Biz toplum olarak buna layık değildik... “Her geçen gün birbirini anlamayan bir toplum olmaya doğru ilerliyoruz” demiyorum, savruluyoruz... İlerlemek şuurla ve kararlı bir harekettir... Savrulmak ise gücün ve isteğin dışında, iradenin dışında bir etkiyle yaşanan haldir...

Şu anda her vesileyle dile getirdiğimiz ‘85 milyonluk ülkeyiz’ sözünün içini dolduracak bir birlik ve beraberliği ne acıdır ki her geçen gün kaybediyoruz...

Bu konuyu dile getirmek adına olsun bir araya gelemiyoruz, birbirimizi anlamıyoruz... Birbirimizi dinlemiyoruz... Birbirimizin ne düşündüğünü ne demek istediğini anlamaya kafa yormuyoruz... Gerek görmüyoruz, merak etmiyoruz...

Yazık...

Birbirini anlamayan toplum derken bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ile başka bir ülkenin başka dil konuşan vatandaşından söz etmiyorum.

Aynı dili konuşan, aynı kelimeleri kullanan, aynı cümleleri kuran ama birbirini anlamayan bir toplumdan söz ediyorum...

Oysa biz ne için çabalıyoruz... Amacımız kutsalımız gayemiz ne olursa olsun gönül kazanmak değil mi? Hem gönül kazanmak isteyip hem de ötekileştirmek nasıl bir yaman çelişkidir...

Birbiriyle iletişim kurarak “arkadaş ben seninle filan konuda farklı düşünüyorum. Sen de benden farklı düşünüyorsun ama istersen neden böyle düşündüğümü sana anlatayım, istersen sen niçin farklı düşündüğünü bana anlat. Birbirimizin ne demek istediğini anlayalım. Doğrusu ne ise onda birleşelim. Veya en azından birbirimizin ne için öyle düşündüğünü bilelim” demiyoruz... Niye?...

Çünkü her birimiz terakki için ilerleme için en zararlı olan kolaycılığa kaçıyoruz...

Kendimiz gibi düşünenlerle bir araya gelip birbirimize birbirimizi övüyoruz... Birbirimizin hoşuna gidecek söylemleri dile getiriyoruz... Aramızda hiç sorun çıkmıyor... Hiç de rahatımız kaçmıyor... Hiç de beynimiz zonklamıyor veya bazen hayretler içinde kalarak yanmıyor... Ne güzel ne ala...

Karşı taraftakiler de öyle... Onlar da kendi aralarında kendi duygu ve düşünceleriyle birbirlerini besliyorlar... Birbirlerinin hoşuna gidecek yazı ve söylemleri paylaşıyorlar... Konuşmaları görüşmeleri, toplantı ve eğlenceleri hep aynı arkadaşlarla aynı yerlerde ve aynı hoş duygularla geçip gidiyor...

Birbirimizden habersiz yaşamaya başlarken bu iletişimsizlik zamanla bizi birbirimize farklılaştırıyor...

Sonra nereden geldiğini bilmediğimiz veya bilmek istemediğimiz sorgulama gereği duymadığımız rüzgarlar bizi, öteki tarafı ötekileştirme, hatta bir adım daha ileri gidip reddetme hatta bir adım daha ileri gidip nefret etme ve düşman görme kategorisine almayı başarıyor...

Sonra aynı dili konuştuğumuz aynı kelimeleri kullandığımız aynı ülkede yaşadığımız halde birbirimizi bir kaşık suda boğacak kadar birbirimize düşman olan farklı insanlar olup çıkıyoruz...

Biz iletişimi bilsek ne olur bilmesek ne olur değil mi? Karşımızdaki farklı düşüneni anlamak isteyip ona kendimizi anlatmak istemeyince...

Bir insanın yaşaması damarlarında dolaşan kan sayesindedir... Kan olmazsa hayat olmaz... Peki kanı kan yapan nedir?

Yaklaşık %60’ı (uzmanların dediğine göre beyaz-sarı renkli, öncelikli olarak su, çeşitli proteinler, tuzlar, eser elementler ve vitaminlerden oluşan kan plazmasından meydana gelir.)

Diğer %40’ı ise kan hücrelerinden...

Kanda değişik görevlere sahip üç çeşit hücre bulunur.

Kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar, eritrositler)

Beyaz kan hücreleri (akyuvarlar, lökositler)

Kan pulcukları (trombositler)

Bu üç farklı hücre eğer birbiriyle uyumlu çalışmazsa kanın kalitesi bozulur... Kan bozulmaya başladığında vücuda sağlıklı iletişim olmaz... Vücut hastalanır...

Ülkeyi bir insan vücuduna ve yaşayan yurttaşlarımızı da düşünceleri hayat tarzları bakımından kanındaki farklı hücrelere benzetirsek ülkenin hayat bulması için bu hücrelerin birbiriyle uyum içinde dolaşması gerekmez mi?

Birbirini ötekileştiren değil birbirini anlayan toplum olmak dileğiyle...