu iyi biliniz ki, İslâmiyeti en doğru olarak anlatan, âlim olan üstâdlardır. Bu sebeple onlara karşı çok edepli olmalı, izzet, ikrâm ve hizmette bulunmalıdır. Bir talebe hocasına hizmet ederse, şüphesiz çok duâ alır. Onun duâsı bereketiyle cenâb-İ Hak da, o talebeyi sever. Bu sözümüzün hakîkat olduğunu kabûl etmelidir.

MİRİM HALVETİ HAZRETLERİ

Evliyânın büyüklerinden olan Mîrim Halvetî Hazretlerine Ahî Mîrim de denilir. Herî (Hirat) şehri kasabalarından Kilbâd'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Herî ve Şirvan'da yaşadı. 1409 (H.812) senesinde Kırşehir'de vefât etti. Vefât zamanları Karamanoğlu Mehmed Beyin o bölgeye hükmettiği târihlere rastlamaktadır. Başka bir rivâyette Herat civârında Kazerkân kasabasında vefât ettiği bildirilmektedir.

Mîrim Halvetî Şirvan ve Herat'ta ilim tahsîl etti. Tîmûr Han zamânında Anadolu'ya gelip Kırşehir'e yerleşti. Kendisine Ahî denilmesine sebeb Ahî Evrân oğullarından olması yüzündendir. Kırşehir'e geldiğinde burası hoşuna gidip; 'Külâbâd'dan çıktık ise Gülâbâd'a geldik.' buyurdu.

Mîrim Halvetî hazretlerinin hak yolunun büyükleri arasına girişi şöyle anlatılır:

İlk zamanlarında şiirler ve kasîdeler söylerdi. Zamânın sultanlarından birine bir kasîde yazdı. Huzûruna gidip yazdığı kasîdeyi okudu. Kibirli, gururlu sultan kasîdeyi beğenmedi. Bunun üzerine Mîrim Halvetî çok üzüldü ve yaptığı bu işe tövbe etti. O gece rüyâsında âlemlerin efendisi Peygamber efendimizi gördü. O zaman, önceleri, Peygamber efendimizi medheden bir kasîde yazdığını hatırladı ve bunu hürmetle efendimize okudu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; 'Mîrim Halvetî gel sana bir hediye verelim.' buyurdular. Sonra Efendimiz oturdukları yerden bir avuç toprak alıp; 'Bu kimyâdır. Sakın gaflette olma.' buyurup onun eline verdiler. Mîrim Halvetî sabahleyin uyandıkta o toprağı elinde buldu. Sarrafa götürdüğünde onun hâlis altın olduğunu anladı.

Mîrim Halvetî, Halvetî büyüklerinden Ömer Halvetî'nin sohbetine katıldı ve nefsiyle uzun seneler mücâdele edip, ıslâha çalıştı. Netîcede hocasından icâzet, diploma aldı. İnsanlara güzel ahlâkı öğretmekle vazîfelendirildi.

Mîrim Halvetî hocasının vefâtından sonra ona bir türbe yaptı. Ayrıca Tebriz'de dergâhlar inşâ etti. Kırşehir'e geldiklerinde ise dergâh ve mescid yaptırdı.

Mîrim Halvetî'nin Ebû Tâlib adında bir talebesi vardı. İlmiyle amel eden biri olup, güzel huylu olgun idi. LâkinVahdet-i vücûdu inkâr ederdi. Bir gün yanına Mîrim Halvetî hazretleri geldi ve ona; 'Evlâdım! Sen taleb, istek yolunu bilmezsin. Zâhidle, dünyâya düşkün olmayanla kalıp ilâhî aşk ve irfâna kavuşmaya çalışmazsın.' buyurdu ve kulağına eğilip bir kerre; 'Yâ Allah!' diye seslendi. Hemen o dakika Ebû Tâlib kendinden geçip yere düştü. Sonra aklı başına geldi ve Mîrim Halvetî hazretlerine; 'Efendim! Şimdi kalbim açıldı.İlâhî aşkı tattım. Lâkin bunu kırk senedir özlüyordum.' dedi.

Hikmetli sözleriyle insanları irşâd etti, doğru yolu gösterdi. Bir gün sevdiklerine; 'Hak yolunun yolcusu gönlünü âhirete vermeli, dünyâlıklara kapılmamalıdır. Bir olan Allahü teâlâya bağlanmalı, başka şeylere heves etmemelidir.' buyurdu.

Çok talebe yetiştirdi. Talebelerinin en meşhurları; Pîr Ebû Tâlib, Pîr Tevekkül, Amr Rabbânî ve İzzüddîn'dir.