Genellikle sıkça duyulan bir kelimedir “yaramaz”. Özellikle okul öncesi yaş grubundaki çocuklar için hemen kullanılır: çok hareketliyse, ağlıyorsa, kurallara uymuyorsa ya da “söz dinlemiyorsa”… Ancak çoğu zaman bu etiket, çocuğun iç dünyasında neler olup bittiğini anlamaya çalışmadan yapıştırılır.
Oysa yaramazlık diye tanımlanan birçok davranış, aslında bir duygunun, ihtiyacın ya da gelişimsel sürecin yansımasıdır. Çocuklar dünyayı oyunla, hareketle ve deneyimle öğrenir. Konuşarak anlatmakta zorlandıkları şeyleri davranışla ifade ederler. Bir çocuk bağırıyorsa bu onun saldırgan biri olduğunu değil, belki de kendini yeterince ifade edecek kelimelere sahip olmadığını gösterir. Bir çocuk arkadaşını itiyorsa bu onun kötü niyetli olduğunu değil, duygularını nasıl yöneteceğini henüz öğrenmediğini gösterebilir.
Ancak ne yazık ki birçok yetişkin, bu davranışların altında yatan duygusal nedenleri göz ardı eder. Ebeveyn ya da öğretmen, çocuğun ağlama krizini inatçılık, sınıfta yerinde duramamasını terbiyesizlik, sürekli soru sormasını ise şımarıklık olarak yorumlayabilir. Bu noktada önemli bir hata yapılır çocuğun davranışı etiketlenir, ama ihtiyacı anlaşılmaz.
Anne-babanın ve öğretmenlerin çocuk davranışlarına yönelik tutumları da bu süreçte kritik rol oynar. Olumsuz ebeveyn tutumları ve aşırı eleştirel yaklaşım çocukta özsaygı düşüklüğüne ve olumsuz davranışların artmasına neden olabilir. Öte yandan, destekleyici ve anlayışlı tutumlar çocuğun kendini ifade etmesini kolaylaştırır ve yaramazlık olarak görülen davranışların azalmasına yardımcı olur. Ayrıca bazı yetişkinler, çocuklardan kendileri gibi düzenli, sessiz ve kontrollü olmalarını bekler. Ancak gelişimsel olarak bir çocuğun yerinde durması, duygularını kontrol etmesi ya da her kurala uyması mümkün değildir. Bu beklentiler çocuğun doğasına aykırıdır.
“Çok yaramaz bir çocuk ” demeyelim de “Sınırlarını keşfeden, meraklı, keşfetmeye açık, duygularını ifade eden, canı sıkılan, enerjik, kendini ifade etmek isteyen bir çocuk” diyelim.
Çocukların henüz ön beyin gelişimi tamamlanmamıştır bu yüzden öfkeyi kontrol etmek, sıraya girmek, paylaşmak gibi beceriler zamanla öğrenilir. Bu süreçte çocuğa sabır ve rehberlik gerekir. Bir diğer etken ise toplumsal bakış açısıdır. Sessiz içine kapanık çocuklar genellikle uslu olarak görülürken enerjik konuşkan ve sorgulayan çocuklar yaramaz olarak nitelendirilir. Oysa bu sadece farklı bir kişilik özelliğidir. Bu yanlış tanımlama, çocukta kendine yönelik olumsuz inançlar gelişmesine neden olabilir. Ben kötü biriyim, zaten kimse beni sevmiyor, ben hep sorun çıkarıyorum gibi düşünceler çocuğun özgüvenini zedeler.
Her çocuk anlaşılmak ister. Davranışlarıyla değil, duygularıyla görülmek ister. Bu çocuk yaramaz olarak nitelendiremeyiz sadece duygularını yönetmeyi öğrenmektedir sınırlarını keşfetmektedir ilgiye ve rehberliğe ihtiyaç duymaktadır.
Onları anlamaya çalışmak, etiketlemekten çok daha değerlidir. Çünkü her etiket bir kapıyı kapatır ama anlayış, çocuğun gelişim yolculuğunda ona eşlik eder. Yaramazlık değil, anlatılamayan bir duygu olabilir karşımızdaki. Önemli olan, İnsan kazanabilmek ve değer katabilmek hayatlara…

YORUMLAR