İnsanlığa daha iyi bir hayat bahşetmek için bir vasıta olarak kullanılması gerek bilim ve teknoloji, sadece daha fazla tüketim malzemesi üretmek ve imal etmek yolunda kullanılmıştır. Hayatın her geçen gün biraz daha muğlaklaştığı, kitle iletişim araçlarının yaşayışımızın her safhasına el uzattığı dünyamızda, solda ve sağda bocalamadan, sarsılmadan nasıl yaşayacağız.

Bu çağda kültürler süratle birbirine yakınlaştırıyor, aradaki farkları` -kaybettirmese dahi &ndash hızla azaltıyor. Artık insanların tüketim alışkanlıkları, giyimden, yeme içme ve özellikle de iletişim alışkanlıkları birbirine benzemeye başladı.

Eskide Doğu-Batı kavramı vardı. Bu kavramı, Batı`da var olmanın, yaşamanın gayesi çalışarak, faal bir hayatla yeryüzünde başarıya ulaşmak, Doğu`da ise, tefekkür alemine dalmak, içe gömülmek olarak tanımlanırdı.

Günümüzde Batı cemiyetlerindeki huzursuzluğun temeli, Batı`yı Batı yapan inanışlardır aslında. Bunu anlayan Batılıların sayısı gittikçe artmakta. Mütemadiyen daha fazlaya, mütemadiyen değişmeye yönelmiş bir sistemin gaye olamayacağını, Batılı ilim adamları da kabul etmeye başladılar. Temeli, değişmek olan bu sistem, milyonlarca insanı şehirlerde birbirleri üzerine yığmıştır. Bu mutli-milyonluk insan kümelerini doyurmak, giydirmek, barındırmak ve eğlendirmek için tabii kaynaklar yok edilmiştir. Böylece, materyalist Batı dünyasında, kalite değil cemiyete önem veren, beşeri şahsiyeti, şahsiyetin gelişmesi, insanoğlunun tabiatla olan yakın ilişkileri hemen hemen tamamen reddedilmiş veya unutulmuştur.

Batı dünyasının bu maddiyatçılığı, maalesef bize sirayet etmiştir. Aman vermez rekabetler karşısında yenik düşmüşüz. Düğümlerle dolu yaşama sanatı meselesini çözemediğimizi itiraf edeyim. Yaşanılan bugünkü dünyada Batı`nın ürettiği kültür ve teknolojinin esiri olmaktan nasıl kurtulacağız?

Zihnimi bu sorular kurcalarken, coğrafi konumumuz gibi doğu ile batı arasında kendimi sıkışmış hissediyorum. Elbette bunun bir çıkış yolu vardır. Ama bugünkü halimizden şikayetçi değilsek zaten çare ve çözüm arayışına girmeyiz. 'Hiçölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.' Hadisi bizi bu çıkmazdan çıkarır.

Bu hadis, dünya için olsun, ahiret için olsun, yapılacak işlerin ciddiyetle ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Yarın ölecek olan insan, bütün dünyevi işlerini unutur ve samimi ve ciddi bir şekilde ahiretine yönelir. Hiçölmeyecek olan insan da, yapacağı işlerin ileride sonsuz seneler boyu kendine faydalı olabilmesi için yaptığını sağlam ve dayanıklı, güzel yapması gerektiğini düşünür. Bu yönüyle bu hadis hem dünya hem de ahiret işlerini, özenle yapmak gerektiğine dikkat çekiyor.

'Hiçölmeyecekmiş gibi dünya için' çalışmak gerektiğini söyleyerek, dünyaya aşırı derecede dalıp, ahireti unutanlara, hadisin ikinci kısmı olan yarın ölecekmiş gibi ahretine çalış cümlesini hatırlatmamız yeterlidir.

Bu ve benzeri hadisler, İslam ın dünya ve ahiret arasında denge kurduğunu gösteren hadislerdir. İslam ne Hristiyanların ruhbanlık anlayışı gibi tamamen dünyayı terk etmeyi, ne de Yahudilerin tapacak derecede hırsla dünyaya saldırmalarını kabul etmemektedir. İslam, insanlara hem dünya için, hem de ahiret için çalışmalarını tavsiye etmektedir.

Asıl şifre buradadır. Tabii ki şifreyi çözebilirsek.  Bu hadis, gerek dünya için olsun, gerek ahiret için olsun, yapılacak her işin ciddiyetle ele alınması gerektiğine işaret etmektedir. Yarın ölecek olan insan, bütün dünyevi işlerini unutur ve samimi ve ciddi bir şekilde ahiretine yönelir. Hiçölmeyecek olan insan da, yapacağı işlerin ileride sonsuz seneler boyu kendine faideli olabilmesi için yaptığını sağlam ve dayanıklı, güzel yapması gerektiğini düşünür.