CAFER VAYNİ: Gazetede neşredilen Kadife Eldiven isimli roman bir zabıta romanı. Siyasi ve fikri bir gazetede böyle bir romana neden yer veriliyor?

ATTİLÂ İLHAN: Kadife Eldiven isimli zabıta romanı; O dönemde Tan gazetesi de böyle şeyler yayınlardı. Yani, okur böyle şeyleri sevdiği için gündelik gazeteler mutlaka böyle şeyler koyarlardı. Biz de o vesileyle koyduk. Bir de edebî roman gerekiyordu. Edebî roman o sıralar kimsenin elinde bulunmuyordu. Yani birçoklarına soruldu. Yoktu. Benim elimde bir roman vardı. Fakat ben de söylemeye utanıyordum. Ben daha çok gencim o zamanlar. Esat Bey bana: 'Sende roman yazıyorsun, biliyorum. Sende roman yok mu?' diye sordu. Ben de: 'Saadet Hepimize Mahsustur diye bir romanım var, ben bunu bir hayli yazdım, fakat henüz bitmedi.' dedim. 'Biz başlarız. Nasıl olsa günde ikişer sayfa roman verilecek. Sen o zamana kadar bitirirsin.' dedi ve paldır-küldür benim roman başladı orada tefrika edilmeye. O romanı öyle koymuş olduk gazeteye.

CAFER VAYNİ: İmzasız köşeleri kimler hazırlıyordu?

ATTİLÂ İLHAN: İmzasız köşeleri söylediğim kişiler hazırlıyordu.

CAFER VAYNİ: Gazetede yayımlanan ve mahkeme konusu olan yazılar da vardı sanırım. Bunlardan bahsedebilir misiniz?

ATTİLÂ İLHAN: Mahkeme konusu olan yazıları benim şimdi hatırlamam mümkün değil. Ben yalnız kendiminkini hatırlayabilirim. Benim üçyazım mahkeme konusu oldu. Bunlar da çeviriydi. Yani teliflerimden beni kıstıramadılar. Ben yırttım. Fakat çevirilerden yakaladılar. Mareşal Tito`nun bir yazısını çevirmiştim. (Gazetede çevirilerle ben uğraşıyordum. Fransızca`dan olanları ben yapmaya çalışıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam Hasan Tanrıkut İngilizce`den yapmıştı. Asım`ın da biraz Fransızcası vardı. O da çat pat bir şeyler yapmıştı. Onun dışında fazla bir şey yoktu: Dışardan bize bir şey verilirse onları koyardık..) Ondan mahkemeye verildim ve beraat ettim. Asıl mahkemeye verilen ve yazıları suçolduğu düşünülen Asım Bezirci idi. Yani, Gerçek neşriyatının yükünü Asım çekmiştir. Nitekim gazete belli bir mesafe kat edinceye kadar savcılık bize hiçses çıkarmadı. Biz şaşıyorduk buna. Fakat birdenbire günün birinde başladı celpnameler yağmaya. Hepimize geldi. En çokta Asım`a. Asım`ı ben o zamanlar çok uyarıyordum. 'Asım sen çok heyecanlısın kendini kontrol edemiyorsun. Bunlar başına iş açacak senin.' diye. Takma isimle yazıyordu. Toplumcu diye. Onda dosyalar olması lâzım. Onu Refika` dan (karısından) bulacaksın. Onun bütün evrakı karısına intikal etti çünkü o da onu bir yayınevine verdi sanıyorum. Neticede, bir gün Asım ilk sorguya gitti ve inanılmaz bir şey oldu. Asım`ı hemen tutukladılar. Bu bir nevi işaret oldu bize. Yani, başımıza iş gelecek diye.

CAFER VAYNİ: Gazete etkili miydi? Satış durumu nasıldı?

ATTİLÂ İLHAN: Gazete 20.000 basarak başladı. Normal dağıtımla dağıtılıyordu. İstanbul`da bir engele rastlamadık. Fakat Anadolu` da rastladık. Gerçek basılıp Anadolu`ya gönderildiği zaman, Anadolu`da mahalli mülki amirleri baskı yapıyorlardı satıcılara. Satılmasını önlemeye çalışıyorlardı. Yani, üzerinde bir baskı vardı gazetenin. Fakat biraz bu baskıdan biraz da daha henüz Türkiye`de sosyalist gazeteyi tek başına yaşatacak kadar bir sosyalist okur potansiyeli olmadığından satış iyi değildi. Çok kötüydü diyebilirim. Hatta ilk haftanın sonunda gelen iade paketlerini görünce Asım`la biz çok demoralize olmuştuk. Çok asabımız bozulmuştu. Yani almıyorlar gibi geldi bize. Acaba boşa mı kürek çekiyoruz hissine bile kapıldık. Ama Reşit Bey gık demiyordu. Parayı bastırıyordu. Esat Bey direniyordu. Eğer son olaylar, yani tevkifat başlamasaydı gazete çıkacaktı. Her şeye rağmen gazete sürecekti. Fakat sonra başka sebeplerden kapattık. Onu da anlatırım yeri gelince. Anadolu`da engelleme, satış noktalarına yapılıyordu. Fakat satış çok değildi. O zaman 20.000 satan gazete az sayılmaz. Çünkü çok satan Cumhuriyet 60&ndash 70 bin falandı. Birçok yerlere gittiğini, gelen mektuplardan hatırlıyorum. Gidiyordu fakat etkili olamadı. Bunu söylemem gerekiyor, dürüstlük icabı. Ayrıca muhtemelen de zarar ediyordu.

CAFER VAYNİ: Gazetede çalışanlardan maaş alan var mıydı? Varsa kimlerdi?

ATTİLÂ İLHAN: Yazı işleri müdürü Mahmut Erhan maaş alıyordu. Onun dışında biz mukaveleli çalışmıyorduk. Ama Esat Bey haftada 10 lira verirdi bize. Bana ve Asım`a. Hasan ne alırdı bilmiyorum. 10`ar lira bize çok büyük para görünürdü. Yani maaş vermeye çalışıyorlardı.

CAFER VAYNİ: İşbölümü var mıydı?

ATTİLÂ İLHAN: Gazete de her gece birimiz nöbet tutardık. Çünkü o zaman gazeteler çok geçbasılırdı. Şimdiki gibi değildi. Rotatif (makine) saat ikiye doğru dönerdi. Onun için mutlaka gece bültenlerinden son haberleri alacak birisinin nöbetçi kalması gerekiyordu. Gazetede, kâğıtların üstünde uyuyarak sabahlardık. Böyle bir işbölümü vardı.

CAFER VAYNİ: Gerçek gazetesinin Türk basın ve fikir tarihindeki yerinden biraz bahseder misiniz?

ATTİLA İLHAN: Gerçek`in Türk basın tarihinde yeri çok önemlidir. O zamanlar çıkan Tan, Yeni Dünya, Gün, Gerçek, Yığın, Sendika gibi gazete ve dergiler Türkiye`de İsmet Paşa döneminin sonlarında, yani faşizan dönemin sonlarında sosyalist solun bayrakları olmuşlardır. Ve çok riskleri göze alarak çıkmışlardır Bu işlere girenlerin başı da beladan kurtulmamıştır. Ama çok önemli fonksiyonları vardır.

CAFER VAYNİ: Dünyayı nasıl algılıyordu? Yabancı yazılar nasıl temin ediliyordu?

ATTİLÂ İLHAN: Yabancı yazıların bir kısmını ben temin ediyordum. Fransa`daki arkadaşlarımdan. Bir de sosyalist dünyanın Türkiye`deki basın ataşeleri böyle bir sosyalist gazete çıkınca çok heyecanlandılar. Onlar bize bir sürü bülten gönderiyorlardı. Sovyetler, Yugoslavya gibi ülkeler. Onların içinden seçim yapıyorduk. Çok açık propaganda olanları yayınlamıyorduk. Derli toplu yazıları oralardan bulup yayınlıyorduk. Bir de Hasan`da ve bende daha önceki yıllardan kalma birikim vardı. Yabancı gazete ve dergiler. Oradan yazıyorduk.

CAFER VAYNİ: Peki, neden kapandı?

ATTİLÂ İLHAN: Neden kapandı? Kapanma meselesine geldik. Şöyle oldu kapanma işi. Gazete zarar ediyordu ve aslında bu yük doğrudan doğruya Reşit Bey`in üstüne biniyordu. Fakat çok derli toplu bir adam olan Reşit Bey (Menteşoğlu), bunu mesele etmiyordu. Hele bizim yanımızda asla konuşmuyordu. Fakat tevkifat başlayınca, yani Asım tevkif edilince ortaya şöyle bir şey çıktı. Asım bir yazısından dolayı mahkemeye celb edilmiş birisiydi ve daha ilk sorgusundan sonra tevkif edildi. Ondan sonra yine bir takım kişiler var, hepsi sorguya gidecekler. Ufukta şunu gördük. Orada mahkemeye verilenlerin hepsi aslında Türkiye Sosyalist Partisi`nin çeşitli kademelerinde görevli kişiler. Yani, Menderes hükümeti partiyi hedef alıyor. Fakat partiyi doğrudan doğruya kapatmaya kalkışamayacağı için- çünkü henüz büyük demokrasi vaatleriyle gelmişler, geldikten birkaçay önce bir parti kapatılırsa, millet ne diyecek bunu göze alamadıkları için- gazeteden yararlanarak, gazetedeki neşriyatla partinin önde gelen kişilerini içeri atacaklar. Bunları içeri atınca, parti kendiliğinden balon gibi sönecek. Böyle bir strateji takip ettiklerine karar verdik. O toplantıyı çok iyi hatırlıyorum. Hasan Tanrıkut yoktu. Çünkü Hasan ya hastalanmıştı ya da çekilmişti o sıralar. Sarı Mustafa, Reşit Bey, Asım Bey ve zannedersem Salih Bey de vardı. Ve tartışıldı. Her şeye rağmen Esat Bey biz bunu göze alabiliriz, devam edelim diyordu. Buna karşın Reşit Bey, Sarı Mustafa ve ben partiyi kurtarmak için gazeteyi feda etmek mümkün diye düşündük. Çünkü gazete çok büyük mali yüktü. Sonunda Reşit Bey`i ve Esat Bey`i de batıracaktı böyle giderse. Hâlbuki gazeteden vazgeçip partiye ağırlık verilirse parti kurtulacaktı. Gazeteyi bırakırsak, Gün`e devam edecektik. Çünkü Gün partinin organı olarak çıkabiliyordu. Böyle bir karar verildi. Ondan sonra gazeteyi kapattık. 

Yani, gazete partiyi kurtarmak için kapatıldı. Nitekim ondan sonra parti kaçsene yaşadı. Sonra yine kapattılar, Samet Ağaoğlu`nun provokasyonuyla.

(Haftaya Devam Edeceğiz)