Bundan sonra bu sayfada öyküler de yazacağım. Gazetede ki ilk öyküme sizin başlık atmanızı istedim. Bakalım başlık ne olacak; Keyifli okumalar. 

...

`height=

Yağmurlu bir hava. 

Tam istediği gibi. 

Arabalar su sıçratmış yok rimeli akmış umurunda bile değildi kadının. Topuklu ayakkabısının çıkardığı tatlı melodi hepsini bastırıyordu. Hava o kadar kötüydü ki, rüzgarda yamulmuş şemsiyesini kapatmış olmasına rağmen telleri sağdan soldan çıkmış, kötü bir görüntü sergiliyordu elinde. O kılığa kıyafete yakışmış mıydı hiç? Elbette hayır; Ama onun umurunda mıydı o da elbette hayır; Beyoğlu`nda dolaşmayı özlemişti. Bugün yarın derken aylar geçmişti gelmeyeli. Sözü vardı kendine, sokak sokak gezecekti topuklu giyse bile! 

Çok üşümüştü, evet çok mutluydu o an ama soğuk mutluluğa biraz gölge düşürüyordu. Cihangir`e indi hemen. Daha fazla dayanamadı ve kendini Firuz Ağa Caminin hemen yanındaki pastaneye attı. Yamulmuş şemsiyesini kapının girişindeki kovaya koyup içeriye göz attı hızlıca. Havasız mıydı neydi ama içerisi cazip gelmemişti kadına. Şemsiyeyi içeride bırakıp dışarıda oturmayı tercih etti fakat soğuktan da buz kesmişti eli ayağı; Ah bir4 de o topuklular yok mu, hainler kadının ayaklarını arkadan vurmuşlardı! Bu havada neyine topuklu dedi içinden ama Nişantaşı`nda başlayan tıkırtılı ziyaretler de postalla olmazdı değil mi ya;  

Vitrindeki pasta dilimleri göz kamaştırıyordu.

'Bir dilim meyveli pasta ve Türk kahvesi' dedi gelen garsona. 

Garson siparişi alıp kibarca ayrıldı yanından kadının. Dışarıda kendi dışında birkaçsigara içen müşteri vardı. 

Garson kısa süre sonra elinde pasta ve kahveyle geri döndü. Kadın pastayı iştahla yedikten ve kahveyi de pastanın verdiği suçluluk duygusuyla içtikten sonra biraz sağına soluna bakındı; Suçluluktu çünkü çok da istememesine rağmen yutmuştu o pastayı, alt tarafı bir iki dilim pandispanya, krema, birkaçdilim çilek! 'Neyse' dedi içinden, 'her gün mü yiyorum';

Pastanenin önünden gelip geçenler, koşturanlar, sohbet edenler; Tüm bu manzara soğuk havanın içinde sıcacık keyifli bir tablo gibi görünüyordu;

Kadın hesabını ödeyip, kovadan şemsiyesini aldıktan sonra Çukurcuma`ya doğru yürümeye başladı. Bir antikacının önünde durdu. Kapısının önünde kocaman antika denilebilecek aynalar vardı; Eski barok aynalar çok dikkatini çekmişti. Hepsinin önünde tek tek poz verirken bir çerçeveye rastladı. Küçük bir fotoğraf çerçevesinde hoş bir kadın. Antikacı kapıya çekip 'hoşgeldiniz' dedi. Kadın sadece 'buralarda fotoğrafçı var mı' diye sordu. 'Hemen ilerideki sokakta'... Adam lafını bitirmeden kadın yoldaki su birikintilerine basmamak için seke seke sokağa girdi. Fotoğrafçı dükkânının kapısından aceleyle içeriye girip 'vesikalık çektireceğim, hemen çıkar mı?'

Fotoğrafçı alıştığı bu soruya her zamanki gibi 'Evet' diye cevap vermişti.

Kadın çıkan fotoğrafına bakarken fotoğrafçı kadına hayranlıkla bakarak 'tam bir İstanbul hanımefendisisiniz' dedi. 'Teveccühünüz' dedi kadın kibar bir tebessümle...

Oradan da İstiklal Caddesine doğru yürümeye koyuldu. Fotoğraflarını çantasına koymak yerine avucunda tutuyor, ara sıra bakıp tebessüm ediyordu. Adam neredeyse on adet çekmiş, içlerinden seçe seçe bunu seçmişti. 'Evet, evet en güzeli buydu' diye diye, İstiklal Caddesinde bulmuştu kendini yumurtasından çıkmış bir civciv gibi. 

Caddenin o şıkırtılı devinimini her zaman sevmişti. Caddeyi cazip kılan da bu değil miydi?

Allah`ın emri gibi ilk önce Elhamra Pasajına uğrardı tıpkı şimdi olduğu gibi. Aznavur`a ne zamandır gitmemişti; Ama Elhamra ve Terkos olmazsa olmazıydı. -Karanlık ve yüksek tavanlı Elhamra Pasajının tarihine gidersek eğer, 1831 de yangın geçirdiğini ve Guistiniani Barthelmy tarafından İtalyan üslubunda balkonsuz Fransız Tiyatrosu olarak yeniden yaptırıldığını biliyoruz. Ve akabinde yine birçok kez el değiştiriyor ve son tarihi bilgi de şu ki ilk Türk sesli filmi olan İstanbul Sokaklarında filmi Elhamra Sineması`nda gösteriliyor. Tiyatrodan sinemaya bir geçiş olmuş demek ki-

`height=

Askıya asılmış çeşit çeşit kazaklar, pantolonlar; Alsa da almasa da bakardı illa ki. Çok bir şey beğenmemiş dışarı attı kendini. Beyoğlu çikolatacılarının vitrinlerine bakarak devam etti Terkos Pasajına doğru; Ah Terkos vah Terkos;  

Daldı bir hışımla gözüne kestirdiği tezgâha; Hep de oraya giderdi zaten ilk etapta. Aman ne pantolonlar ne üstler. Almıştı yine birkaçparça şey; Lazımdı canım lazımdı, tamam evde de vardı ama bunlar da lazımdı yani;

Alt kata geçti içeriden; Aman bir tezgâh daha mı?

'Ayy aradığım pantolon!'

Hangisi aradığı değildi ki zaten!

'Bu kadar yeter' dedikten sonra içinden, bir kahve molası vermesi gerektiğini anlamıştı yeniden; Sıcak bir mekâna attı kendi gün batmak üzereyken.

'Bir kahve, bir lokum, iki kazak, bir pantolon bir de kendim' diye geçirdi içinden... İstiklal Caddesinin ışıkları altında sarı bir Kasımpatı mı olmalıydı bir lokma suyun içinde...