Arabayla giderken öndeki araçtan yola çöp atılması beni kahrediyor. Bir insan bunu nasıl yapabilir diye içim içimi yiyor. Bir de sebepsiz yere çalınan korna sesini duyunca öfkeden deliriyorum. Geçenlerde arabayla seyrederken önümde yaya olduğu için durup onlara yol verdim, arkadaki araçtan öyle bir korna çalışıyor ki insanın kulağını sağır edecek. Araçtan inip 'Görmüyor musun, önümde yaya var.' dedim. Adam özür dileyeceği yerde, bu seferde ağızını bozdu. Tekrar cevap versem, kavga çıkacak.

Sesimi çıkaramadım, 'Fesuphanallah' diyerek bindim arabama... Bu korna ve yola çöp atma konusunda bir gün iyi bir dayak yiyeceğim bu gidişle. Bunlar küçük hadiseler kafayı takmaya değmez de, bilmiyorum ben mi aşırı hassasım!

Futbol bütün dünyada büyük ilgi gören, kitleleri peşinden sürükleyen bir oyun. Adı üstünde, bu bir oyun. İnsanlar oyundan keyif ve zevk almalı ve bu oyunun tadını çıkarmalı diye düşünüyoruz. Ancak bizde durum öyle mi...

Daha maça giderken başlıyor küfür. Aile varmış, büyük varmış hiçumurlarında değil. Metroda maça giden taraftarlarla yolculuk yaptık. Aman Allah`ım ne taşkınlık, ne küfürler insanın yüzü kızarıyor. Biz futbolu seyretmeyi, futboldan keyif almayı pek beceremiyoruz. Bunu beceremediğimiz gibi statları bir şiddet alanına dönüştürmekte de üstümüze yok.

Şimdi gelin Beyazıt`taki ulu çınarın altında bir kahve içelim. Tepenizdeki ağaç, kim bilir kaçasırlık. Yüz binlerce insan, yüz yıllardır onun altında serinledi, onu diken ve bakan 'büyük Türkler`i rahmetle andı. İstanbul`un pek çok semtinde böyle ulu ağaçlar vardı, bazılarında, hala var.

Son onbeş yıl içinde İstanbul`da on binlerce yeni ve sözüm ona modern binalar yapılmış. Ama bu binaların sıralandığı yollar çırıl çıplak ağaçsız. Niye? Her bina sahipleri kendileri hisselerine düşeni yapsaydı bugün İstanbul yemyeşil bir şehir olurdu, tıpkı Avrupa`nın ve Amerika`nın ağaçlı şehir yolları gibi.

Allah`ın bildiğini kuldan ne saklayayım: Ben gerektiğinde kendi kendisini haşlarcasına tenkit edebilen, kendisinin kusur ve aptallıklarını çekinmeden anlatabilen zihniyetin hayranıyım. Kendi kendimizi milletimizi cemiyetimizi gerektiğinde tenkit etmesini öğrenemezsek daha iyi bir Türkiye sadece bir hayalde öteye geçemez. Buna hiçşüpheniz olmasın.

Milletler, fertlerin arasında karşılıklı sevgi ve dayanışma arttığı ölçüde medeniyet yarışında öne çıkarlar.

Ben daha fazla bir şey istemiyorum: ecdadımıza layık olalım onların bıraktıklarını devam ettirelim ve onların vardıklarından da ötelere geçelim. Safsatayı, mugalatayı bırakalım da cevap verelim: Biz bunları yaptık mı, yapıyor muyuz? Biz, genellikle ecdadımıza layık torunlar mıyız?

Ecdadımız, mesela, elbette dünyanın en temiz insanları arasında geliyordu. Onlar, dünyanın en güzel en sıhhi en temiz hamamlarında yıkanırlarken, Paris`in şahane saraylarında dahi hela yoktu. Yatak altlarında muhafaza edilen 'pislik kutusu' ertesi sabah boşaltılırdı. Sosyete kadınları, bazen aylarca yıkanmaz, vücutlarındaki kirleri kremlerle kapatır, kolonya ve parfümlerle kokuyu gidermeye çalışırlardı. Benim iddiam şu: Pek çok sahada onlar ilerlerdi biz ise, çok defa geriledik, veya yerimizde saydık.

Kimliğimizin ruhunu doğru bakışlarla şehirlerimizde yaşatmalıyız. Bu, bizim kimliğimize vefâ borcumuz ve gelecek nesillere karşı da mesuliyetimizdir. Bugün yaşadığımız şehir içdünyamıza hitap eden şehir mi? İstanbul, İslâm medeniyetini kendine has yorumu ile yaşayan şehir idi. Osmanlı İstanbul`undan bize, farklı, derin ve bir o kadar da anlamlı eserler kaldı. Bu mirasın kadrini çok iyi bilmeliyiz. Bunun için uzaya çıkmaya gerek yok önce yere çöp almamayı öğrenmeliyiz, zaten gerisi gelir.