Uzaklarda sıla özlemi içerisinde görevini hakkıyla yapmaya çalışan bir bürokrat gözüne günümüz Türk edebiyatı nasıl görünecektir. Bir hayal kuralım. Mesaî saatleri dışında o, bir şeyler okuyor.

Hayır! O, mesaî saatlerinde de birşeyler okumaktadır. Belki okumanın ötesinde, o birşeyler de yazmak istemektedir.

Yurt dışında içinde bir kıpırtı olmuştur.

O, yurtdışı hizmeti çıktığı, daha doğrusu, 'sırası geldiği' zaman garip bir duygu yaşadı. Dışarıya gitmek istemediğinin farkına vardı. Erciyes dağının dört mevsim erimeyen karı gibi, günlük hayatın içerisinde ve biraz da alışmışlıklarının himayesinde kendine has, kendine özgü bir tarafı olduğunu sezinliyordu.

Dışardan baktığı zaman Edebiyatın toplumda önemsenmediğini gördü. Bu kesinlikle böyleydi. Eğitimde edebiyata tat bırakıcı bir önem atfedilmiyordu.

Hımm... dedi, Eğitimde edebiyata tat bırakıcı bir önem atfedilmeliydi...

Şiir, sadece şiirle ilgisi bulunanların ilgilendiği bir edebiyattı.

Bir insan, şair değilse, şiir dediğimiz manevî sanatla niçin ilgilensindi ki!

İşte yurtdışı görevinin ilk aylarında, Türkiye`de iken görememiş olduğu bir şeyin farkına varmış, değişik bir duyarlılık içerisinde kalmıştı.

Şiir okumalıydı... Yeni Türk şiirini tanımalıydı.

Serbest vezini eskisi kadar yadırgamadığının da farkına varıyordu. Bu da onu memnun eden bir şey oluyordu.

Dayatılmış bir edebiyat, evet bizimkisi dayatılmış bir edebiyat.

Edebiyatın insanı içinden mutlandıran tadından mahrum kalmamalı çocuklarım dedi sekreterine. Sekreteri birşey anlamadı. Haklısınız efendim dedi.

Giderken yanına Halit Ziya Uşaklıgil`in 40 yıl adlı hatıralarını almıştı. Bu hatıraları bitirdiği zaman Halit Ziya`nın bütün hikaye ve romanlarını okuma isteği uyandı.

Halit Ziya iyi bir romancı idi. Kesin inançlı bir yazıcı Roman yazmanın belki de ilk şartıdır bu.

Düşüncesinde, anî bir geçiş oldu. Fikrini güvenle ifade edebilecek bir genç-insan tipi çıkmıyordu okullardan.

Peki eskiden nasıl çıkıyordu? Belki birileri, bu soruya şu şekilde cevap verirlerdi. Eskiden neden çıkıyordu?

Meseleleri, olagelmiş klişeler halinde tartışıyorlardı. Yurtdışı yaramıştı. Ü lke sorunlarının ele alınış tarzı da kontrol altındaydı. Birilerinin razı olacağı bir bayatlıktaydı. Ama...

Bir Türk şiiri, romanı, düşüncesi vardı. Oluşmuştu, yaşıyordu, tanımıyorduk...