-Bu yazımı hakikatli arkadaşım, Cizre Sanayi ve Ticaret Odası Meclis Başkanı, Cizre Şenlendirme Platformu Başkanı, kıymetli iş insanı Ömer Faruk Yıldırım`a ithaf ediyorum.-

`height=

Celi tâlik kalem güzeli: Muhammed Aleyhisselâm Hattat-Mahmut Şahin.

Mehmet Mirza, rahmetin nur olup yağdığı Ramazan-ı Şerif ayının son günlerinden birinde Hz. Nuh Alehhisselâm ın huzurunda Cizre de, Hz. Nuh Nebi Camii nin haziresinde kurulan birlik, kardeşlik, eşitlik sofrası için Rabbine hamd ü senalar ettikten sonra yol arkadaşları Abdurrahman Veliboyraz ve İbrahim Bektaş ile birlikte Cizre Müftüsü Süleyman Hoca`nın arkasında akşam namazını eda etti. 

Teravih namazı için yola çıktılar. Cizre`nin kadim sokaklarındaki seyyar satıcılardan 'Kürt muzu' tabir edilen, Hakkari`nin dağ eteklerinde kar çekildiğinde ortaya çıkan ekşi otlardan alıp tadına baktılar. 

Mehmet Mirza arkadaşlarına teravih namazını Cizre`nin mânâ büyüklerinden, haziresinde Şeydâ Muhammed El Cezerî Hazretleri`nin medfun bulunduğu Şeyh Seydâ Camii`nde kılmayı teklif etti. Lihikmetin Cizre sokaklarında kime sordularsa Şeyh Seydâ Camii`ni kendilerine gösteremedi. O esnada yatsı namazı için ezan-ı Muhammedî de okununca karşılarına çıkan ilk camide, Hatiban Camiinde imam efendiye cemaat oldular.

'Biz namazı böyle kılıyoruz!'

Yatsı namazını tâdil-i erkân üzerine kıldıran imam efendi sıra tevahihe geldiğinde resmen gaza bastı! Cemaat ne secdede de ne de rükû da tesbihat okuyabildi. İlk iki rekatin sonrasında Mehmet Mirza, imam efendinin yanına varıp kulağına 'hocam tâdil-i erkân olmuyor, namazın huzuruna varamıyoruz, istirham etsem biraz daha sakin kıldırabilir misiniz?' şeklinde istirhamını ilettiğinde imam efendi umursamaz bir ses tonuyla 'biz namazı böyle kılıyoruz' cevabını verdi. Fesubhalallah! Mehmet Mirza bir kez daha lisanın münasip olanıyla 'lütfen, tâdil-i erkân yerine gelmiyor' dese de imam efendi yine bildiğini okudu: Biz namazı böyle kılıyoruz!

`height=

Mirza, Veliboyraz ve Bektaş Hatiban Camii`nde iki safa yakın cemaatle teravih namazını öyle, böyle, şöyle kıldı rükû dan secdeye, kâdeden kıyâma pek çok rükû na yetişemedi. Mirza, duadan sonra İmam Efendi`nin yanına varıp tâdil-i erkânsız bir namaz kıldıklarını, oysa Efendimiz Aleyhisselâm`ın bir hadis-i şeriflerinde mealen  '; Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın; ' buyurduklarını aktardı. (B631 Buhârî , Ezân, 18)

Biz namazı böyle kılıyoruz.

Cevap yine değişmedi: Biz namazı böyle kılıyoruz! 

Mehmet Mirza birkaçkez daha fesuphanallah çektikten, arkadaşlarıyla birlikte Cizre`nin sokaklarını arşınlayıp oteline döndü. Günün ilk ışıkları mümin ve mütevekkil Cizrelilere selâm verir vermez İttifak gazetesine günlük yazısı bağlamında az  önce aktardığı vakıa dışında neler yazabilirim?` mülahazasıyla Cizre`ye biiznillah hayat vermekte olan Dicle nehrinin kıyısında dolaşmaya başladı. Bu esnada gözlerini Dicle kıyısında bereketli topraklara sımsıkı sarılmış bulunan bir erik ağacının ter ü taze, gelinlik misali tomurcuklarına mıhladı ve mevzuu da öyle, böyle, şöyle gönlüne düştü: Çıktım Erik Dalına!

Çıktım Erik Dalına!

'Çıktım Erim Dalına', değerli okuyucularımızın malumları üzere Yunus Emre Hazretleri`nin yalın Türkçeyle ancak muazzam gizemli ve mâna içinde mânâ taşıyan 13 beyitlik bir eseridir. Şimdiye kadar muhtelif zaman dilimlerinde Niyazi-i Mısrî ile başlamak üzere seçkin âlimler tarafından şerh edilen bu eseri karınca-kararınca yorumlamak istedik. Bittabi haddimiz değil, esrarlı şiirin ufkunda bir hayal turu mülahazasıyla okuyunuz lütfen.

`height=

Yazarımız İbrahim Ethem Gören ve Cizreli duayen işadamı Ömer Faruk Yıldırım Nuh Aleyhisselâm ın huzurunda...

İslamiyet`in 22. neslinde yaşayan Yunus Emre, sadece Eskişehir`de Tapduk Emre`den değil, kendisinden önceki neslin hâlâ günümüz kültürüne değerli dokunuşları olan çınarları Konya`da Tebrizli Şems, Mevlâna Celaleddin Rumi, Sadreddin Konevi Nevşehir`de Hacı Bektaş Veli Sivrihisar`da Nasreddin Hoca ve Söğüt`te Edebali`den ilham alır. Nesildaşı Bahaeddin Veled ile tanış olur Günümüze ulaşan eserlerinin belki de en gizemlisi olan bu eser, İslamiyet`in 36. neslinde yaşayan İsmail Hakkı Bursevî tarafından şerh edilir.

1

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü,

Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu.

(Erik dalına çıktım ve orada üzüm yedim bostan sahibi ise kızarak cevizimi neden yersin dedi.

Is: sahip. Kakımak: Öfkelenmek, tekdir etmek. Koz: Ceviz.

Hazret burada hakikat yolculuğunu erik ağacına çıkmak gibi zor ve girift görüp, sonunda hakikatin üzüm gibi en tatlısına kavuşacağını, bu arada da kendisine yol gösteren din büyüğünün cevizin kabuğunu kırar gibi nefsini kırmasını öğütlediğini mi söyler acaba; Belki erik ile şeriatı, üzüm ile tarikatı, ceviz ile de hakikati kasteder. Kim bilir?

2

Kerpiçkoydum kazana poyraz ile kaynattım,

Nedir diye sorana bandım verdim özünü.

(Kazana kerpiçkoydum, poyraz ile kaynattım nedir diye sorana özünü bandım verdim.) Kerpiç: Yağlı balçık içine saman karıştırılarak yapılan ve güneşte kurutulan pişmemiş tuğla.

Kazan, ilahi hakikate sarılma yolculuğu, kazanın sıcaklığı ve poyraz ise bu yolda yaşanan güçlükler... Pişmemiş kerpiçde insanın nefsi olsa gerektir!

3

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş,

Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini.

(Dokumacıya iplik verdim, sarıp yumak etmemiş ama acele ısmarlar ki bezini gelsin alsın.)

Çulha: Dokumacı. Becid: çabuk, acele.

Acaba bu beyitle ilk beyit arasında ilişki kurmak mümkün müdür? İplik eriğe, yumak üzüme, bez ise cevize mi karşılık gelir!  İplik hamdır, onu dokumacıya vermek gerekir ki sonunda bez olsun ki o haliyle insanlara faydalı hale gelsin.

4

Bir serçenin kanadın kırk kanlıya yüklettim,

Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı yazılı.

(Bir serçenin kanadını kırk kâtile yüklettim, çifti dahi çekemedi, şaşırıp kaldılar.)

Kanlı: Kâtil. Yazılı kalmak: Şaşırıp yanılmak, hata etmek.

Serçe, hakikat yolcusudur. Dışarıdan zayıf görünebilir, bununla birlikte kuvvetin asıl sahibinden güçalmaktadır. Kanlılar ise cahil ve güçlü olduklarını zanneden gafillerdir. 

5

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere,

Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu.

(Bir sinek bir kartalı salladı, yere vurdu yalan değil gerçektir, ben de tozunu gördüm.)

Sinekten kasıt yine hakikat yolcusu, kartal ise makam mevki, sahibi, güzel giyimli ama içi boş kişidir. Sinek ve kartal tezatı, uçarların en zayıfı ile en güçlüsünün, eğer aralarına hakikat girerse ekstremlerin yer değiştirebileceğine işarettir. 

6

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı,

Onu da basamadım göyündürdü özümü.

(Bir kötürüm ile güreştim, ayağımı, elini kullanmadan aldı onu bile yenemedim, bu içimi yaktı.)

Küt: Kötürüm. Basmak: Alt etmek, yenmek. Göyündürmek: Yakmak

Buradaki kötürümden kasıt kötü kalpli ve içi başka dışı başka münafık olsa sezadır! Onlar yola karşıdır, yol kesen eşkıyalardır. Hakikat yolcusu bunlarla beraber olmamalı, bunların iyiliğine dua edip orada fazla kalmamalıdır. 

7

Kaf Dağı`ndan bir taşı şöyle attılar bana,

Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü.

(Kaf dağından bir taşı bana şöyle attılar, yola öylesine düştü ki az kalsın yüzümü bozuyordu.)

Öylelik: Öylesine, öylece.

Kaf Dağı`nın sahibi olan devrin hakikatlisi, bana kusurum üzerine öyle kızdı ki az da ismimin/varlığımın üstünü çiziveriyordu. 

8

Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe,

Leylek koduk doğurmuş bak a şunun sözünü.

(Benim sözlerime bir bakın ki balık, zift turşusu yemek için kavağa çıkmış leylek sıpa doğurmuş gibi bir söz.)

Koduk: Sıpa.

Bu dahi Yunus Emre`nin muhteşem tevazuu olsa gerek, nasıl bir 'hiç' gönüllülük. 

9

Gözsüze fısıldadım sağır onu işitmiş,

Dilsiz çağırıp eydir anlamadın sözümü.

(Gözsüze fısıldadım, sağır onu işitmiş dilsiz çağırıp der ki sözümü anlamadın.)

Yola samimiyetle çıkan yolcular aslında kör, sağır ve dilsiz gibidirler, ta ki hakikat ile gözleri, dilleri ve kulakları açıla;

10

Bir öküz boğazladım kakladım sere kodum,

Öküz ıssı geldi eydir boğazladın kazımı.

(Bir öküz boğazladım, kuruttum, tepeye koydum öküz sahibi gelip dedi ki kazımı boğazladın.)

Kaklamak: Pastırma yapmak kurutmak. Ser: Tepe, zirve.

Öküzden murad nefs olsa gerektir. Uzun uğraşlardan sonra nefsini terbiye eden, öküz kadar büyüklüğü, kaz kadar küçüklüğe indirir. Öküz sahibi dediği hakikatli de bu yolculuğu över. 

11

Ağrılık yaptı bana bühtan eyledim ona,

Bir çerçi de geldi hani aldın gözgümü.

(Ruhumu ağırlayıp hürmet ettiği halde vücuduma iftira ettim tüccar da gelip aldığın aynam nerede dedi.)

Ağrılık etmek: Hürmet etmek, ağırlamak. Bühtan: İftira. Çerçi: Köy köy dolaşan, gezici tüccar. Gözgü: Ayna.

Ruhumuzu ağırlayan vücudumuzdur. Çerçi, mürşid-i kâmildir can alır, can satar, ayna ile aşka işaret vardır! 

12

Tosbağaya uğradım gözsüzsepek yoldaşı,

Sordum sefer nereye Kayseriye`dir azmi.

(Yoldaşı köstebek olan kaplumbağaya uğradım sefer nereye diye sordum, niyetleri Kayseri`ye gitmekmiş.)

Gözsüzsepek: Köstebek.

Kaplumbağa da köstebek de yavaş yürüyen hayvanlardır ama yoldaş olup kendileri için çok uzağa gitmeye niyet etmişlerdir, bu ikisinden de kasıt yolda ölmeyi bile göze almış hakikat yolcularıdır. Kayseri`den kasıt ise 'Hakikatli Padişah'ın kutlu beldesi olsa gerektir!

13

Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez,

Münafıklar elinden bürür mâna yüzünü.

(Yunus, münafıklar anlamasın diye hiçbir söze benzemeyen bir söz söylemiş ve anlamını örtmüştür.)

Bürümek: Örtmek, sarmak.

Bu sözün, bir adım öte kelâmın üzerine söze gerek var mıdır? Bizim Yunus`un (ks) teberrüken arz ettiğimiz tüm esrarlı sözlerinin hepsi burada mündemiçolsa gerektir vesselâm!

`height=

Celî tâ`lik bir başka güzellik: Kâ betü l-uşşâk bâşed in  makâm. Her ki nâkıs âmed incâ şod temâm/Bu  makam  âşıkların kâbe sidir, kim ki noksan gelse burada olur tamam.'

Hüsn-i Hat: Hüseyin Öksüz. Beyt: Molla Câmi. MCRG Koleksiyonu.