Herhangi bir toplulukta muhalifler de belirir. Hayatın içinde yatan bir değişmez de budur gibi geliyor bana. Babaya itiraz oğulun yakıtı gibi durur. Bizde, bu, doğalmış görünümüne geldi dayandı. Oysa bir Doğu toplumunda baba oğul uyumu belirgindi. Nereden itibaren bu uyum bozulmaya başladı, ayrı bir başlık gerektirir.Ama herhalde Doğu değerlerinin Batı toplumunun telâkkileri ile karşı karşıya kaldığı Tanzimat anlayışından itibaren. Burada Tanzimat`ı sadece Türkiye bakımından düşünmemelidir. Mısır 'Tanzimat'ı var, bizden önce: Mehmed Ali Paşa`nın derin ıslahatından esinlenir. Daha doğrusu etkilenmiştir. Bu öyle bir dar zaman etkilenmesidir ki, esinlenme bir lüks olarak kalmıştır. Görünüm öyledir. Hadice Sultan`ın, Fransız büyükelçesinin eşine, sefirenin anadilini yazdığı harfleri öğrenerek, o harflerle kendi anadilini yazması akıldan çıkacak gibi değil. 

Batı kültür, siyaset ve medeniyeti ile temaslar karşılıklılık kazanmaya başlayınca, muhalif düşünüş ve tutumlar eskiye oranla daha sık görülmeye başlar.

Altını çizebiliriz: Bizde muhalefet Batı`dan esinlenir, Batı`nın etkilerine açık kalmıştır, giderek Batı Osmanlı`da muhalefet örgütlemeye kadar gidebilme imkânı bulmuş, padişah hal etmeler olabilmiş, darbeler gırla gitmiştir.

Bütün bunlar Batı düşüncesinin, Türkiye`de 'Batıcı Görüşler' haline dönüşmesi ile atbaşı yürümüştür. Yürümekte, yürüyor...

Aynı olguyu Karşı`da müşahede etmeyi deneyelim şimdi. Avrupa düşüncesinde bir Türk etkisi, bir İslâm etkisi olmuş mudur?

İslâm`ın doğuşu ile birlikte bu tesir başlamıştır. Sekiz asır Endülüs, ondan sonra da Osmanlı Devlet-i  liyesi, Batı insanının günlük hayatında bir model oluşturabildiği dönemler olmamış değildir. Olmuştur ve bu nokta çok önemlidir. Bütün Rönesans`ı Avrupa İslâm kültür ve edebiyatına, İslâm düşüncesine borçludur. Bunu bizzat kendileri itiraf ederler. Biz ise, bu itirafları, İslâm kaynağının önem ve etkisini yaşayanların bu itiraflarını tercüme ederek yeni nesillere haber vermekte ihmal ediciyizdir. Öncü çevirileri sistematik bir yayın faaliyetine kavuşturmakta umut kırıcıyız hatta.

Prof. Dr. Zeren Tanındı, Türk Minyatür Sanatı adlı incelemesinde (İş Bankası Yayınıdır) II. Mehmed`in İtalya`dan ressamlar davet ederek portresini resmettirmesi olayını, doğrudan doğruya padişahtaki 'Kültür ihracı' fikir ve hamlesine bağlamaktadır. Aydınlatıcı, hatta kimilerini tedavi edecek bir kitaptır demekten kendimi alamıyorum.

Bizde yabancı dil öğrenimi tek taraflı kurulmuştur. Bizden biri, bizim bir yazarımızın bir paragrafını dışarda birine haber verecek nicelikte dil öğrenemez. Diyeceksiniz ki, kolejler öğretiyor. Evet öğretiyor. Ama kolejlerden çıkanların biraz değişmiş çıktığı da görünen köydür. İstisnalar bir tarafta dursun yabancı dili üstün öğrenenler, kendi kültür, hatta dillerini küçümser hale, yıllar içinde, farkında olmadan, geliyorlardı. Daha acısı, kendi insanlarına iğreti bakar oluyorlardı. Örneklerini görüyoruz, gördük, 'Sınırı geçen için sınır yoktur'u görkemle oynarlar. Ama hep küçümseme ile birlikte, hep yaradılışlarındaki merhamet ve erdem, eğitildikleri sistemde, makyavelik bir ruhla soğurularak. Siyasete atılmasalar da makyavelist oldular hep.

İşte onların traji-komik snobizminin benim gözümdeki manzarası, kısaca.

Peki! Batı`da, Batı insanının ruhunu sıkıştıran bir çember yok mu? Sezai Karakoçbir kitabında buna 'değişememe' demektedir.

Bir değişme noktası yakalanamayan bir kültür ve uygarlıkta aşırılıklar iktidarda olacaktır.

Evet, söz oraya yaklaşıyor: Batı insanı Doğu Edebiyatı`nı tanımaya muhtaçdurumdadır. Çerez kabilinden tercümeleri bir yana bırakalım, Batı aydınları içimin en katışıksız duygusundan ilân etmek isterim: Türkçe öğrenerek Türk Edebiyatını, modern ve klâsik tanımak ihtiyacındadır. Çağdaş Türk Düşüncesinin olağanüstü yaratıcı taraflarına hayran olacaktır.

Amerika`da Türk Lobisi`nden daha derinde, böylesi gerek. Tüm Batı`da. Tüm Doğu`da.