Semt pazarı var bugün...

Kalabalıktır yine ama güzel bir kalabalık... Yeşil zeytinler bas kösede olur her zaman. Domatesler en güzelinden... Semizotu biricik dostum benim. Meydana geliyorum. Alabildiğine güneş. Banklardan birine oturuyorum. Ağacın gölgesi serinletiyor beni. Yüzümde geziyor yapraklarının gölgesi.

Hemen karsımda bir pastane. Önündeki ahşap masalarda birileri limonata içiyor. Bir iki kopek bankların gölgesine sığınmış. Küçük gara doğru yürüyorum... Her zaman narenciye aldığım abiyi göremiyorum. Sahi bugün pazar var diyorum içimden, oradadır muhtemelen...

Karşıya geçiyorum sonra, deniz kıyısına. Ne tarafa gitsem diye düşünürken oturmak geliyor içimden. Deniz kenarında bir taş. Kocaman bir taş. İskelede yürüyorum sandaletlerimi çıkarıp. Bastıkça tahtanın verdiği yumuşak sıcaklığı hissediyorum hoşuma gidiyor... Bir sure denizi izliyorum. Hava esiyor tabi,

Yalıkavak burası eserliklidir havası... Rahatsız etmiyor beni gulu seven dikenine katlanır misali... Gözüme kestirdiğim taşa bakıyorum uzaktan bir de iskelenin demir basamaklarına. Basamaklarda oturmayı tercih ediyorum. Ayaklarım suya değiyor, serinliğini iliklerime kadar hissediyorum.

Ayaklarımı çırpıyorum... Çocuk gibiyim nasıl da seviniyorum su taneleri yüzüme gözüme değdikçe. Biri görüp deli diyecek diye de sağıma soluma bakıyorum, hoş kimseler yok ortalıkta. Su beni yavaş yavaş içine çekiyor. Serinlik içimi ürpertiyor. Su boğazımı geçiyor ve ben hiçhareket etmiyorum. Su beni içine çektikçe sanki çok daha huzurlu hissediyorum. Artik o serinliği hissetmiyorum.

Beklediğim bir şeymiş gibi, bana iyi gelecekmiş gibi kabulleniyorum... Dünyada değilim artik... Masmavi bir yerdeydim... Ayaklarım yere basmıyor. Yukarıya baktığımda kocaman bir aydınlık görüyorum. Dönmek istemiyorum. Biliyorum ki o aydınlık aslında çok karanlık.