Artık en tabii teessürleri ifade etmek zorunluluğu ile söylenmiş metinler bile hamasî bulunuyorsa, devir ve dil farkı bir şaire, bir nâsire dudak bükmeye yeter bir sebep oluşturuyorsa, bir toplumda roman ve piyes aynalık işlevinde olmaktan çıkmışsa o toplum için yapılacak olan ne vardır?

Teşhis koymak...

Gidişata teşhis koyamayan bir toplumda içerden kapısını açarak gece karanlığında kaleyi anlamından düşürenler, ödüllendirilir.

Miş meğer!..

Kalenin muhafazasına memur olmak mevkiinde bulunanlar bu ödüllendirmeyi alkışlarlarsa, bu bir çelişki olurdu.

Alkışlamamaktadırlar.

Bu noktada bir sağduyu ile muhatap bulunuyoruz. Bu iyi. Nobel gıllıgışı ayrı, öbürküler ayrı...

1950 sonrası Türk şiirinde, ana olay, yeni bir kuşağın gelmiş oluşudur. Bunu görmemek, ya da bu sosyolojik gerçeğe bir anlamda, ama birşey adına direnmek acaip bir tutum. Tuhaf ve ürkütücü. Baştan beri izleyenler için şaşırtıcı değil ama yeni kuşaklar içinde kapılanlar oluyor.

Derinlere kaçmış, gizlenmiş, üzeri ihtimamla örtülmüş bir muhafazakârlık bu.

Ama, pasif bir muhafazakârlık.

Cemal Süreya bir yazısında prototiplerine, önbelirtilerine işaret eder bir yazısında.

Sel gider kum kalır geriye. Cemal Süreya fikir namusuna sahip bir şairdir. Çelişkileri, kıskançlıkları, gecikmeleri, ansızın patlayan birikmiş vicdan azabı ile Türk şiirinde bir sağduyunun inşâsında ter dökmüş bir şiir emekçisi olarak görüyorum onu. Kişisel tutumu, yazılarındaki temizliğe karşı çalıştığı da var. Son tahlilde, yeni-Türk şiirinin beliriş ve kuruluşunda Cemal Süreya bir yapıtaşıdır bugün. Ve geleceklerde.

Şiiri bir şeylere âlet etmemiş bir şairdir Cemal Süreya. Onu tanıyanlar değil, okuyanlar böyle görecektir. Böyle söylüyorum, çünkü şair yaşantısında birşeye karşı olarak küçük entrikaların adamı tarafı da yok değildir. Bununla birlikte, öze değer verir.

İkinci Yeninin tarihî süreçteki önemini işaret etmekten kendini alamadığı noktalar da vardır. Kurucu Yeni`den yanadır. Bu nedenle Hilmi Yavuz`u önemsememiş, Ataol Behramoğlu ile İsmet Özel`i ise eleştirmek gereğini duymuştur.

Bitiş İstanbulunun duyarlık artığı şairlerle, yeni bir başlangıcın doğuş, tarihsel olarak da yeniden kendini bulma sancı ve hamlelerine yazgılı şairler arasında bir fark olmalı değil mi? Örneğin Metin Eloğlu ile Sezai Karakoçarasında bu fark tam da hata-kabul-etmez bir hayat olgusudur. Eloğlu şiirinde yeniden yeşertici ne öz var? Bu fark vardır. Ne var ki, bu farkın özgül varlık değerini önemsememek, alacası içinde olmak değildir de nedir!..

Ece Ayhan, çok doğru birşey söyler: İkinci Yeni Cemal Süreya ve Sezai Karakoç`tur diye. Kendisini dışarda tutmasında kimi psikolojik nedenlere dayandığını, Sezai Karakoçbölümünü yazdığım Diyarbakır kitabında tesbit etmiştim [Diyarbakır, YKY, 2000]

Ece Ayhan demek ister ki: Yeni şiiri getirenlere bakmak gerekir. Gerçekten post-Garip dönemde, Orhan Veli Kanık`ın yoğaltmacılığına tepki yanı da bulunan Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Ece Ayhan`a karşı, tutup Orhan Veli`yi çıkarma veya ona tutunma bir çelişki idi. Bir de Attilâ İlhan`ın Orhan Veli şiirine olan hücumlarını unutmamak gerekiyor.

Yeni Şiire karşı uzlaşmazlık sergilemek bence, iflâh olmaz bir muhafazakârlığın belirtisidir. Kirlenmeden de duracak değil: Egotiktir.

Ü stelik, bu geçsaatte, herşey birbirine karışmış gibi geliyor insana. Durağan Anadoluluk atılımcı İslâm-entelektüel oluşuma karşı çıkmakla tellim direnir, hatta hınçlanır, bunun tanısından ürkülür, adı bir türlü konulmaz. Evrensel boyuttan korkulur. Kendini onarma ve hamle yasaktır sanki. Sınırlandırılmıştır ruhlar. Edebiyat ve kültüre misak-ı millî nin yanlış anlaşılımı sızmıştır.

Kaderde gerçekleşen olumluluklara bir hınçoluşmuşcasına, eyvah ki, olumsuz kozmopolitizmle el ele, bir geç, gereksiz muhafazakârlık becerisi.