Bu yazımızın konusu Büyük Doğu Dergisi’nin Ayasofya meselesine bakışıdır. Birinci sayısı 17 Eylül 1943 tarihinde yayınlanan derginin son sayısı 5 Haziran 1978 tarihinde yayınlanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek’in çıkarttığı dergi yayın hayatında bulunduğu 35 yılda, aralıklı olarak 16 devre olarak çıkmıştır. Üç ayrı devrede günlük gazete olarak yayınlanmış ve toplam 241 sayı çıkmıştır. Haftalık, aylık ve on beş günlük serilerde ise 13 devrede toplam 328 sayı yayınlanmıştır.

Büyük Doğu Dergisi’nin sayfalarına Ayasofya konusu ilk defa 5. Devrede,6 Ocak 1950 tarihinde yayınlanan 13. Sayıda “Ayasofya’nın Manası” başlığı altında ve kapak sayfasında verilmiştir. Dolayısıyla Ayasofya konusu derginin sayfalarında Türkiye çok partili hayata geçtikten sonra ve Demokrat Parti devrinden az önce yer almaya başlamıştır. Necip Fazıl Kısakürek tarafından kaleme alındığı tahmin edilen ve bozulmuş Ayasofya Camii fotoğrafı ile yer alan dört paragraflık yazıda:

“Kendi ruh ve mânisiyle alâkasız bir günde, yalnız madde ışıklarıyla süsledikleri bu mabedin acıklı haline bakın! Onun bu ışıklan, ruhunun ne koyu karanlıklar içinde tutulduğunu, onun sadece plâstik ve estetik bir hüviyet olarak bezendiğine işarettir! Bu hal; mabedi plâstik bir çizgi yığını telâkki etme hali, onu büsbütün yıkmaktan da beter değil midir?

Bugün sırf coğrafya vaziyetimiz yüzü suyu hürmetine cihanın kilit noktalarından birini elde bulundurmamızın şerefi, bize, işte bu mabedin hediyesidir! Tam 4 asırdır tüketile tüketile hâlâ tükenmemiş bulunan bu şerefin en büyük kahramanı Fatih Sultan Mehmed değil midir???

Fatih’in, iki rakip dünya arasındaki mücadelede en büyük zafer abidesi de Ayasofya Camii... Şarkî Roma İmparatorluğunun kilisesini camiye döndüren kahramanın bu eserini müzeye çevirdiler!!!

Türkün manasını topyekûn inkârdan ibaret bu fiil karşısında hâlâ ne konuşuyoruz? Fethin 500’üncü yılını mı???” sözlerine yer verilmiştir. Üçüncü paragrafta, Ayasofya’nın müzeye dönüştürüldüğüne vurgu yapılmaktadır. 24 Kasım 1935 günü altında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü’nün imzalarının olduğu Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilen Ayasofya, Büyük Doğu dergisinde, derginin faaliyete geçmesinden yedi yıl sonra ilk defa gündeme getirilmiştir.

          Daha sonra derginin 9 Temmuz 1954,20 Mart 1959, 10 Nisan 1959,1 Aralık 1965, 5 Ocak 1966 ve Kasım 1969 tarihli sayılarda altı defa daha Ayasofya’nın Büyük Doğu Dergisinde yer aldığı görülmüştür.

          Derginin Kasım 1969 tarihli nüshasında (ss.15-17,dev.34) Prof. Dr. Rıdvan Balkır imzasıyla yayınlanan makalede Ayasofya’nın tarihçesine ve mimari özelliklerine temas edilmiştir. Bu yazıda “Ayasofya Camii” ifadesi kullanılmakta ve 5 Osmanlı Padişahının bahçesinde gömülü olduğu belirtilmektedir.

          9 Temmuz 1954 tarihli nüshada H.R.Y imzasıyla 10. Sayfada Ayasofya konusuna temas edilmiştir. Yazı, yazarın Ayasofya’yı ziyaret ettiği bilgisi ile başlıyor. Necip Fazıl üslubu tadındaki yazı:  

“Gönlümün bütün kapılarını arkasına kadar açarak, söylediklerini yutarcasına dinledim. Yeryüzünden, yerin altından ve üstünden, her şeyden her istikametten, her meseleden, bahsetti. Ayasofya; beni, tahlil, terkip, inşa ve ibda etti, irşad etti, tenvir etti.

     Dergâhından ayrılırken bir buğu kadar hafiflediğimi hissetim. Söylediklerini nakledemeyeceğim, ahdimiz var... Ayasofya. Bize ait epey şeyler biliyor. Meselâ 163’üncü maddeden haberdardı... Kendisi söylemedi ama halinden anladım. Ayasofya’nın ıstırabı bir ölüm acısı değil, bir doğum sıkıntısıymış meğer... Bu ıstıraptan kurtulduğu gün, bana söylediklerini, minarelerine mahya kurup ilan edecek. İşte Ayasofya. Doğurmak için o günün doğmasını bekliyor” sözleriyle sona eriyor.

20 Mart 1959 tarihli nüshada Hadiselere Bakış sütununda Peyami Safa’nın “Ayasofya” başlıklı yazısını görüyoruz. Peyami Safa da yazısında Ayasofya’nın Camii olarak faaliyetine devam etmesini istemektedir. 1 Aralık 1965 tarihli nüshada ise Mustafa Yazgan’ın yazısının başlığı “Ayasofya Cami Olmalıdır!” şeklindedir. Bunun dini, milli, hukuki, siyasi ve içtimai bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır.

Gazetede Necip Fazıl imzası adı altında yazılanlar kapaktan verilmiştir.10 Nisan 1959 tarihli nüshada Büyük Doğu, Ayasofya kapağı ile çıkmıştır. Ayasofya fotoğrafının da yer aldığı kapakta ağlayan bir kadın resmine de yer verilmiş olup resmin yan tarafında; “Ayasofya’ya Anam Ağlıyor” ifadesi konulmuştur. Necip Fazıl Kısakürek makalesine Ayasofya için; “O bir remzdir. Türk’ün ruhi ve milli remzi” sözleriyle başlamaktadır ve devamında bunun gerekçelerini anlatmaktadır. Başmakale Ayasofya’nın tekrar camii olarak açılmasını bayram olarak görerek sona ermektedir.

          5 Aralık 1966 tarihli nüshada ise Necip Fazıl Kısakürek tarafından 1 Ocak 1966 Cumartesi günü MTTB salonunda verilen Ayasofya hitabesine kapaktan yer verilmiştir.  Kapak resmi: “O Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Anadolu Hisarının hayali, istiklâl savaşındaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde şahlanıp duruyor da, bizde onun iki gözünü birden çıkaracak (enerjiden eser görünmüyor.” İfadesi ile sunuluyor.

“Büyük Hitabe” başlığı altında Necip Fazıl gençlere seslenmektedir:

          “GENÇLER!

          Ayasofya üzerinde çok lâf ettik! Ama lâfta bile onu tasarruf edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!

          Bana öyle geliyor ki, yalnız mâziyi anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek Ayasofya’nın kapılan sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

126 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sadık ajanları sıfatıyla kozmopolitlerin, Yahudilerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu”. diyerek bu duruma kimlerin sebep olduğuna vurgu yapmaktadır.

          Necip Fazıl Kısakürek’e göre; “Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmet'dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır. Fatih'e düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanuni Sultan Süleyman gibi, İyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccani ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam (aksiyon) akışında en büyük hız payı, yine Fatihindir. Kanuni devrinde teşekkül eden büyük âhenk tablosunun unsurları, Ebussuud Efendi gibi Şeyhülislâm, Sokullu gibi Sadrâzam, Bâki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece, Fatih’in, hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzü suyu hürmetine yetişmiş büyükler...

           Demek ki, Ayasofya ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna...

          İstanbul'daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma daki (Sen Piyer) ve Paris’teki (Notrdam), bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hatta gayelerine bağlı mâna kıymeti olarak, Ayasofya’nın eşik taşına bile denk olamazlar. Zira bunlardan her biri, kendi gayesinin tabii şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş eser... Ayasofya İse bunların yanında bir kümes bile olsa öyle bir nasibin sahibi ki, ne madde, ne de tek taraflı mâna ölçüsüyle ona varmak kabil… Ayasofya, bir mânanın, zıd mânaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesi...

Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu Hristiyanlık âlemine peşkeş çeken, “buyurun, ne duruyorsunuz: gelin ve bizi esir edin” diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya’nın hilal hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarım satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de. Bu haliyle bütün bir milleti ve tarihi her ân öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket...

Böylece Batı dünyasının bize içimizden, İçimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya’nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar...”  diyerek hitabe devam etmektedir.

Necip Fazıl Kısakürek’in hitabesi;

“Ayasofya’nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Her mânâ, her hikmet, her münasebet Ayasofya ya bağlı...

Ayasofya açılmalıdır. Türkün bahtıyla beraber açılmalıdır.

          Ayasofya’yı kapalı tutmak, mânâda bütün camileri kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi bir mânanın mekânıdır. Ayasofya İse ruh..,

          Ayasofya’yı kapalı tutmak. Yunanlıya “ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!” demekten farksızdır.

          Ayasofya’yı kapalı tutmak. Birleşmiş Milletlerde Afrika’nın yamyam devletlerine kadar aleyhimizde rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara “Artık benim hayat hakkım kalmadı!” demektir.

          Ayasofya’yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türkün, semaları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

          Ayasofya’yı kapalı tutmak, Allaha sövmeğe, Kur’an’a tükürmeğe. Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeğe, Türk vatanım satmaya denk bir suçtur.

          Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

          Fakat Ayasofya açılacak!.. Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

          Ayasofya açılacak!.. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun İçinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek... Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her İş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

          Allah tarafından mühürlenmiş kalblerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

          Ayasofya’yı, artık önüne geçilemez bu sel açacak...

          Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın.,. Sel yakındır.” sözleri ile tamamlanmaktadır.

          Görüldüğü gibi Büyük Doğu dergisindeki Ayasofya ile ilgili yazıların hepsinin ortak konusu müzeden tekrar camiye dönüştürülmesidir. Yazılar Ayasofya’nın müze haline dönüştürülmesine tepki niteliğindedir.

          86 yıl boyunca müze olarak hizmet veren Ayasofya, “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi” ismiyle kılınan Cuma namazı ile 24 Temmuz 2020 tarihinde Camii olarak resmen ibadete açıldı.