Yaşadığımız hayata on yıllık, yüz yıllık, iki yüz yıllık, beş yüz yıllık, nihayet bin yıllık süreler halinde bakmamız gerekmektedir. Hayatın doğasında biraz da bu vardır.

Akıl sahipleri geçmişe nasıl bakar, bunun üzerine düşünmeliyiz. Tek tek insanlar olarak, aileler olarak, aile bir birim olmak özelliği ile yaşamakta olduğumuz şimdiki zamanın kısa bir süre içersinde geçmiş zaman olmaya başlayacağını biliyor fakat bu bilişi bir sabit değer halinde, bir veri kazanımı gücünde gündelik hayatımız içinde tutamıyoruz. Genel olarak bu böyle.

Tutamıyoruz, çünkü kalıcı olacak olan ile geçici olanı ayırt edemiyoruz. Heraklitos`un şu çok ünlü 'aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz' sözü biz onu kendimize zarar verecek tarzda uygulamış oluyoruz belki. Sanki ırmak (zaman) da bir çakıltaşıyız, sular üstümüzden geçip gidiyor. İnsan olarak hiçbir edim gücümüz olmadığı anlamına gelir bu. Fâniliği bu şekilde, özgürlük iddiası taşımak ile birlikte işlevsizliğe tam mahkû m kalarak yaşamak acaba çakıltaşının içinde nasıl fırtınalara sebep oluyor!..

Ulusların yaşam akışı, geleceğe doğru uzanan kesintisiz bir çizgi halinde bir doğrultuda varlık gösterir. Ne aşırı iyimser olunabilir ne de aşırı kötümser olmaya hakkımız var... Duygular dünyası ile yaşamadaki gerçekler arasında bir dengenin varlığı kendini bize duyurur. İslâm medeniyetinin kuruluş çağı ve yükseliş dönemlerinde yetişmiş olan 'arayıcı-bulucu' şahsiyetler -onların hayatlarını ayrı ayrı bilmek de çok önemlidir-. Akıl`a bugün sanıldığından çok daha önem verdiler. Burada Akıl, Batı medeniyetinde ruhban sınıfına isyan eden özgür düşünüş, selim idrâk hasreti duyan 18. yüzyılda ortaya çıkmak isteyen ve bunda direnen Ansiklopedistlerin bir silâh gibi kullandığı Akıl değildir. Başta Diderot ve D`Alambert olmak üzere bu filozof ve düşünürler Varoluşçuluk`tan yüzelli yıl kadar önce varoluş bunalımı yaşayan ve Tanrı inancını, bir dinin temsilcisi olmaktan çıkmış Kilise babalarının kötücül atmosferi dışında hissetmek istiyorlardı.

Bu durum, bu sosyal arıza diyebileceğimiz bu durum, pagan dönemi tam tasfiye edememiş bir Hıristiyanlıkla ilgilidir. Dogmaların kurumlaşmış hali diyebileceğimiz Papalık`ın etkilerine ilişkindir biraz da. Fransız düşünürü Diderot`nun Tanrıya seslenişi yürek yakıcı bir insaniyet taşır. O, Kilisenin baskısından bunalmış Avrupa aydınlarının içli bir sesidir. Meâl olarak, Hıristiyanlıktan uzaklaşmasının Kiliseye olan nefretinden kaynaklandığını gizlemeksizin, fakat ima üslû bu ile ortaya koyarken, yine de Tanrı`ya sesleniyor ve diyordu ki: 'Var mısın yok musun bilmiyorum, fakat varlık ihtimaline göre yaşamak istiyorum(...) Benim de senin bir mahlû kun olsam gerek...' Diderot bu ârz-ı hâlinde, âhireti de yok sayamayacağını ifade etmiştir.

Burada, konumuz içerisine Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki temel bir fark girmelidir. O da Müslümanlıkta zorlama bulunmadığıdır. Kutlu Söz: 'Dinde zorlama yoktur.' Çekinmeden tersini Hıristiyanlığa uygulayabilirsiniz. Evet, Hıristiyanlıkta zorlama vardır, baştan beri vardır. Bir türlü giderilememiştir. Hakikatle kısım kısım perakende pazarlık ısrarından hatta inadından vazgeçilmediği sürece de giderilemiyecek görüntüsü vardır. Ve bu çocuk oyuncağı değildir. Sayısız şair, Avrupa ve Amerikalılarda Kilese karşısında temkini tercih etmişlerdir. Dogmatizme karşı duran bir Şiir Damarı son iki yüzyılda iyice güçlenmiş ve kendini var eden bir gerçeklik olmuştur.

Hıristiyanlıktaki zorlamaların, insan kaynaklı dayatmaların Müslümanlıkta da mevcut olduğunu varsaymak ne derece isabetlidir? Bu taklit neden?

Şu lâik-Müslüman ikilemine dikkatle bakılsın. Birilerinin Müslüman bir toplum olan Anadolu`ya yeni bir yazgı biçme girişiminden kaynaklanıyor olmasın!.. Bir maksadın ürünü görünüyor. Aydınları bu nokta etrafında doğrulukla, düşünce onuru ile durmaya dâvet ediyorum.

Bu, toplumumuzda ipin ucunun kaçacak gibi olmasından endişe duyuşumuzdandır. Kaçkere toplumu iki zıt kutba itmek istediler. Tutmadı. Çünkü İslâm ruhu ile yoğrulmuş bir Anadolu Ruhu var. Bu kere lâik-Müslüman kavramları zıtlaştırılıyor. Tutsun isteyenler var. Tarihî bir falso olur. Toplum bin yıllık varlığından olur. Ü lke yağmaya gider. Su uyur, düşman uyumaz.