Aşk, gönüllerimizin müstesna mahfillerinde ümitle büyütmeye çalıştığımız manevi bir iksir olarak mütâlaa edilebilir.

Aşk olmayınca meşk olmaz!

Nesiller sonrasına sarkaçlanmış, her devirde tazeliğini muhafaza etmiş, uzun soluklu eserleri araştırdığımızda/incelediğimizde bu eserlerin aşk eksenli olduğu karşımıza çıkar.

İnsan, her fırsatta aşkı ilahi aşkı aramalı ve bulmalıdır.

Sevdalı bir şairin,

'Aşkı aramalı insan ve ona hazırlıklı olmalı.

Günleri, yılları bu uğurda harcamak ne güzeldir.' tesbitini göz ardı etmemek gerekir.

Hattat, kâğıdın müşfik yüzüne 'Ah min`el aşkı ve halâtihi ahraka kalbî bi-harâretihi' yazmış, sülüs kalemiyle; Mezkû r kalemin ziyaından neş`et eden güzellik, beni sanatla aşk arasındaki kuvvetli bağa götürdü...

Sanat ve aşk birbirlerinin mütemmim cüzü hüviyetine bürünmüştür hep. İlahi hakikatlere ulaşmada bir vasıta olan aşk-ı hakiki olmayınca, sanatkârların eserlerinden hep yavan kokular gelir;

Aşk ızdırabı, gönlü bir baştan bir başa kuşatmadıkça, mâşukun dilinden sadra şifa kelâm tanecikleri dökülemez.

Şairi 'Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak' tesbitine, âteş-i aşk götürmüş olmalı.

Aşk olmayınca münzevi bir neyzenin nefesleri bağrı delik bir kamışta dile gelemez.

Bir çırak, ustasına bende olamaz, kalbinde sanatına dair billur aşk huzmeleri yer almıyorsa.

Bir şairin mısralarının arasında ördüğü gergef uzayıp gidemez sızıları aşk mahreçli değilse.

Bir muharrir, fikir çilesinden geçirdiği en verimli yazılarını döktüremez kâğıdın beyaz yüzüne, yüreğinde aşk mahreçli acılar yer bulamıyorsa.

Bir geçkız, kaneviçesinin en girift desenlerini işleyemez kumaşın üzerine yüreğinin derinliklerinde hissetmiyorsa aşk ateşini.

Bir hattatın kamış kaleminin kıvrımlarından süzülemez lahuti harfler, kelâm-ı ilahiye âşık değilse;

Aşksız bir hattat, devasa istiflerini konduramaz bin bir meşakkatle aharladığı kâğıtların mürekkep tutan yüzüne.

Bir ebrucu -iğne ile suyu kazarak- teknesinin üzerine en güzel battal ebruları hazırlayamaz, aşktan nasibi yoksa.

Bir duagû , en hisli kaside ve duaları okuyamaz, aşk fidesinde filizlendirmedikçe lisânını.

Bir kalemkâr ağacın müşfik yüzünü, iki haftalık bir hilâl parlaklığına büründüremez, aşk ızdırabı gönülevini harab etmiyorsa.

Bir müzehhibenin narin parmakları arasında bir kelebek zarafetiyle tutuverdiği fırçasından hatailer, bulutlar, rumiler beliremez, aşka endeksli değilse gönlünün köşeleri.

Bir mücellit, en güzel mushaf muhafazalarını hazır edemez, elleriyle kalbi arasında kuvvetli bir irtibat bulunmuyorsa.

Bir tesbih ustası en güzel habbeleri, durakları, imame ve hitameleri çıkartamaz naif ağaçların gövdesinden, gönlüne bu ağaçların yaprakları uzamıyorsa.

Bu noktada Divan edebiyatının ekol ismi Fuzuli`ye getirmek istiyorum sözü.

Fuzuli, aşk ateşine kapılmasaydı:

'Mende Mecnun`dan füzû n âşıklık istidadı var/Â şık-ı sadık menem/Mecnun`un ancak âdı var' beytini dillendiri, zamanımıza uzatabilir miydi?

İnsanlarımız ebedî aşktan, edebiyattan, sanattan, ulvi değerlerden ve dahi estetik sevdalardan büyük ölçüde uzaklaşarak politikaya, magazine ve günübirlik kısır çekişmelere yaklaştı.

Cemiyetimizin ve bâhusus sanat camiamızın erozyona uğramış coğrafyasında kalplerini hakiki aşka bağlamış gönül dostlarına/sanatkârlarına binler selâm!