Orta Asya Edebiyatı uzmanı, Halk Bilimci, Şair, Yazar Dr. Yusuf Emrah İlik`le yaptığımız mülakat dizisinde Manas Destanı, Şehname, Manas Destanı ve Şehname`nin mukayesesi, Manas ve Şehname üzerinden Türk ve Fars kültürlerinin tahlili, İki Antik Kültür Arasında: Manas Destanı ile Firdevsî `nin Şehnamesindeki Kahramanların Karşılaştırması serlevhalı kitap, Orta Asya Edebiyatı, Cengiz Aytmatov, Orta Asya`da unuttuğumuz kardeşlerimiz, Orta Asya tezkirecilik geleneği, Hasan Hoca Nisârî , Hoca Ahmet Yesevî , Afganistan, Afgan Edebiyatı ve muhatabımızın şiir ve yazı dünyasını teşrih masasına yatırdık. Bu vesileyle Yusuf Emrah İlik`e İttifak Gazetesi camiası olarak teşekkür ediyoruz.

İbrahim Ethem Gören: Şiirleriniz içdünyanıza nasıl aksediyor?

Dr. Yusuf Emrah ilik: Tabii ki şiir demek direkt içdünya ilgili bir kavram. Bu yüzden biraz daha yoruma açık ve içdünyam ile ilgili bir cevap olacak gibi görünüyor. İlk önce ifade etmem gerekir ki siz teveccüh göstererek yazının girişinde hakkımda şair diye bir tanımlamada bulunmuşsunuz. Ben kendimi şair olarak görmüyorum. Hatta çok iyi bir şiir okuyucusu olduğum da söylenemez. Bu büyük bir iddia olur benim için. 

`height=
Dr. Yusuf Emrah İlik

Şiir yazıyorsunuz ama!

Evet, şiir yazıyorum. Bunun sebebi ise içdünyama gelen bazı duyguların şiir şekilde dışa vurumu diyebilirim. Her insan gibi benim de hayatımda bazı dönüşümler, değişimler oldu. Çünkü hayat değişmeden dönüşmek ve bir şekilde gelişmekten ibaret diye ifade etmek uygun olur. Çünkü zaman geçtikçe bazı şeyleri daha farklı bir gözle yeniden ele alıyorsunuz. Özellikle son 10 yıl, içdünyama dönme ve bazı şeyleri fikirsel olarak yeniden yorumlama fırsatım oldu. Tekrar ile, bu yorumlar bazen şiir olarak ortaya çıkıyordu. Bazen deneme olarak yazıyordum aklıma gelen konuları. Ve etrafımdaki birkaçkişi ile paylaşıyordum. Bu dönüşümlerin ve yeniden yorumlamaların altında yatan sebep farklı coğrafyalarda aldığım insan figürleri ve kalplerine dokunduğum kişilerdi. 

`height=
Dr. Yusuf Emrah İlik Grand Canyon da

Dr. İlik: Her bir hadise ve şahıs aslında birer mektup.

Çünkü her bir hadise ve şahıs aslında birer mektup. Ve bu mektupların kendisine has bir dili var. O dili kavramak ve anlamak gerekiyor. Bazen 'anladım' diyorsunuz ama sonra tekrar bakınca aslında çok şeyi ıskaladığınızı fark ediyorsunuz. Benim de yaşadığım coğrafyalar bana farklı insanlarla ve olaylarla tanışma imkânı verdi. Ve gayriihtiyari onları okumaya başladım. Başlangıçta böyle bir niyetim yoktu ama kendiliğinden gelişen bir süreçoluştu ve kendimi böyle bir sürecin içinde buldum. Bu yüzden şiirin her şair için kişisel ve oldukça özel olduğunu düşünüyorum. 

Bunları neden anlattınız?

Çünkü bir şeyler yazmanız için veri gerekiyor. Verinin sonucunda ürün ortaya çıkar. Bu bütün çalışma alanları için geçerli. Şiir için de bu böyle. Şiir, zor anlaşılan ve yoruma açık bir tür. Hatta şiirin kelime tahlilini vs. yapabiliyorsunuz fakat mânâ tahlili tamamen şaire özeldir. Bir şiir için belki bir kitap yazılmalı ki anlaşılsın. Ben şiiri bala benzetiyorum. Malum olduğu üzere bir arı, farklı yerleri gezerek çeşitli yerlerden topladığı çiçek özlerini kendi bünyesinde bala dönüştürür ve gerçek balın tam anlamıyla hangi özden ve hangi çiçekten ne kadar alındığını ve içeriği tam manasıyla bilemeyiz. Bilmek istesek bile uzun bir analiz gerektirir. Şair ve şiiri de böyle düşünmek yerinde olur. Yani şaire tam dokunmadan, onun hayat hikâyesini bilmeden şiirlerini anlamak oldukça zor bence; Bu yüzden şiir anlatılmaz, yorumlanmaz, tercüme edilmez ve herkes tarafından beğenilmez. Ve beğenilme beklentisinde de olunmamalı ve nasıl hissediyorsan öyle yazılmalı. Tabii ki bunlar benim yorumlarım. Eleştiri kapısı her zaman açık.  

Şair Yusuf Emrah İlik: Şiir bir mânâdır.

Çünkü şiir bir mânâdır. Mânâ ise herkesin gönül aynası farklı olduğu için farklı farklı şekilde yansıyan bir kavram. Böyle bir girizgâhtan sonra gelelim sizin sorunuza. 

Eyvallah;

En mühim mesele 'insan olmak ve 'insan' kalmak! İnsanoğlunun kadim kitaplarına ve inançlarına baktığımızda asıl unsurun insan olduğunu anlıyorum. Diğer bütün olaylar ve anlatılanlar insan unsuru üzerinden gelişiyor ve şekilleniyor. Çünkü herkesin başını yastığa koyduğunda düşündüğü şeyler ortak. Hayatı anlama ve anlamlandırma gayreti neticesinde bütün ilim dalları oluşmuş. Şiir ise bu dallardan biri bence... Bütün kutsal kitaplarda hep bir safileşme teması vardır. Neden? Çünkü İnsan yaşlandıkça çocukluğunu özler. Çünkü çocuk saftır. Çocuk beklentisizdir. Çocuk herkese güvenir. Çocuk kimin ona zarar vereceğini bilmez. En önemlisi çocuk mutludur. O yüzden içimizdeki çocuğa ulaştığımızda gerçek mutluluğa ulaşırız. Bu yüzden bütün doğu ve batının ilahi öğretilerinde, kızılderili kabile dinlerinde hatta tasavvufun özünde saflık, beklentisizlik, güven, zararsızlık ve bunun neticesinde huzurla neticelenen bir yol teklif edilir. Yani tek bir kelimeyle içimizdeki çocuktan ayrılmanın verdiği hüzün ile tekrar o çocuğa ulaşma gayretindeyiz. İnsanoğlu olarak durumumuz, tanımımız ve yolculuğumuz bu kadar sade bence. Ve bu bizim en net ve gerçek hikâyemiz.  Ve bu yolculuk ise kişiseldir. 

`height=
Yusuf Emrah İlik Budapeşte de

Yoldan ziyade yol arkadaşı gerekir.

Yoldan ziyade yol arkadaşı gerekir. Sonra yola çıkılır. Ve Yılmaz Erdoğan`ın tabiriyle yolda olmak başlı başına bir eylemdir. Bir yere varmak önemli değil, önemli olan yolda olmaktır. 

Ben de şiirlerim de böyle bir yolculuğun ürünü. Yolun nasıl gideceğini ve yolda neler ile karşılaşacağınızı kestirmeniz zor oluyor. Dolayısıyla yola odaklanmak lazım ve keyfini çıkarmak lazım bence;

Yolda aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?

Bahsettiğim gibi arayış devam ediyor. Herkes gibi; Sanırım gitmediğim o istan`a girdiğim zaman bitecek. Şiirlerim genellikle sembolik şiirler. Bu sembolizm şiirlerimde herkesin kendinden bir şeyler bulmasına imkân sağlıyor. Ben aradıklarımı bulduğumu düşünmüyorum. Ama şiirlerim vesilesiyle bu yolculukta aynı duraklarda soluk aldığım birçok yeni yol arkadaşı buldum ve bulacağımı düşünüyorum. Bu yeterli şimdilik.  Özellikle hayat denen kavrama baktığımızda belirsiz bir şekilde yaşadığımızı düşünüyorum. Tam anlamıyla her şey belirsiz. Neyin nasıl olacağını kestirmek ve nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı önceden bilmek oldukça zor. Daha önce bahsettiğim gibi çözülemeyen iki kavramdan biri aşk ve hayat, diğeri ölüm ve firak arasında ve bu iki kavramın doğurduğu sonuçların sıkıştırmasıyla yorgun düşüyor bedenlerimiz. Ve bu iki kavram tamamen belirsiz. Hayat belirsiz, hayattan sonra nasıl bir şeyle karşılaşacağız garantimiz yok ve bu da büyük bir belirsizlik. Bu konuyu düşünürken yazdığım bir şiiri sizinle paylaşmak isterim. 

Lütfen, istirham ediyorum;

Daha önce bir başka yerde yayınlanmadı bu arada. Sanırım daha iyi ifade etmiş olacağım bu şekilde. 

İlginiz için müteşekkirim Yusuf Emrah Bey.

Uzaktan gelen seslerin kimliği belirsiz,
Kulak verip doğrulsan döndüğün yön belirsiz,
Ayaklarına sarılan ve güneşine ortak olan 
Ve senin gibi görünen gölgen belirsiz.

Hayat deyip içine düştüğün, 
Nefes alıp içine çektiğin, 
Toprak deyip tohum ektiğin
Yürüdüğün yol, bastığın yer belirsiz, 

Zamana takılıp giden her bir gün,
Kimine ölüm kimine düğün,
İçtiğin her bir su, yediğin her bir öğün,
Gün içinde yaşadığın anlar belirsiz. 

Bir bir giderken zaman avuçlarından,
Sadece zayıf bir sestir geride kalan,
Bir mânâlı söz dökülür mü dudaklarından!?
Diye dönüp baktığın dostun belirsiz,

Bakıp nazar etsen her bir cana 
Bir şeyler fısıldıyor içindeki sana 
Hep yeni bir umutla uyansan da sabaha
Baktığında sen sandığın aynan belirsiz.

Derin bir nefes alıp çeksen içine,
Dönüp de baksan yoldaki kaderine
Dilin söyler mi tek kelime
Hayat dediğin ve yaşadığın zaman belirsiz. 

Var olunuz; Eski Türk Edebiyatı`nın mühim simalarından, hattat Prof. Dr. Ali Alparslan hocamız 'insanlığın ayrı zevki vardır' diyordu. Siz de bir Eski Türk Edebiyatı Uzmanı olarak, Necmeddin Okyay merhumun hayrülhalefi, nestalik üstadı Ali Alparslan hocamızın mezkû r kelâmına bir şiirinizde 'ince göreceksin hayatı olabildiğince ince' cümlesini ekliyorsunuz. Hayatı olabildiğince ince görmeyi insanlığın zevkiyle nasıl telif etmemiz gerekiyor? 

Hayatı ince görme keyfiyetinden amacım aslında olan veya olması gereken değil. Bu iki kavramın arkasındaki mânâya nazar etmeye çalışmak daha büyük bir zevk veriyor bana. 

Kısacık dünya hayatında içimizdeki mânâlarla varız.

Şu kısacık dünya hayatında, üzerimizdeki mânâlarla varız çünkü. Aslında bir bakır ustasının boş bir levhayı çekiciyle vurarak o boş levhaya değer katması, onu işlemesi gibi veya bir halının üzerindeki ilmikler sayısınca değerinin artması gibi; Her bir insanın hayatında böyle ufak ama can yakan darbeler ve yaşamına değer kattığı ilmikler var. Ve söz konusu insan üzerindeki bu sayısız ilmikler, ruhundaki dışarıdan algılanamayan ufak dokunuşlar kadar kıymetli. Buna tecrübe de denilebilir fakat bence yeterli bir tanım değil. Tabii ki bunu sadece insan üzerinden de okumak da yeterli değil. İnsan merkezinde insana dokunan her şeyde bu gözlemlenip okunabilir. Bir önceki cümle biraz sözü uzatacağından sadece 'insana dair' diyorum yoksa bu bir okyanus, eskilerin tabiriyle herkes kabına göre alır, istifade eder. Yani ince görmekten kastım karşılaştığım insanların üzerindeki o ilmikleri okumaya çalışmak, hayatın yaptığı dokunuşları anlamaya gayret etmek. 

Dr. İlik: 'İnce görmek' hayatı okumak.

Ali Alparslan hocamızın da kastı bu mu tam bilemiyorum, fakat benim anladığım kadarıyla ince görmek, hayatı okumak. Etrafımızda olup bitenin farkına varmak. Bence bu hayatı daha zevkli hale getiriyor. Özellikle bu konuları konuşacağınız bir yol arkadaşınız varsa sanırım daha da güzel hale geliyor. 

Yedi bölümlük yazımızın nihayetine geldik. Nazik ilginiz için teşekkür ederken 'son kelâm' diyelim;

İnce göreceksin hayatı olabildiğince ince;
Zemheriye hazırlık yapan, 
Rüzgâra aldırmayan yaprak kadar ince...

Yağmurun maksudu toprağın içindeki filiz,
İnsan denen bir sır ve bir tek söz, mahlası âciz
Kendini var sanan nâdan! yüreğini delince,
İnce göreceksin hayatı olabildiğince ince

Kâbe`nin içi bile putla doluydu bir zaman,
Ve tapınakları bekleyenler fahişelerdi
Gün dönüp her şey oluncaya kadar âyan,
Halbilmezlerin, gönül saymazların inadına dayan, 

İbret bile olmasın sana, ne yolda kalan, ne ayağı kayan
Bir usul bilmezin kesif sesini dinleyince
İnce göreceksin hayatı olabildiğince ince,

Aşk ve hayat aracısız gelir bir belirsiz diyardan
Aşk bir ilahi sanat ve hediye, Yaratıcının katından
Aşk bir cevher sunar sana bir hayat damarından, 
Beklenmedik bir anda o deryaya dalınca,
İnce göreceksin hayatı olabildiğince ince...

Bir pembe renk ile ruhun tüllenir,
Mavi ile gönlün gök kubbeyle şenlenir,
Firak ve ecel ruhunda ansızın belirir
Bütün renkler bir bir manasını yitirince...
İnce göreceksin hayatı olabildiğince...

-BİTTİ-

Yazı No: 414