`height=

İstanbul`un unutulan âdetlerine teberrüken değinmekte olduğumuz yazı dizimizin beşinci ve son bölümünde Doğuma, İsim Koymaya, Beşiğe, Beşik Alayına, Lohusa Şerbetine ve Kırk Hamamına nazar edeceğiz.

Osmanlı Cihan Devleti nin hemen her vilayetinde olduğu gibi İstanbul da da doğum mühim bir vakıa olup aileler için oldukça önemli meselelerden biriydi. Pek çok bebek ve kadın doğum esnasında hayatlarını kaybediyordu. Bunun için aile büyüğü kadınlar çocuklarının, torunlarının hamileliği altıncı ayına ulaşınca işinin ehli, güvenilir, doğum öncesi ve sonrası hizmetlerde uzmanlığa sahip ebe arayışına girerdi. Bu noktada özellikle ocaklı ebelerle görüşülür, anlaşma yapılır, hediyeler verilir, böylelikle hamile hanımların doğum vaktine kadar gerekli muayeneleri yapılarak ilaçları düzenlenirdi.

1861 yılında yayınlanan bir nizamname ile İstanbul daki Müslüman, Hıristiyan ve Musevî ebelerin mesleki yeterlilikleri sınanmış, Tıbbıye Okulu tarafından sınava tabi tutularak sınavda başarı gösterenlere gerekli ruhsatlar verilmiştir.

Pekiyi bu süreçte ebeler neler yapardı? Ebe hanım çocuk için hazırlanan kundak takımını düzenler, ebenin desteğiyle çocuk henüz doğmadan hazırlıkların büyük bölümü tamamlanır, kundaklar, beşikler, döşekler, battaniyeler, emzikler, gümüş güğümler, nazarlık takımları hazırlanır, bebek bekleyenlerin evlerinde hummalı bir faaliyete girişilirdi. Kundak hazırlandıktan sonra besmeleyle devşirilir, bir bohçaya sarılır, üzerine Kur`ân-ı Kerî m kesesi konulur, kıbleye karşı asılarak doğum zamanı beklenirdi. 

Doğum zamanı yaklaştığında ebe hanımın geliş gidişleri sıklaşır ve doğum sancıları başladığında ebe hanım ceviz ağacından mamul sandalyesine oturur, bebeğin doğmak üzere olduğunu yüksek sesle tekbir ve kelime-i şehâdet getirerek etrafındakilere haber verirdi. Evdeki kadınlar da ebe hanımın yanına gelir, tehlil ve tekbir sadâlarıyla bebekler dünyaya gözlerini açardı. Yeni doğan ılık suda yıkanır, sesinin güzel olması kasdıyla göbeği dört parmak kesilir, üzerine gelinyüzü denilmekte olan burulmuş vaziyetteki tülbentler serilerek nice zamandır hazırlanmış bulunan kundak bohçası dualarla açılır, bebeğe içgömleği giydirilip kundaklanırdı.

Saraydaki doğum âdetleri tabii olarak halk arasındaki geleneklerden bir hayli farklı, gösterişli ve ihtişamlıydı. Ahmet Rasim, padişahın çocuğunun dünyaya geldiğinde Darüssaâde Ağası nın oda lalasına, Silahtar Ağa ya müjde verdiğini ve Ağanın da lalaya bir bohça hediye ettiğini belirtir. Şehzadenin doğumu Silahtar Ağa tarafından duyurulurdu. Doğan çocuk erkek ise 'beşinci yeri' denilen yerde toplanılır erkek çocukları için yedi kız evlatları için üçgün nöbet atılır, doğan çocuk için, beşik alayı düzenlenirdi. 

`height=

İsim Koyma

Çocuklara doğar doğmaz üçüncü günde genellikle de Cuma günlerinde isim konulurdu. Çocuk bu ismi bir ömür boyu taşıyacağı için güzel isimler konulması hususunda İstanbullu aileler birbirleriyle yarışırdı.

Çocuğun ismini öncelikle babası koyardı. Babası vefât etmişse ya da şehir dışında bulunuyorsa bu durumda büyükbabası, büyükannesi, dedesi ya da aile büyüklerinden biri bu vazifeyi yerine getirirdi. 

Çocuğa ismini koyacak kişi namaz abdesti alıp besmele ile çocuğun bulunduğu odaya girer, önce annesinin halini hatırı sorar, kundaklar içerisindeki çocuğu besmeleyle eline aldıktan sonra yüzünü kıbleye çevirerek diz üstü oturur, kıble tarafına doğru yatırırdı. Allah`a hamd ve senâ ettikten ve Efendimize (sav) salavat getirdikten sonra çocuğun sağ kulağına Ezan-ı Muhammedi`yi okur ve üçdefa ismini söylerdi. Ardından bu kez çocuğun sol kulağına da üçdefa Kelime-i Şehadet getirdikten sonra koyduğu ismi yine üçkez söylerdi. İsim koyan kişinin çocuğun annesine saat, yüzük, elmas iğne gibi hediyeler takdim etmesi de âdettendi.

Çocuklara ayrıca göbek adı da konulurdu. Halkbilimi araştırmacısı, sosyolog Seyfettin Kurt a göre isimler üzerinden sihir ve büyü yapıldığı için çocuğun göbek adı çok dillendirilmez, sadece yakınları bilirdi.

Beşik

Ceddimizde çok eskilere dayanan bir beşik kültürü bulunmakta olup bu kültürün yansımaları İstanbul da da kendine yer edinerek çocukların odalarına beşikler konulurdu. Beşikler eski İstanbul evlerinin mütemmim cüzü mahiyetindeydi. Birkaçnesil öncesine kadar çocuklar beşiklerde ya da beşik düzeneği hazırlanmış ayakların üzerinde uykuya hazırlanırdı. 

Çağatayca 'sallamak' anlamına gelen 'bişimek' kelimesinden türeyen beşik, çocukları uyutmak için tahtadan ya da metal malmezelerden yapılmış bir nevi çocuk yatağıydı. 

Bebeğin yatağı, beşiğin baş ve arka tarafında yarım daire şeklinde kurgulanan ayakların üzerine konurdu. Ayakların üst kısmında yine yarım daire şeklinde kasnaklar bulunur, çocukların haşerattan etkilenmemesi için kasnaklar tülbentle örtülürdü. Beşikler eski İstanbul da 1960 lı yıllara kadar kullanılmaya devam etmiştir. Hâlâ bazı evlerde atadan, dededen kalan beşikler çocukları uykuya davet etmektedir. 

İstanbullular çocuklarının beşiklerini birer sanat eserine dönüştürmekten geri kalmayarak çocuklara verilen önem beşiklere de yansımış, böylelikle beşiklerin mahiyeti ailelerin ekonomik durumunun da bir nevi göstergesi olmuştur. 

İstanbul un ahşap, naht ve sedef ustalarının elinde birer sanat eserine dönüşen beşiklerin en çok rağbet görenleri Edirnekâri olanlarıydı. Beşiklerin vazgeçilmez malzemesini ceviz ağacı oluştururdu. Cevizin yanında pelesenk, demirhindi, abanoz ve servi ağaçlarından mamul, işlemeli beşikler de göze çarpardı.

İstanbul un zengin ahalisi ise çocukları için sedef, fildişi, boynuz, bağa kakma beşikler hazırlatırdı. Sarayda şehzadeler için som gümüşten ve altından beşikler hazırlanırdı. 

`height=

Beşik Alayı

İstanbul`da daha ziyade konaklarda yaşamakta olan zengin aileler tarafından yapılan Beşik Alayı merâsimi sadece ilk çocuğunu dünyaya getiren lohusa kadınlar için düzenlenirdi. Çocuğun doğumundan önce beşiği itina ile hazırlanarak süslenir, döşek ve yorganı hazırlanırdı. Konaklarda kadınlar arasında düzenlenen ve iki gün süren beşik alayında, lohusanın annesi torununu dualarla beşiğine koyarken kızına birkaçaltın takdim eder, bu esnada kadınlar def ve çalgılarla beşiği ellerinde taşıyarak çocuğa ve ailesine hayır dualarda bulunurlardı. Beşik alayına katılanlara çeşitli hediyeler takdim etmek de âdettendi.

Şehzadenin doğumu yaklaştığında Darphane de altından ya da gümüşten beşik imal edilir, Şehzadenin beşiği 'beşik alayı' adı verilen merâsimle İstanbulluların ilgisine arz edilirken beşik bilahare saraya götürülerek şehzade beşiğe konulurdu. Şehzadenin beşiği hayattaysa Valide Sultan, değilse padişahın kız kardeşlerinden en büyüğü tarafından, sultanın kız kardeşi yoksa Osmanlı hanedanının en yaşlı kadın mensubu tarafından hazırlanırdı.

Topkapı Sarayı nda padişahın çocuğu dünyaya geldiğinde toplar atılarak İstanbullulara şehzadenin doğumu haber verilir, sokak ve caddelere kandiller, avizeler asılır, yeniçerilerin ve Saray ağalarının koğuşlarında sazlar çalınırdı. 

Darphaneden çıkan beşikler büyük bir alay eşliğinde saraya harem dairesine teslim edilir, Saray Kethüdası, Başkullukçu, Nöbetçibaşı, Çantacı ve Kaftancı gibi saray memurları ile Koğuş Ağalarının teslim aldığı beşik, dua, hürmet ve tazimle Harem Dairesi ne götürülerek Dârüssaâde ve Hazinedar ağasına teslim edilirdi. Ağalar beşiği teslim alıp, ait olduğu yere Harem-i Hümayun a takdim eder ve şehzade beşiğe yatırılırdı. 

Lohusa Şerbeti

Lohusa şerbeti kadim İstanbul un doğum âdetlerinden biriydi. Lohusa şerbeti geleneği uyarınca çocuk, ebesinin elinde göbeği kesilip kundağa sarılır sarılmaz lohusa şekeri kaynatılır, konu komşuya, hısım akrabaya dağıtılırdı. Â dat ve Merâsim-i Kadime, Tabirât ve Muamelât-ı Kavmiye-i Osmaniye isimli kitabın müellifi Abdülaziz Bey, yeni doğanın ailesinin yakın akrabalarına ve ahbaplarına kırmızı lohusa şerbeti gönderilmesinin zamanını doğumun ikinci gününün sabahından üçüncü gününün akşam vaktine kadar olduğunu belirtir.

Yeni doğanın tebrikleri doğumun ikinci gününden itibaren başlar, yedinci güne kadar gelen kadınlara lohusa şerbeti ikram edilirdi. Lohusa şerbeti süslü cam kavanozlara konulur, kız çocuğu dünyaya gelmişse testiye beyaz tül bağlanır, bebek, Efendimizin (sav) pak soyundan geliyorsa yeşil tül sarılırdı. Çocuk erkek ise kavanoza tül bağlanmazdı. 

Ailenin yakın görüştüğü konu komşuya, akrabaya lohusa şerbeti billur sürahiler içerisinde gönderilir, şerbeti getirenlere bir yandan bahşiş verilir, diğer yandan da çocuğa ve ailesine hayır dualar edilirdi. 

Münevver Alp, eski İstanbul asırlarında şerbet karşılığında yeni doğan bebeklere altın takılması gibi bir âdetin olduğundan bahisle hâli vakti yerinde olmayan ahbaba ve yârâna lohusa şerbetinin gönderilmekten imtina edildiğini belirtir.

`height=

Kırk Hamamı

Eski İstanbul da evlerin en büyük odası lohusa kadın ve bebeği için hazırlanırdı. Lohusanın yatağı şiltelerle yükseltilir, etrafı rengârenk çarşaflarla bezenir, gelin hanım evlendiğinde kayın validesinin kendisine hediye ettiği yorgan lohusanın üzerine örtülürdü. Kırk gün evinden dışarıya çıkmayacak olan lohusanın başucuna Mushaf-ı Şerif asılırdı. 

Yazar Münevver Alp, doğum sonrasında sürekli olarak yatağında bulunan lohusanın doğumu takip eden yedinci gün evlerine gelen hocaefendinin duasıyla ayağa kalktığını, bu esnada bir yandan yatağın kaldırıldığını diğer yandan da çocuğun kulağına ezan ve kâmet getirilerek isminin konulduğunu belirtir: 'Yataktan kalkma törenine, lohusa ağrı çekerken yanında bulunan komşular gelirdi. Ebe Hanım lohusayı çeyrekler, tütsüler, mindere oturtur, kucağına kundağı verir. Komşular elbirliğiyle yatağını toplardı. Yatak kalktıktan sonra davetli misafirler gelirler, ya mevlit okunur, ya Kur ân okunur ve şerbetler dağıtılırdı. Doğumu geçhaber alan, şerbet gönderilmeyen uzak semtlerdeki ahbaplar, akrabalar kırkıncı gün hediyeleri ile gelirler, tekrar tekrar şerbet kaynatılırdı.' 

Lohusa kadın ve bebeği kırk hamamına götürülmezden önceki Pazartesi günü bebeğin tırnakları kesilir, eli babasının para kesesinin içerisine daldırılırdı. Bebeğin eliyle birlikte keseden dışarıya çıkan paralar varsa dadısına, yoksa ihtiyaçsahiplerine dağıtılırdı.

Ebe Hanım doğum öncesinden bu yana takip etmekte olduğu lohusanın evine doğumun otuz dokuzuncu günü gelir, geceyi burada geçirerek bebeği ve lohusayı kırk hamamına hazırlardı. Sabah olunca evden ilk önce lohusa ardından da annesi ve kayınvalidesi çıkar, hamama varıldığında kapının eşiğine bir miktar kırmızı şerbet dökülürdü. Tüm bunların öncesinde hamam güzel kokular ve tütsülerle kırk hamamına hazırlanmış olurdu.

Kırk hamamında imkânı yerinde olanlar hamamı tamamen kapatır, maddi durumları buna elvermeyenler ise misafirlerini hamamın sair müşterileri arasında ağırlardı. Kırk gün boyunca ziyarete gelen kadınlar, komşular, akrabalar lohusanın kırk hamamının özel davetlileri olur, hamama gelirken yüzük dâhil hiçbir mücevher takmazdı. 

Kırk hamamında lohusa ve bebek, ebesi tarafından yıkanır, paklanır, lohusanın beli çekilir, bebeğe çörek otu tütsüsü yapılır, bu arada davetli kadınlar eğlenir, türkü çağırır, mû sikî icra edilirdi.

Hamamdan çıkarken kapının eşiğine tekrar bir miktar kırmızı şerbet dökülürdü. Lohusa kırk hamamından sonra evinden dışarıya adım atmaya başlar, lohusanın ailesi misafirlerine yemek ikram ederdi. 

BİTTİ.