Ü nlü Fransız düşünürü Voltaire, Jean Jacques Rousseau`ya yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:

'Edebî bilimlerin aleyhinde yazarken bile onlardan yararlanmaktasınız, bayım siz, tıpkı parlak muhayyilesiyle, muhayyile aleyhine yazılar yazan Malebranche gibisiniz.'

[30 Ağustos 1755]

Konuya girmeden önce, cümlede yer alan 'edebî bilimler' deyişine değinmekte, günümüzde edebiyatın maruz kaldığı itilmişlik göz önünde tutulacak olursa, fayda bulunduğunu düşünüyoruz.

20. yüzyılın başlarında İstanbul`da hocalığındaki derinlik ve kuşatıcılığı ile ciddî insanların saygısını kazanmış olan bir İbrahim Aşkî Bey yaşardı. İngiltere`de, çok ünlü bir üniversitede matematik öğrenimi görmüş ve Türkiye`ye döndükten sonra Heybeliada Deniz Harbokulu`nda görevlendirilmiş İbrahim Aşkî Tanık der ki:

'Fenler hariç, herşey edebiyatın çerçevesine dahildir.'

*

Voltaire`in olsun, İbrahim Aşkî Beyin olsun Edebiyata verdikleri önemi görüyoruz bu vesile ile. Ne diyor Voltaire? 'Edebî bilimlerin aleyhinde yazarken bile...'

Bunu gençRousseau`ya yazıyor.

*

Günümüz Türkiyesinde belki kimse edebiyat ve edebiyat eğitimi hakkında kötü bir lâf etmiyor. Ne var ki durum hiçde içaçıcı sayılmaz. Fiilî bir durum vardır çünkü. Zevk sahibi, duyarlığı incelmiş ve şiirle, hikâyeyle, romanla, denemeyle, sinemayla kişiliğine medeniyet özü ve ruhu kazandırmış edebiyat öğretmeni yetiştirmeyi ana hedef olmaktan çıkarmış bir eğitim sisteminde yaşıyoruz.

O kadar yüzeysel bir insan-edebiyat ilişkisi ki bu, acı veriyor. İnsan, hayatı tüketim esasına göre şartlandırmaktan başka özelliği olmayan iş ve finans çevrelerinin gizlice Millî Eğitime burnunu soktuğunu düşünmeden edemiyor. Durum bu kadar acıklı. Edebiyat olsa olsa tüketim tabağında sos.

*

Bozucu onarmak gerekirken kendi haline terkedilmiş bir toplumu kaygısızca fakat hiçüzülmeden seyreden bir zihniyet 100 yıldır iş başındadır. 1908`den başlayarak ihtilâllerin de edebiyat geleneğini yıkıcı rol oynamış olduğunu görmek gerekmektedir. Hoş, tarih ve matematik derslerinin 'seçmeli' olması gibi bir garabetin Milli Eğitim Bakanlığı`nca teklif edilmesi dramını yaşadık. Kamuoyundaki yoğun tepki üzerine bakanlık, geri adım attı. Teklif edilmiş olması bile kabul edilemez. Bu toplum deneme tahtası mı? Sabit değerler kavramı ta Sümerlerde vardı. Geçelim.

*

İnsanımızın yaradılışının açılımlarına kavuşmadan hayata eksik kişilik halinde atılması olayıdır bu. Edebiyat yoksa, insanlık tamam olmuyor hükmünü verdirecek taşkınlıklar, her gün karşımıza çıkmaktadır. Hayatı kaotik bir ortam haline gelmekten korumak, yönetimlerin üzerine derin derin düşünmesi gereken bir erdem değil midir?

Konumuz edebiyat, edebiyat eğitiminin gerilemesi olduğuna göre, şu anda kendinin farkına varılmasını bekleyen kanlı canlı bir ihmale dikkatleri çekmek bizim için hayatî önemdedir. Acaba nedir? Efendim, radyolarda, televizyon kanallarında öyle bir eksiğimizdir ki, devlet felsefesinin alanı içerisine girmelidir. Şimdi Malazgirt büyük ve şanlı zaferimizin 948. yıl dönümündeyiz. O zaferden itibaren bu topraklarda büyük bir edebiyat oluştu. Selçuk ve Osmanlı devlet ve toplumları tarihin büyük kuruluş ve oluşumları arasındadır. Gün itibariyle, an itibariyle biz, ana damarı şiir olan bu büyük edebiyatı hala ihmal etmeye devam ediyoruz. Evet, itina ile ihmal edilmekte olan kendi öz edebiyatımızdır bu.

Tarihsiz ABD`ye bakın, tarih duygusu için sinemayı kullanıyor. Vahşi Batı`yı canlandıran Western filmleri, o kozmopolit halkta birlik duygusu var etme yolundadır. Amerikalıların gerçek şairleri ve gerçek romancıları, vardır ve entelektüel Amerikan insanını inşa etmede devlet bilinçle davranır ve kaliteli edebiyat ile yeni kuşakları buluştururlar. Edebiyat-Devlet-İnsan bağıntısına bir örnek: Şair Walt Whitman`ın bir şiirinde insana şöyle bir sesleniş vardır: 'sen Ay`a gitmelisin!'