Değerli okuyucularımız,

Yeni doğan buzağı ölümleri ülkemizde had safhada; Türkiye de yılda ortalama 500 bin ila 750 bin buzağı ölümü gerçekleşiyor. Bu oran % 20`lere kadar çıkıyor. Oysa bu oran Avrupa ülkelerinde % 2 veya 3`leri geçmiyor.

Peki sorun nerede?

Tohumlukların genelde yurt dışından geliyor olması sebebiyle, dış güçlerin oyunu mu?

Bizim hayvancılıkta ilerlememizi engellemek için bilinçli olarak GDO`lu yemlerle beslenen hayvanları mı bize gönderiyorlar? Yani satın alınan hayvanlarda mı bir sorun var? Bizim çiftçilerimizin uygulamalarında mı?

Devlet bu konuda sahada araştırma yapıyor mu?

Mesela şu akla geliyor mu?

Bakanlık buzağı ölümlerinin önüne geçmek için sürekli projeler üretiyor. Ama sahada bağımsız gözlemcilerden bilgi alıyor mu?

Yeni doğan buzağı ölümleri sebebiyle bazı çiftlik sahipleri tedbir ve önlem arayışında iken birçok çiftlik neden bunu umursamıyor?

Acaba devlet buzağı başına yaklaşık üçbin lira teşvik veriyor da ondan mı?

Şöyle bir hesap yapalım mı?

Örneğin bir büyük hayvan çiftliğinde günde 50 buzağı doğuyorsa bunun 25 -30 tanesi ölüyor. Bu çok dehşet verici rakam... Ama çiftlik sahibinin bu durum umurunda değil. Hatta daha da memnun kalıyor. Niye?

Deniliyor ki zaten devlet buzağı başına üçbin lira destek veriyor. Biz bu buzağıyı iki üçay beslesek büyüksek zaten alacağımız üçbin lira. Bir de harcanan emek cabası.

Peki hesabınız ne?

Günde yirmi buzağı ölse bile üçbin liradan altmış bin lira bizim günlük girdimiz oluyor. Bu miktar da çiftliğin günlük işletim masrafına yetiyor. Geri kalanlar da bize kar kalıyor. Burada aslında kaybımız yok, bilakis kârımız var.

Yani bu bir kısım çiftlik sahipleri sanki buzağı ölümlerinden daha memnun olur gibi.

Oysa devletimiz hayvancılığı geliştirmek için ne fedakârlıklarda bulunuyor.

Bulunuyor da bu teşviklerin doğru adrese ve doğrudan üreticiye gidip gitmediğini denetleyebiliyor mu? Bu teşvikler niçin köylüye azar azar ve yerinde incelenerek verilemiyor?

Hayvancılığı büyük çiftlik sahipleri mi kalkındırabilir, doğal ortamı olan köylerimizde köylülerimiz mi?

Köylerimiz birer organik fabrikadır

Hemen her platformda dile getirdiğimiz bir konudur. Köylerimizin güçlendirilmesi lazımdır. Her alanda tek tek köylüye destek verilmesi lazımdır. Köylü köyünde doğal ortamda bir ekmek yaptığında, bir çorba pişirdiğinde, sucuk pastırma vb. yaptığında süt ve ürünlerinden çeşitli peynir, yağ çökelek vb. yaptığında turşu kurduğunda, biber domates patlıcan kayısı vb. kuruttuğunda her biri ülkenin geleceği için kozmik önemdedir.

Batı otomobil yapsın, bilgisayar üretsin, 5G teknolojisi değil isterse 20 G`ye geçsin; Ama ben hoşaf yapmayı, tarhana yapmayı, gözlemeyi, turşuyu, salça yapmayı, pekmez yapmayı, peksimet yapmayı unutmayayım bu onlardan çok daha önemlidir. Bugün o teknoloji devleri bu doğal hayatı anlamaya ve ele geçirmeye çalışıyor bunu biliyor muyuz?

Bütün bunlar sürdürülebilir olduğu sürece köyde tarım ve hayvancılık olur. Halı kilim gibi boyama gibi örme gibi kültürel zenginliklerimiz devam eder.

Ama bugün ne acıdır ki köylülerimiz köyde çobanlık yapacak insan bulamaz haldedir. Köyde yaşayan insan sayısı her geçen gün azalmaktadır.

Köyler niçin boşalmaktadır? Birçok sebebi vardır elbette; Ama en önemli sebep üretmek isteyen üretememekte, köylü tarım ve hayvancılık girdilerinin altında boğulmaktadır.

Diyoruz ki devlet teşvik vermiyor mu? Fon ayırmıyor mu? Köylüsüne sahip çıkmıyor mu?

Devlet bu konuda birçok teşvik çıkartıyor. Fonlar oluşturuyor; Ama bu fonlar bürokratik labirentlerde köylümüze çiftçimize ulaşmadan buharlaştırılıyor;

Bir iki sıradan örnek verelim mi?

Kamuda çalışan bir yetkili, biryönetici diyelim ki Şile tarafında bir arsası var; Kendine Müslüman bu mutaassıp yönetici, akıllıca (!) bir iş yaptığı için övünerek anlatıyor;

Diyelim ki 30 - 40 dönüm bir arazisi var. Kimle nasıl ilişki kuruyor nasıl yolunu buluyorsa bu arsasını göstererek tarım için verilecek hibe destek teşvik türü bir kredi çıkartıyor. Bu kredi belki üçyıl geri ödemesiz, yedi yılda geri ödemeli filan; Uygun bir kredi yani;

Ama amcam bu parayı götürüp bankaya faize koyuyor. Faizden aldığı para hem kredi taksitini rahat ödeyebiliyor, hem de cebine de ayda yirmi otuz bin lira kalıyor. Ne akıllıca değil mi?

Kredi taksitleri bittiğinde beş milyonluk kredi hesabında keş para olarak duruyor. Hem faizini almaya devam ediyor. Kendisi de saygın iş adamı oluyor, hatırlı kimse oluyor.

Bir diğer örnek, köyün muhtarı siyasi ayağı olan, Ankara`da milletvekili yakını olan bir isim; Köyde kendi arazileri de dâhil devlet arazileri de dâhil hepsini ekip devletten para alıyor. Sonra onları biçmeyip bir sene sonra tekrar bitiyor gösterip tekrar para almayı hesaplıyor. Bunun için de o arazilere vatandaşın hayvanlarını otlatmasına izin vermiyor. Dava açmaya kalksa karşısında muhtar var, siyasi gücü var. Köylü çaresiz... Hangi kaymakam bunu takip edebiliyor? Hangi siyasi bunun sahada incelemesini yapabiliyor?

Yine bir başka örnek, sera için müracaat eden köylülere devlet imkânı olmayanlara hibe verilmesini söylese de bürokraside adamı olan zengin de olsa hibe kategorisinde para alırken gerçekten ihtiyacı olan köylü kredilendirilerek borçlandırılıyor;

Daha benzer nice örnekler var;

Dolayısıyla diyoruz ki devlet ne kadar proje geliştirirse geliştirsin bunu en uçtaki ihtiyaçsahibi ve hakikaten üretici olabilecek kimselere ulaştırmadığı sürece sonuçalınamaz.

Sadece arada asalak tipler beslenir; Bunlar kendi hanelerine zenginleşirken devlet vatandaşa ulaştıramadığı imkânları sebebiyle fakirleşir. Köylü kaybeder, çiftçi kaybeder, ülke kaybeder;

Buzağılarımız ölmesin, tarım ve hayvancılık bitmesin derken bu konuda çıkacak olan kredi ve teşviklere gerçek üreticiler kavuşsun;