Realite ile arasında doğal boyutta bir adımla aşılamayacak bir boşluk oluşan her insan bir çıkmaza doğru sürükleniyor demektir.

Nesiller için de aynı şey söylenebilir. Bir toplumda nesilleri tedirgin eden sebepler birden fazladır. Başka sebepleri de kendi varlığına doğru çeken sebebi düşünelim şimdi. Bu arada belirtmek isterim ki düşünmekten korkuyoruz. Bu neden ileri geliyor diye zaman zaman kendime sorarım. Varlık kımıltımızın bir berrak görünüm ihtiyacı duyduğu durumlarda en çok huzursuz oluruz galiba. Az çok bellidir bunun sebebi. Kendi hakkımızda doğru bir kanaat taşımakta zorluk çekmeye başladığımız zamanlara denk düşer. Hani aynaya bakmak bile istemez canımız. Kaçınırız bundan.Bana öyle geliyor ki diş temizliğine özen göstermek de bu asıldandır. Yani kendinden kaçmamanın günlük güzel alışkanlığını kazandıracaktır bize.

İnsan aynaya baktığı zaman hakkını vermeli bunun. Yani kendi gözlerinin içine bakıyor ve nerede yanlışlık yaptığını fark etmeye veya hatırlamaya yanaşıyor muyuz? Yoksa şakası yok bir lodos fırtınası var da vapur iskeleye yanaşamıyor, çımacılar halatı iskele babasının boynuna geçiremiyor mu?

Her insanda bu çizmeye çalıştığım tablo biraz yok değildir. Zaten insan dur durak bilir bir canlı varlık değildir. İyi de, sebepleri hiçakla getirmemek, onları arayarak bulmak gibi bir nimeti tepmek nedir? Bir sorun var ise o sorunu hiçmevcut değilmiş gibi görmezceden gelmek akıl kârı mıdır Allah aşkına? Sebepleri örtmek, bu yaygın derdimizin başka bir şekilde söylenişidir. Bu dediğimi aşmak çabam daha bir artmalı benim, daha bir sistematik olmalı...

Toplumsal hayatta da vardır ve tek insandaki aksamaların çoğalan ve büyüyen halidir.Tek insanın sorunu da toplum onu bilmiyor diye sorun olmaktan kurtulmaz. Sen biliyorsun. İçvarlığın yani idrâk ve vicdanının bilmesi yeterli.

Tasavvuf kültüründe kıyamete üçanlam verilmiştir. Birincisi, Kıyamet-i Kübradır ki bütün insanların ölümlerine tanık olmuş ve olacak yeryüzünün ömrünün sona ereceği 'saat'. Nitekim Kur`ân`da kıyamet 'saat' ile anılıyor bilindiği gibi. İkincisi de 'Küçük Kıyamet' benzetmesi ile vurgulanan, denizde damla misâli, bir insanın ölümü. Bir de üçüncüsü vardır. Kendisini aydınlanarak yetiştirmek duygusunu yerleştirmek isteyen gençler için iyi bir konu bu: Kıyamet-i vüsta orta kıyamet diye çevrilişinin ilerisinde, derin bir anlama işaret ediyor. Büyükler buna 'bir neslin çöküşü' demişler.

İşte bu kavram kadın, erkek herkesi ilgilendirmesi gereken mühim bir olgu, gözlerden kaçırılamaz bir toplum gerçekliğidir. Sadece bizim toplumumuzu değil bütün Müslümanları ilzam edecek bir kavramdır. Hayatta karşılığı olan her olumluluk gibi üstüne titrenilmesi gerekir. Buna var mıyız?

Demek ki bir neslin çökmemesi yani bir neslin mânen ölmemesi gibi evrensel bir değer, bir mesele karşısındayız. Biz acaba bu değerin farkında mıyız? Bir de şu var ki bu 'nesil gerçekliği' sadece Müslümanları ilgilendirmekle kalan şey değildir. Bu bağlamda mesele evrensellik kavramı içinden mutlak bir boyut da kazanır.Bu da, dünya gençliğinin ruhundaki susuzluk örneği, sorulması su gibi ihtiyaçbir soruya götürüyor beni. Bundan kendimi alamıyorum.

Evrensel barıştan önce evrensel adâlet... Benim gözümde bugünkü insanlığın en büyük hedefi bu olmalıdır. Aslında hedef budur insanın yaratılış esprisinden ötürü hedef budur. İşin trajik diyebileceğimiz yüzü de o zaten.

Adâlet hedefinden uzaklaşılmıştır. Gün gün bu hedef kaybedilmektedir. Hz. Süleyman, Zülkarneyn, Nuşirevan ve Hz. Ömer adâlet kompozisyonlarına ulaşmış bir insanlık bugün çığırından çıkmaya doğru hızla sürüklenmektedir. Bu bir dejenerasyondur. Maddî kudret hedefli ve teknolojik üstünlüğü bir silâha çevirmiş, gemi azıya almışlıktır bu. Tevrat ve İncil`in içermediği nice ayrıntıda Kur`ân bize hareketli resimler sunar. Bunlardan birisi de çok ileri gitmiş olan kavmin Nuh ile eğlenmesidir. Nuh da, Allah da eş zamanlı olarak içerliyorlar buna. Nuh`un bedduâsı o kadar haklı ki Allah bu yakarışı kabul ediyor. Sonra da olanlar oluyor.Tufân, o kavmin bütünüyle helâk edilmesi içindi. Daha önce ise 40 yıl sürmüş bir kuraklıktan söz eden kaynaklar da vardır.

Çağımızda da öz gerçek karşısında bir eğlenti havası hakimdir. Evet böyle... Çağdaş dünyada egemen anlayışın bizi kaydırmak istediği bir yönden söz edebiliriz. Söz etmek zorundayız.

Batı düşüncesi, son iki yüzyılda tüm ülkelerin ilgisini çekti ama bir ilham veremedi. Batı kendisi bir ilhâma muhtaçken, yanlışı onaylamayan Batı aydınlarını, düşünürlerini gençler bilmiyor artık batıda... Hatta Batı gençliğinin günümüzde Doğulu düşünürleri tanımaları alternatifinden söz edilebilir.

İslâm tasavvuf düşüncesindeki 'neslin mânevî ölümü' ve olumlu metafizikten mahrum yetişmesi dev bir problem değil mi? Bugünkü dünyamızda barış dilekleri ayyuka çıkmaktadır ama savaş ve terörün sebeplerine kulak asmaya kimse yanaşmamaktadır. Herhangi bir ülkede anarşi ve terörden canı yanan, ruhu çöken insanlar ne olacak? Onlar gidiyorlar. Bunca acı bütün insanlığı ilgilendirir. Paylaşım savaşı bunu haklı gösteremez.

Dünyamız Asurlaşıyor. Her şeyin yüzeyseli, her şeyin dış yüzü. Peki insanın hakikî ye özlem ihtiyacı? Farkında olmadan artık terörizm dediğimiz bireysel katliâmcılık olsun, maddî kudret tek hedefi kalmış özünde materyalist yaşama mantığı olsun tüm insanlığın çöküşü demektir. Olumlu insan yetişmesi için 'yanıltmayan kitaplar'a su gibi muhtaçtır dünyamız.