Bakanlar Kurulu kararıyla 1934 yılında müzeye dönüştürülen Ayasofya, Danıştay ın söz konusu kararı iptal etmesinin ardından 24 Temmuz Cuma günü Müslümanlar için ibadete açılıyor.
Danıştay 10 uncu Dairesi, Cuma günü yayımladığı kararla, Ayasofya nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti.
Dünya üzerindeki en sembolik yapılardan olan Ayasofya`dan bu vesile ile biraz bahsedelim.
Fetihten sonra şehrin en büyük mâbedi olan Hagia Sophia Kilisesi Fâtih tarafından Ayasofya adıyla fethin sembolü olarak camiye çevrilmiş ve ilk cuma namazı da burada kılınmıştı. Bu sebeple daha sonra fethedilen diğer şehirlerdeki kiliseler camiye çevrildiklerinde en büyüğünün Ayasofya adıyla anılması âdeta bir gelenek haline gelmiştir. Bunlardan bazıları daha kilise halindeyken bu adla anıldıkları halde, bir kısmı da halk tarafından fethe işaret olarak sonradan yakıştırılmış, böylece hepsi Ayasofya Camii olarak anılmıştır. Bazan da İlkçağ`dan kalma bir harabe veya ören yerine Ayasofya denilmiştir.
'Sofya' sözcüğü, eski Yunanca`da 'bilgelik' anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla 'aya sofya' adı 'kutsal bilgelik' ya da 'ilahî bilgelik' anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhepinde Tanrı`nın üçniteliğinden biri sayılır. 6. yüzyılın ünlü mimarlarından Milet`li İsidoros ve Tralles`li Anthemius`un yönettiği Ayasofya`nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve Jüstinyen`in bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bu çok eski binanın bir özelliği yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. Bizans döneminde Konstantinopolis Patriği`nin patrik kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi`nin merkezi olmuş bulunan Ayasofya, doğal olarak vaktiyle büyük bir 'kutsal emanetler' koleksiyonunu içermekteydi.
1453`de kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet`in gösterdiği büyük hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Ü çüncü Ayasofya olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya`nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan`ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiççökmemiştir.
1402`de İstanbul`a gelen İspanyol elçisi Clavijo, Ayasofya`yı harap ve bakımsız bir halde görmüştür. Evliya Çelebi Seyahatnâme`sinin bir yazmasından öğrenilen, fakat başka kaynaklarda bulunmayan bilgiye göre, İstanbul`un fethinden birkaçyıl önce yine bir depremde zarar gören Ayasofya`nın kuzey tarafını tamir etmek üzere Ali Neccâr adındaki Türk mimarı Edirne`den İstanbul`a gönderilmiştir. Gerekli takviyeyi yapan mimar Edirne`ye dönüşünde müstakbel minarenin kaidesini de hazırladığını açıklamıştır.
Ayasofya İstanbul`un fethinde, usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Tursun Bey`in yazdığına göre kubbeye kadar çıkan Fâtih Sultan Mehmed, yapının ve çevresinin harap görüntüsü karşısında meşhur Farsça beyti söylemiştir. Fâtih Ayasofya`nın tahribini önlemiş, burada ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiş, yanına sonraları çok değişikliğe uğrayan bir de medrese yaptırmıştır. İlk minarenin de batıda yarım kubbenin yanındaki iki baskı kuleciklerinden güneydekinin üstünde ahşap olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bu minare uzun müddet durmuş, ancak 1574 tamirinde kaldırılmıştır. Caminin güneybatı köşesindeki tuğla minarenin Fâtih devrine ait olduğu söylenirse de bunun II. Bayezid zamanında yapılan minare olması ihtimali daha kuvvetlidir. II. Bayezid dönemine ait olduğu iddia edilen güneydoğu köşedeki yivli minareyi ise, Edirne`deki Selimiye Camii minarelerine çok yakın benzerliği dolayısıyla, Mimar Sinan`ın eseri olarak kabul etmek kanaatimizce yerinde olur. Kanû nî Süleyman devrinde Budin`in fethi üzerine oradaki başkiliseden alınan tunçşamdanlar, üzerine manzum birer kitâbe yazılarak 1526`da Ayasofya`da mihrabın iki yanına yerleştirilmiştir. II. Selim de Ayasofya`ya büyük ilgi göstermiş, Bizans devrinden beri narteks kısmında duvara yapıştırılmış olarak duran taşa işlenmiş levhalar halindeki uzun bir karar metnini de tercüme ettirmiştir. Bunlar daha sonra kaldırılarak Kanû nî Türbesi saçağında kullanılmıştır. Yine II. Selim zamanında Ayasofya`nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmış, ayrıca Mimar Sinan tarafından takviye payandaları yapılarak yapının çökmesi önlenmiştir. Bu vesileyle bir de minare yapılmıştır ki bunun güneydoğu köşedeki minare olması kuvvetle muhtemeldir. Şehrin en büyük ibadet yeri olarak Ayasofya`nın etrafında sultan türbelerinin yapımına da yine bu sırada başlanmış, ilk türbe II. Selim için Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. III. Murad zamanında da kuzeydeki iki minare ile minber, kürsü ve mahfil ilâve edilmiş, Bergama`da bulunan İlkçağ`dan kalma yekpâre mermerden oyulmuş iki büyük küp getirtilerek caminin içine şadırvan yapılmıştır. Daha sonra yine Ayasofya`nın yanında Mimar Dâvud Ağa tarafından III. Murad için, XVII. yüzyıl başında da III. Mehmed için türbeler inşa edilmiş, ayrıca burada bir de şehzadeler türbesi yapıldığından bir hazî re teşekkül etmiştir. Bu üçbüyük türbe Osmanlı devri Türk mimarisinin yapı, çini süslemesi ve diğer teferruatı bakımından en güzel eserlerinden sayılır. Türk devrinde Ayasofya`nın süslenmesine devamlı surette gayret edildiğinden 1607`de çini olarak mihrap duvarına besmele-i şerif yazılmıştır.
24 Temmuz 2020`de besmeleyle açılacak Ayasofya, inşallah ilelebet cami olarak kalır.