Büyük diriliş sürecinde idealist gerçekçilikten kaçınıyoruz, neden?

Abone Ol

Fransız Akademisi üyelerinden ünlü edebiyat tarihçisi Paul Hazard (1878-1944) La Crise de la Conscience Europ&ecirc enne adını verdiği eseriyle Avrupa`da ortaya konmuş sayılı tarihi-sosyal özellikli özeleştiri kütlelerinden birine imza atmıştır. Paul Hazard`ın bu derin kapsamlı kafa ürünü Türkçe`ye Erol Güngör tarafından kazandırılmıştır. Bu tercüme 1981 yılında çıkmıştı. Kaybettiğimiz Prof. Erol Güngör, Paul Hazard`ın eserini 'Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme' adıyla vermiştir.

Paul Hazard, etüdünü yayınlarken yazdığı önsözde bir kültürün, bir uygarlığın nereye kadar kendini kandırabileceği gibi bir tereddüt noktasını adeta inşa eder. Demektedir ki: 'Otoritenin teminatı altında bir meratip silsilesi, bir disiplin ve nizam dogmatik prensiplere sıkı sıkıya bağlı bir hayat: işte on yedinci yüzyıldaki insanların aziz tuttukları şeyler. Ama onlardan hemen sonraki on sekizinci yüzyıl insanları bu tahditlerden, otoriteden ve dogmalardan şiddetle nefret ettiler. Evvelkiler hıristiyanlığı tutan, berikiler de tutmayan kimselerdi. Evvelkiler, ilahi hukuka, berikiler tabi&icirc hukuka inandılar. Evvelkiler eşitsiz sınıflara bölünmüş bir cemiyet içinde kaygısız yaşadılar, berikiler ise bir eşitlik rüyası içindeydiler.'

Paul Hazard samimiyetiyle tesbit eden, karmaşık hale gelmiş, belki de birileri tarafından karmaşıklaştırılmış anlayışları, duru duruşla ele alan, gerçeğe yalınlaştırarak çözüm arayan bir yaklaşımın sahibidir. Aslında, eserinin orijinal adındaki: crise, görece çetrefilli, içinden çıkılmakta zorluk çekilen bir hali ifade eden bir terimdir. Latince`deki crisis isminden Fransızca`ya girmiştir. İngilizler doğrudan doğruya Latince`deki bu 'crisis' şeklini almışlardır. Latince`ye de Grekçe krinein (karar vermek mastarından) geçmedir. Edebiyat terimi olan criticism de Yunanca- Latince yoluyla çağımızda etkindir. Bizde karşılığı şimdilerde eleştiridir bilindiği gibi. Eleştirmeni de critique karşılığı olarak kullanmaktayız. Eleştirmen, Münekkid`in yerini giderek almıştır.

Bu tazelemelerden sonra asıl konumuza dönebiliriz. Paul Hazard, Avrupa`yı incelerken bir açıklama yapıyor: 'Bir zamanlar on yedinci yüzyılın incelenmesi moda idi, bugün daha çok on sekizinci yüzyıl inceleniyor. Bu iki yüzyıl arasında daha pekçok bölge, ayak basılmamış bir toprak yatmaktadır. Biz işte bu bölgeyi gözden geçirdik, hudut çizgisi olarak da iki yaklaşık tarih seçtik: 1680 yılı civarından başlayıp 1715 yılında biten bir devre.'

Bu son cümlenin benim okur-bakışımda değişik bir çağrışımı olmaktadır. Onu paylaşmaya çalışayım. Bizde, ister uzak Osmanlı tarihi psikolojisinde, ister yakın 20.yüzyılın sancılı ve kanlı büyük hengâmelerinde olsun, bakışımızda zaman algılarımız toptancı kalıyor. Buna yol açan totaliter yönetimler olmuştur. Bu hep böyledir ne yazık ki. Bunu nasıl kırabiliriz? Bu kısıtlanmayı, hatta kısıtlandırılmayı nasıl parçalayıp çıkabiliriz içinden? Büyüteçle bakarak işin içine girebiliriz. Bizim sorunumuzun işin içine girememek olduğunu görememek, görsek bile marjinalde kalmayı kabullenmek ve bunu itiraf edememek olduğu gerçeği. Biz idealist gerçekçilikten kaçınıyoruz.

Paul Hazard yaklaşık 35-40 yıllık bir süreci tesbit etmiş ve öyle çalışmış. Bizim üniversitelerimizde ise, kararlılıkla inceleme yapmak hâlâ cesaret ister. Bir de şu yüzü var bu krizin (kördüğüm de diyebiliriz): üniversiteleri baskısı altında tutan dış kaynaklı iradenin içerideki gölgesi yüzünden asıl meseleye bir türlü gelinemez. Zaman, çağ, 21.yüzyıl ne dersek diyelim bize şunu söylüyor: Artık sadede bold gel!..

Türkiye ve diğer İslâm ülkelerinde böyle bir kabahat vardır. Oyalayıcı, göz-bağcı bir takım yazarların aşırı çalışkanlıkları insanı kuşkulandırır. Yerli değerlere olan gizli hınçlarını sezersiniz. Hemen daima oyalayıcı şöhretlere aşırı önem verme durumu olduğunu söyleyebiliriz.

Batı`nın krizi ile bizim krizimizin, kaynak itibarıyla ayniyet göstermesi imkânsızdır. Bu imkânsız bir şeydir. Bunun uzun uzun izahı da gerekmez. Bunun ispata ihtiyacı yoktur. Ne var ki Batı`nın çağ çağ, dönem dönem krizi bize ihraçedilir ve içimizdeki Batıcılar tarafından modalaştırılır. Basit fakat büyük sorunumuz budur. Bize bizden doğmuş akımlar ancak yardımcı olabilir.

Edebiyatı küçümsemek geçmişte bizde görülür bir şey değildi. Ne yazık ki süreçiçinde (artık o sürecin neyi ifade edeceği düşünce çalışkanlığına kalmış bir şeydir) fena halde yer tutmuştur. Sonuç: Felsefe Din`in karşısında bir alternatif haline geliyor. Toplumu Edebiyatla dengede tutmak diye bir şey vardır oysa.

Bu yazıdaki kılavuzumuz Paul Hazard bakın ne diyor: 'Bazı lirik devreler vardır insan inceleme sırasında bunların ahenklerini dinlemek, enfes nağmelerini teneffüs etmek, onların zarif musikisi içinde sonsuz güzelliğe giden dalgalara kendini bırakmaktan ne büyük zevk alır böyle anlarda bütün dünya büyük bir şarkı kesilir. Ama bizim burada ele aldığımız devre böyle değildir o ritim ve kadansı ihmal etmiş, şiirin mahiyetini yanlış anlamış [harfleri ben koyulttum], kelimelerin doğuracağı güzelliğin kudretini de tanımamıştır.'

Uzun ve ağır cümleler değil mi? Lâkin kararlı hüküm cümlelerine ihtiyacımız büyüktür. Tek, gerçek tefekkürden doğsun ve düşüncemsi`den korusun. Yoksa ortalık, Kader`in çıkardığı hakiki düşünce adamlarını küçümseyen megalomanlara kalır. Kalıyor da. Şimdilerde biri var, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu demeden yaftalayıcı, hafifseyici ifadeler kullanmaktadır. Gençler de yeni bir deyiş çıkarmışlar, egomanyak mı nedir diyorlar onun için. Örneklerden biri sadece. Güncelden çağcıla dönelim.

Avrupa`nın bizim entelejansiyanın pek tanımadığı asıl şahsiyetler üzerine çok aydınlatıcı aktarımlar yapan Paul Hazard, bilinçli bir müslüman genç-okur için, aynı zamanda Batı medeniyetini ifşa eden bir rol oynamaktadır. Sevgili gençler, tanı koymak (teşhis) tanımak fiilinden gelir.

Paul Hazard`ı okuma fırsatını bulanlar göreceklerdir. Avrupa`da, biz bunu bilmesek de 18.yüzyıl başında Fransa`da Kraliyet Kolejinde Oxford`da, Cambridge`de profesörler orijinal metinleri incelemişler. 'Bu bilgin zatlar' diyor Hazard, 'Muhammed bir saralı ve hayalciden ibaret olsaydı insan neslinin bu kadar geniş bir kısmı onun yolunu katiyen takip etmezdi dediler.' Anlıyoruz ki dürüst, belki hakikatçi bilginler çıkmış ve dolaylı olarak Kilise`yi yalanlamışlar.

Şimdi, Türkiye`de bazı ilâhiyatçılardaki Hadis-i şerifler üzerine kuşkuya yol açma vb. faaliyetler ne anlama geliyor, insanlar kendilerine sormalı. Medya moda fikirler tutkusundan kurtulmalı diyoruz. Ü lkemizde misyonerlik bazı yeni yöntemlerle Şeytana hizmet etmektedir.