Pandemi sürecinde en az on yıllık kim bilir belki de elli yıllık dijital birikim ve alışkanlıklar kazandık. 'Kazandık(!)' kelimesine dikkat! 'Kazandık mı kazanmadık mı?' bunu zaman gösterecektir. O güne kadar -pandemi sürecine- rehberlik servislerimiz, 

'Çocukları internetten, tabletten uzak tutun, hafta içi kesinlikle kullanmayın, hafta sonu kısa süreliğine izin verebilirsiniz; ' şeklinde tavsiyeler veriyordu. Bunu onaylamayan ne bir eğitimci ne de bir ebeveyn vardı. 

Pandemi bu işi tam tersine çevirdi. Dijital ürünler sağanak sağanak yağdı evlerimizin içine. Çocuklar dijital karlardan kardan adam, kardan bisiklet, kardan ders, kardan ödev ve daha neler yamadılar ki; Sadece uyurken dijital yağışlardan uzak kalabildiler.

Mal bulmuş mağrip gibi dijital nimetlere öylesine saldırıldı ki insanlık ihtiyacı olan olmayan ne varsa orada zannetti ve alabildiğince aldı. Kâr, zarar demden aldı. Ebeveyn kontrolü diye bir kavram pandemi gücüyle kolayca bitti ya da bitirildi.

Köyde bir radyo vardı sadece, sonra köye siyah beyaz bir televizyon geldi, ardından renkli olanı. Sonra televizyonların tüpü alındı, zayıfladı, inceldikçe inceldi, camlar düzleşti, ekran alabildiğine büyüdü.

  Bir gün internetle tanıştı televizyonlar. Sonra her telefon televizyon oldu. Her televizyon internete bağlandı. Teknoloji geliştikçe, zihinlerin gelişmesi yavaşladı. Bizim için düşünen, bize yapacaklarımızı hatırlatan makineler çoğaldıkça insanlığın 'lık' eki düştü. Geriye kara kuru, tatsız tuzsuz, neşesiz, robottan farksız, ruhsuz, sohbetsiz bir 'insan' kaldı. 

Bu 'insan' telefon olmadan işlerini yapamaz oldu. İş de aş da eş de oradan bulunur oldu. Her iş orada başlar ve orada biter, dedi birileri sanki! Telefonsuz 'insan' çöldeki matarasını kaybeden insandan daha acınası bir halde desek herhalde abartmış olmayız.

'Abartma dostum, çok abarttın!' sen de demeyin. Artık her yerde onun egemenliği var. Gönüllü olarak teslim ettik kendimizi. Sadece kendimizi mi? Maaile teslim olduk. Telefona sahip olma yaşı artık anaokuluna kadar düşmüş durumda. Sadece bu sonuçbile işin vahametini anlamlandırmak ve tespit için yeterlidir.

Çünkü çocuklarımız dağ başlarında, kimsenin uğramadığı yerlerde okuyorlar. Orada telefon yok, dağlık arazi, elbette telefon almalıyız (!) Yoksa nasıl haberleşiriz? Ayılar, kurtlar çocuğa saldırırsa hemen bizi arayabilsinler, diye telefon alıyoruz. Yoksa kesinlikle almam (!)) Bizim evde kurallar var (!) Liseyi bitirinceye kadar çocuğa telefon mu alınır?

Dijital yağmur ve kar fırtınası on yıl belki de elli yıl ötesini odamızın içine öylece bir taş gibi koyuverdi. Önce taşa baktık. Bu nedir, nasıl bir taş? Tam da evin ortasında. Acaba bir kenara mı çeksek? Bir köşeye koyup üstüne bir bez çekeriz ve orada öylece durur, diyecek olduk ancak diyemedik. Kelimeler boğazımıza dizildi. 

Televizyonlar, bu dönemi -pandemi dönemi- bu taşla atlatabiliriz. Sakın ha, o taşlara dikkat edin!' Gerekirse evdeki herkes için yeni bir taş alın. Hemen alın, en güzelini alın. Çoluk çocuk taşa ihtiyacınız var.' dediler. Daha ne demediler ki; 'Pardon! Ben taş mı?' dedim. İnternet, bilgisayar, tablet, daha sonraki yıllarımız; diyecektim.

İşte bu dijital kar, yağmur, tipi, tufan, kasırga her neyse elli yıl sonrasını cebimize, hayatımıza sorgusuzca taşıyıverdi. Ne bir hazırlığımız ne de bunu kaldıracak psikolojik, maddi, manevi hazırlığımız vardı.

  Bu dijital kölelik, pardon, dijital kar yağışı insanların fıtratını, kimyasını, biyolojisini ve en önemlisi hayata dair temel değerlerini kökünden sarstı.

  'Dijital bir pandemi için dijital bir kölelik, dijital egemenlik, dijital zorbalık, dijital maske ve altındaki yüzsüzlük; ' 

Ne dersek diyelim, sonuçhep kayıplardan ibaret.

Sayıların, algoritmanın, tuşların tuş ettiği insanlık, daha şimdiden yapay zekanın yönlendirmesiyle günlük hayatını ancak sürdürebiliyor. Nasıl sürdürdüğü ile ilgili kısmı okuyucularımızın muhayyilesine bırakıyorum.

Gerçeğin yerine gelen ya da getirilmeye çalışılan büyük fotoğrafta şunlar var. Her şeyin simülasyondan ibaret olması ve sahte olanın gerçekle savaşı ve nihayetinde sahte olanın gerçeğin tahtına oturtulması hedefleniyor.

Yeni nesil özellikle bu dijital yağmurlarla büyüyen nesil artık sahteleri gerçek sanıyor. Hakikat ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. İnsanların artık telefonlardan kafalarını kaldıramayacak hale geldiğini yolda sokakta bizzat görüyoruz. Yetişkinler böyleyken çocuklar nasıl eğitilecek? Yetişkinlerin bu hali çocuklara elbette ki yansıyacak.

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu her birey biliyor ancak kendisini ekrandan alamaz hale gelmiş. İnsanlar bir sel gibi sürükleniyor bu sanal bilgi çöplüğünün içine. Debeleniyor da debeleniyor;  

Dijital sağanak yağmurun ya da dijital kar fırtınasının şimdilik eğitimi pek de olumlu etkilemediğini söyleyebiliriz.

Yakın bir zamanda Balkanlardan, Uzak Doğu`dan, okyanus ötesinden gelecek olan dijital kar fırtınasına sakın yakalanmayın!

Aman dikkat!