Ülkece dûçar olduğumuz bir hastalık var; karamsarlık... Herhangi bir durum karşısında kendimizi her zaman en kötü ihtimale hazır hale getiririz.

Tabi bunu böyle ifade ettiğimizde bu karamsarlıktan ziyade bizlere tedbirli ve garantici bir insan modeli sunar. Yani evet karamsar insan işlerin ters gittiği (gideceği) yönündeki zanları daha baskın ayrıca genelde endişeli ve kaygılı bir hâleti ruhiyededir. Tedbirci diyebileceğimiz insan modelinde ise iyi veya kötü olarak gerçekleşecek sonucun olasılık hesabı yapılır ve genelde her iki durumun da gerçekleşmesi kişi için aynı olasılık değerine tekabül eder. Aslında bu insanın bir nevi kendi zihnini, psikolojisini koruma kapasitesidir.

Çünkü henüz sonucuna vakıf olamadığımız durumların olumsuz neticelerinde yaşanılan hayal kırıklığı daha az ölçüde olacağından kişi kendince daha az duygusal tahribata uğrayacağı kanısındadır. Bu bir bakıma anlaşılabilir bir düşünce tarzıdır. Sadi Şirazi'nin de dediği gibi "insan bir pıhtı kan binbir endişedir." Hayatında binbir endişeyle baş etmek zorunda olan insanoğlunun endişelerini yatıştırma yöntemi olarak tamamen kendini olumsuza hazırlaması bir zaman sonra kronik umutsuzluk vakasına dönüşebilir. Çünkü kişinin sürekli kendini odakladığı nokta istem dışı bile olsa bardağın boş tarafıdır. Kişinin burada kendini savunma mekanizmasındaki en doğru davranış zihnini etkin bir şekilde kontrol altına almakla mümkündür. Ki en başta kendisini gözlemleyerek olumlu ve olumsuz kavramlarının kendisinde ne gibi anlamlara tevafuk ettiğini anlamalıdır. Bundan sonra yapılacak olan, insanın olumsuzun ilanihaye hoşnut olunmayacak bir durum kesbetmeyeceğini veya olumlu bir sonucun da mutlak bir mutluluk veremeyeceğini idrak etmesidir. Çünkü Rabbimizin de buyurduğu gibi " Olur ki hoşunuza gitmeyen şeyde sizin için hayır yine olur ki hoşunuza giden şeyde sizin için şer vardır."(Kur'an 2/216) Demek ki merkeze alacağımız nokta bizim hoşnutluğumuz olmamalıdır. Karşılaştığımız sonucun bizim için nötr olması olumsuz olarak nitelediğimiz neticede de belki oradan açılması mümkün başka kapıların açılmasına olanak sağlayacaktır. Bu da o olumsuza odaklanmadığımız sürece gerçekleşebilecektir.

İkinci olarak ise insanın Allah'a teslimiyet noktasındaki duruşudur. Yaşanılan olumsuzluklar karşısında "lütfun da hoş kahrın da hoş" dedirtebiliyor mu diye bir kendimizi sorgulamalıyız. Böylece kişi her ne yaşamış olursa olsun Allah'tan gelenin gönül rızası ile baş üstü edilmesinin hayatındaki ikramlarına mazhar olacaktır.

Bir de bu umutsuzluğun "Murphy Kanunları" denilen kalıba dökülmüş hali vardır. Bu yasaya göre,

1. Madde: Herhangi bir şey ters gidebilecekse gidecektir.

Şimdi bunu okuduğumuzda herkeste "Aaa evet doğru" diye bir tepki olacaktır. Doğrusu burada yapılan yalnızca algıda seçiciliktir. Bu madde okunduğunda büyük çerçeveye ters giden işler yerleştirilip diğer sonuçları göz ardı etmiş oluruz. Kaldı ki yaşadığımız herhangi bir durumun müspet ya da menfi oluşu büyük oranda söylemlerimiz ve niyetlerimiz doğrultusunda şekil alır.

2. Madde: Her şey tahmin ettiğinden uzun sürer.

Elbette tahmin ettiğimizden uzun sürecek işlerimiz olur fakat kimse hayatta bazı işlerinin tahmin ettiğimizden kısa sürdüğünü ve sürebileceğini de inkar etmesin. Bu madde yapılan işlere tayin edilecek zamanın planlamasında yardımcı olabilir gibi gözükse de kimsenin berhava edilecek bir zamanının olduğunu düşünmüyorum. Her işe ayrılan sürenin fazla fazla olması demek yalnızca belki o işin daha iyi yapılmasını sağlayacak olabilir fakat bu durum pratik zekayı gölgeleyecektir ayrıca başka bir işe ayrılabilecek vakitten de çalmış olacaktır.

Az çok bildiğiniz bu Murphy Kanunlarının hepsini buraya yazmayacağım ama bildiğiniz üzere genel olarak bu kurallar kişinin en kötüyü baz alıp ona göre bir yaşam planlaması doğrultusunda bir yol çizmesini ister. Bu da demektir ki sürekli diken üzerinde bir hayat ve birbiri ardınca hücum eden düşünceler... Fakat bir Murphy kanunu daha var ki buna ben de katılıyorum;

Ne zaman bir şeyden vazgeçerseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.

Bu madde bana Efendimizin (s.a.v.) "Kim dünyanın peşinden koşarsa dünya ondan kaçar ; kim dünyadan kaçarsa dünya onun peşinden koşar." Hadisini hatırlatır. Hayatımızda az çok bunu tecrübe ettiğimiz birtakım şeyler yaşarız. Ne zaman herhangi bir şey için haddinden fazla çabalıyor ve buna gönül bağlıyor isek bunu ya elde edemiyor ya da çok zor elde edebilmiş olabiliyoruz. Fakat hayatı akışı gereği bize lazım olan kadar ayrıca tutkulu bir gayretle istemediğimiz zaman o şeyi ayağımıza gelmiş bulabiliyoruz. Burada ayrıntı birşeyin peşinden koşuyor olmak bunu hiç istememek değil insan elbette birşeyler ister ve ne istediğini biliyor olması gerekir. Ama bunu elde etmeye çalışırken kişinin koşması değil yürümesi yeterli. Yani itidalli bir gayret suhuletli bir lezzet verecektir.

Bir şeyin kolay mı zor mu olduğu tamamen bizim ona bakış açımızda motiflendirdiğimiz kadar olabilir ancak. Birilerinin bizim önümüze kanun diye yazıp çizip neyi nasıl düşünmemiz gerektiğine müdahalesine uzaktan şöyle bir bakıp kendi dünyamızın derinliklerindeki umutla yeşermek daha manidar olacaktır.