Mimar Sinan`ın mimarbaşı olduktan sonra erken dönem eserleri arasında sayılan camilerden Ü sküdar`da olanı 1540&ndash 1548, Edirnekapı`daki ise ilkinde 14 yıl sonra 1562&ndash 1565 arasında Mihrimah Sultan`ın isteğiyle inşa edilmiş. Her iki yapı da o dönemin adetlerine uygun olarak külliye ile çevrelenmiş.

Mimar Sinan`ın asıl hesaplama ve estetik dehası, bu iki muhteşem mabedin yer seçiminde yatmaktadır. Külliyelerin inşa edilecek yerler tesadüfi değildir. Ve seçtiği bu mekânlar ile Mimar Sinan, âdeta Mihr-ü Mâh ismini göklere nakşeder. Ü sküdar sahilindeki Mihriman Camii ile Edirnekapı`daki tepeden şehri seyreden Mihrimah Camii ve Külliyesi arasında düz bir çizgi çekilse, biri diğerinin tam doğusunda, öteki de bunun tam batısında olarak görülür. O tarihlerde birinin minaresinden diğerini seyretmek mümkün olmuştur.

Anadolu yakasındaki caminin 1548`de Avrupa yakasındakinin de 1565`de bitirildiği göz önüne alınırsa, Kanunî `nin bu biricik kızının ilk camisi, şehrin doğu cephesinde bir Mihr (güneş) ikincisi de onun tam batısında bir Mah (ay) olarak düşünülüp hayata geçirilmiştir. Böylece Mihr ü Mah, İslâmbol`u bir uçtan diğerine kuşatmış, kollarının arasına almış olacaktır. Dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bu sihirli simetriyi daha iyi anlayabilmek için, Nisan günlerinin birinde Ü sküdar`daki Mihrimah Camii ile Edirnekapı`daki Mihrimah Camii`ni aynı anda görebileceğiniz bir yere çıktığınızda karşılaşacağınız muhteşem manzara şudur: Güneş, Ü sküdar`daki Mihrimah Camii`nin minareleri arasında doğarken dolunay, Edirnekapı`daki Mihrimah Camii`nin kubbesi üstünden kaybolur. Akşam olunca da, birinden ay doğarken, diğerinden güneş batar...

Bu mabedlerin yapılış öyküsü ile ilgili bir başka rivayete göre ise, Kanunî `nin bu hayırsever kızı, yaptırdığı bu mabetlerde ilk okunan ezan ile son okunan ezanın kendi camilerinden yankılanmasını ister. Dönemin İstanbul`u nazara alındığında, birisi Ü sküdar da, diğeri de Edirnekapı`da bulunan bu camileriyle arzusuna nail olmuş olur.

Şehzade Külliyesi ile eş zamanlı olarak inşa ettiği ilk önemli yapı gruplarından biri olan külliye, cami, medrese, sıbyan mektebi, imarettabhâne ve han yanında suyolları, çeşme, hazne ve helâ gibi tesislerden oluşmaktaydı. Ancak sonraki dönemlerde külliyeye iki türbe ve muhtemelen bir çifte hamamla varlığı gravürlerden tesbit edilebilen ahşap bir kasır ve muvakkithâne eklenmiş, fakat bunlardan imaret-tabhâne, han, kasır ve muvakkithâne zamanla ortadan kalkmış, yakın yıllara kadar hizmet veren çifte hamam ise restorasyon sırasında mağaza haline dönüştürülmüş ve özelliklerini kaybetmiştir.

Hikayeye göre, Mihrimah Sultan`a âşık olan Mimar Sinan, iki görkemli yapı aracılığıyla duygularını anlatmak istemiş. Kanuni 'Bir yanağın güneş, bir yanağın da ay gibi parlak olsun' demiş ve kızına Mihrimah adını koymuş. Mihr ü mâh, Farsça güneş ve ay anlamına gelmektedir. Mihrimah Sultan`a âşık olan ama duygularına asla karşılık bulamayan Mimar Sinan ise sevdiği kadının adına yaraşır eserler yaratmak istemiş ve İstanbul`un iki ilçesine birbirinden güzel iki Mihrimah Sultan Camii yapmış. Hatta ünlü mimar, duygularını anlatırken sadece mimari detaylardan yararlanmamış. İşin içine matematik zekâsını da katarak, minareleri arasından güneşle ayın doğuşunun ve batışının izlenebileceği şekilde camileri planlamış.

Eğer ilkbaharda Ü sküdar`daki caminin minareleri arasından bakarsanız güneşin doğuşunu, Edirnekapı`daki yapındansa ayın batışını izleyebilirsiniz. Akşamları ise bu manzaranın tersine şahit olabilirsiniz.

Ayrıca bahçede Osmanlı hanedan mensuplarına ve devlet görevlilerine ait türbeler bulunuyor. Mimrimah Sultan`ın iki oğluyla birlikte Rüstem Paşa`nın oğlu Osman Ağa ve Kaptan-ı Derya Sinan Paşa burada türbesi olan önemli tarihi şahsiyetler.

Edirnekapı`daki Mihrimah Sultan Camii ise çoğu türdeşine göre daha sade görünüme sahip. İnşa edileceği 1.100 metrekarelik alanını Mimar Sinan`ın bizzat seçtiği cami, 1719yılında yaşanan deprem felaketinde büyük hasar almış. Bu nedenle caminin orijinal halinden uzaklaştığına inanılıyor.

İskele Camii olarak da tanınan ve külliyenin çekirdeğini teşkil eden cami, merkezî kubbeyi üçyönde destekleyen yarım kubbelerden oluşan harim kısmı ile beş kubbeli son cemaat yeri ve bunu üçyönde çeviren ikinci bir son cemaat mahallinden meydana gelmektedir. Dikdörtgen plana sahip olan harimde merkezî kubbe ve yarım kubbeler yonca planlı pâyeler ve duvarlara basan sivri kemerlerle taşınmakta, köşelerde oluşan boşlukları ise küçük kubbeler örtmektedir. Pencere sayısının yeterli olmaması sebebiyle son derece loş olan harimde dikkati çeken en önemli özellik, Mimar Sinan`ın Şehzade Camii`nde uyguladığı dört yarım kubbeli merkezî şemadan farklı bir tasarıma yönelmiş olmasıdır. Büyük bir ihtimalle topografyadan dolayı tercih edilen bu düzen, taçkapıdan sonra ana kubbenin altına geçişle hemen mekânın kavranmasını sağlayan etkiyi de beraberinde getirmiştir. Bu açıdan cami, Mimar Sinan`ın sonraki yapılarında yoğunlaşacağı mekân araştırmalarının başlangıcı kabul edilebilir. Caminin kıyıda dar bir alan üzerinde inşa edilmesi klasik revaklı bir avlu şekillenmesine imkân vermemiştir. Ayrıca dıştaki şadırvanı da içine alan ahşap örtü sistemiyle kapatılan ikinci bir son cemaat yeri kuzey rüzgârlarına açık olan yapıda mekânı değerlendiren ve aynı zamanda önemli bir yol güzergâhı olan bu yerde her vakit yoğun cemaat olabilmesi için iyi bir çözümdür. Böylece Boğaziçi`nin başlangıçnoktasındaki bu önemli merkezde kıyı ve denizle olağan üstü bir panaromik yerleşim sağlanmıştır. Bu etkili mimariyle Sinan, güçlü bir sanatkâr olmanın yanında iyi bir şehir plancısı olduğunu daha kariyerinin ilk yıllarında ortaya koymuştur. Cami, tasarım ve yerleşimdeki başarısına karşılık nisbetleri bakımından her ne kadar geometrik biçimlenişte son derece yalın çizgilere sahip olsa da özellikle son cemaat yeri ağır görüntüsü ile bulunduğu alana bütün yüküyle çökmüş izlenimi uyandırır. Sultan camilerine has çifte minaresi de görünümü bakımından ağırlığı arttıran unsurlar arasındadır. Minarelerden sağ taraftakinin daha ince ve yüksek olması devir farklılığını düşündürmektedir.

Ü sküdar`daki Mihrimah Sultan Cami`nin için fazla gün ışığı almazken, Edirnekapı`daki Mihrimah Sultan Cami`nin içi aşırı gün ışığı almaktadır. Bu durum şöyle yorumlanabilir.

Ü sküdar`daki Mihrimah Sultan Cami, Mimar Sinan`ın erken dönem eserlerindendir. Yapım tarihi 1548`tir. Sinan bu camisinin içmekânını küçük tutmuş ve az pencereyle donatmış. Dolayısıyla caminin içi çok karanlık olarak kalmış.

Bu karanlık Mihrimah Sultan`ın hoşuna gitmemiş olabilir ve Sinan`dan aydınlık bir cami istemesi muhtemeldir.

Bu durum Mimar Sinan`ın yeni yapacağı cami için ışığına hiçbir şeyin gölge yapamayacağı bir noktayı, İstanbul`un en yüksek tepesini seçmesini yeterince açıklıyor. 1560`lı yıllarda yapılan bu camide Sinan ışıktan azami derecede yararlanmak için camiyi bol pencerelerle donatıyor. Ve aydınlık, ışığıyla göz kamaştıran bir cami yapıyor.

Merak edenlere önce Ü sküdar daki camiyi sonra Edirnekapı daki camii görmelerini tavsiye ediyorum.