'Kültürün sınırı yoktur. Bu nedenle, toplum sınırlarıyla tanımlanırken kültürün ufuklarıyla tanımlandığı söylenebilir.'

James Carse

 

Çok kültürlülük, bir toplumda yer alan farklı kültürlerin bir arada yaşamasına onay veren bir tanınma durumudur. XXI. yüzyıl eğitim sisteminde çok kültürlü eğitimin başvurduğu yenilik ihtiyacını da açığa çıkarmaktadır. Yaşadığımız yüzyıl, dünyanın yeni teknolojiler aracılığıyla değiştirilmesi, sosyal ilişki ve yaşama biçimlerinin çoğalması, nüfus gelişimi ve göçlerle, çok kültürlü toplum yapılarının oluşmasına ortam hazırlamıştır. 

Çok kültürlü toplumların ortaya çıkışı, çok kültürlü eğitim ortamlarını da beraberinde getirmiştir. Küreselleşme ve göçgibi birinci dereceden faktörler, çok kültürlü toplumların eğitim stratejisi planlamasına yol açmıştır. 

Çok kültürlü eğitimde en önemli sorunlar genellikle, uyum süreci esnasında yaşanmaktadır. Batılı ülkelere yerleşen ailelerin çocukları özellikle ilk günlerde yalnızlık` duygusuyla karşı karşıya kalmaktadır. 

Küreselleşmede etkin rolü olan eğitimin, çok kültürlü ortam ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle birlikte, toplum ve bireyleri yeni arayışlar geliştirmeye zorladığını göstermektedir. Bu yeni yüzyılda, öğrenme ihtiyaçlarının değişkenliği/değişmesi, dünya problemlerine çözümler üretebilen, toplumsal hak ve kurallara uygun kararlar verebilen, teknolojiye hâkim, yeni fikirler önerebilen bireyler yetiştirmek zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. 

Küreselleşme sonrasında toplumlar arasında hem bütünleşme hem de farklılaşma göze çarpmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği hızlı değişim ve onun ortaya koyduğu istikrarsızlık birçok problemi doğurmaktadır. Bunların başında da, çok dilli ve çok kültürlü yapı, demografik yapının değişimi ve değişimden kaynaklanan belirsizlik gelmektedir. Öte yandan, küreselleşmenin yol açtığı kültürler arasındaki uyum ya da bütünleşme, eğitim, iş ve çalışma değerleri açısından bazı olumlu işaretleri karşımıza çıkarır. Böylelikle, açıklık, esneklik, duyarlılık gibi tezler, rekabet ve işbirliği eğilimleri ortaya çıkmaktadır.

Küreselleşmede kimliğin kültürel çoğulculuk ve farklılık üzerinden kuruluşu, topluma uyum sağlamanın önünü açmaktadır. Ancak 'biz' ve 'onlar' ile 'biz' ve 'yabancılar' gibi sınıflandırmalar, sosyal değer noktasında, bireyin kendisi hakkında bir fikir edinmek veya sahip olduğu fikri korumak için kendisini diğerleriyle karşılaştırma olanağını engelleyecektir. Farklı dil, kültür ve dinlere mensup olan göçmenlerin batı toplumlarındaki yerleşik ve kalıcı yaşama geçmesiyle batı toplumlarının çok kültürlü toplum olmaları, baskın kültür ile bu baskınlığın yanı başında kültürlerin varlığı ortaya çıkmaktadır. 

Kültürlerarası ya da farklı kültürlerin bir arada ve hiyerarşi içinde tanımlanmadan yaşayabileceği bir yapıyı çözümlemek gelmektedir. Bunun dışında, sosyal benlik, çalışma, sosyal etki, kimlik, nedensellik ve sosyal gerçekliğin inşası gibi değer ve yaklaşımlarla örtüşen teori ve uygulama örnekleriyle analiz yaparak gelecek yıllara ait çeşitli çıkarımlarda düşüncesindeyiz.

Avrupa`da yaşayan Türkler, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızlı yaşandığı XXI. yüzyılda, dünya problemlerine çözümler üretebilen, toplumsal hak ve kurallara uygun kararlar verebilen, teknolojiye hâkim, yeni fikirler önerebilen bireyler yetiştirmek zorundadır. Bu durum, çok kültürlü ve küresel dünyada, Türkiye`nin Avrupa`yla uyumunda etkili olacaktır. Böylece, batı dünyasının antropolojik eğilimlerini yansıtan psikolojik bilgilerin çeşitli kültürlerde sınanması, incelenen olguların farklı kültürlerdeki görünüşlerinin ortaya konması noktasında, Avrupalı Türklerin bireycilik-toplumculuk eğilimleri, iş ve çalışma değerleri, yetenek ve kişilik özellikleri ortaya çıkacaktır. 

XX. yüzyılın başında ve ortasındaki dünya savaşlarının çıkışı, yönetim biçimleri ve ülke sınırlarının değişmesine neden olmuştur. Öte yandan, Doğu Avrupa ve (eski) Sovyetler Birliği`nin yeni sistemlere geçişi ve ABD, Almanya ve Japonya`nın dünyadaki rollerinin geçen yüzyılın sonlarında şekillenmeye başlaması ile birlikte, teknolojik değişimin hızı, hayatımızı etkilemiş ve stratejilerimizin değişmesine yol açmıştır. Girdiğimiz yeni yüzyılda ise, küreselleşme ile birlikte, dünyanın ve Türkiye`nin toplumsal, siyasi ve kültürel şartları daha da değişmiştir. 

Farklı kültürlerin, modern bir toplum içinde kendi değer yargılarından taviz vermeden bir arada yaşayabilme imkânı, en başta kültürü besleyen geleneksel kodların kaybolmasını engelleyecektir. Thedore Levitt`in 'küresel düşün, yerel yaşa' sözü, çok kültürlülük ve küreselleşmenin paradoksa dayalı bir bileşenlerden oluştuğu gerçeğinin altını çizmektedir. Buradaki 'yerel/yerli' oluş, bireyin çeşitli sosyal ve kültürel aidiyetleri içinde ve birey odaklı düşence sisteminde özel bir parantez açmaktadır. Ki, dünya ve öteki`yle diyalogda, öncelikle aidiyet bilincinin göz ardı edilemeyeceğinin altı çizilir. Burada, genel bilinçlilik biçimlerinin arandığı, gerçekçilikten daha çok, Anadolu insanının içdünyası ve yaşayışı gibi yerli ve özgün tarzdaki kültürü akla getirmektedir. 

Sonuçolarak, yaşadığımız yüzyılın oluşumlarına/gelişimlerine paralel olarak ortaya çıkan kültür karşılaşmalarında yaşanan etkileşiminin, temel değer yapılarını değiştireceği endişesi vardır. Bununla birlikte, yeni kuşa iletişim/teknoloji sistemleri ile oluşan popüler eğilimler ve özendirici kodlarla oluşturulan/kurgulanan irade dışı, kendiliğinden kökleştirme /pasifleştirme ağlarına/düzenine alternatif ahlakçı duruş sergilemek, sahip olduğumuz değerlerin ve kültürün yeniden özümseyici/kuşatıcı inşasını zorunlu kıldığı gibi etkileyici özelliğini de daha da güçlendirir. Ancak norm ve ilkeler aracılığıyla çeşitli düzenlemeler yapmak, çalışma ve eğitimde fırsat eşitliği, kendi özel okullarına sahip olma hakkı somut stratejiler ile gelişmiş ülkelerdeki teknolojik değişimlere ayak uydurmak ve küresel değişimlerin ortaya çıkardığı yeni ve çok yönlü gelişmelerin şekillendirdiği dünya sistemi içinde eğilip bükülmeden hareket etmek gereklidir.