`height=

Yeni bir kelime değil elbette ancak hayatımıza pandemiyle giren, görünürlüğü ve kullanımı artan, yeni anlam dalgaları oluşturan bir kelime 'rezilyans' kelimesi. 'Kitapta rezilyans, olumsuzluklara karşı hazır olma, stres ve travmayla başa çıkabilme, zor koşullara uyum sağlama, yıkıcı deneyimlerden bir şeyler öğrenerek güçlüklerle mücadele etme ve gelişme kapasitesi aynı zamanda ruhsal ve fiziksel esneklik ve dayanıklılık şeklinde ifade ediliyor. Bu özelliklere sahip kişilere ise rezilyant deniliyor.'

Biz kelimenin eğitimi ve eğitimciyi ilgilendiren tarafıyla ilgileneceğiz. Rezilyans, yeni bir kelime olmasına karşın üzerine bireysel ve kurumsal çalışmaların yapıldığı ve yapılmakta olduğu bir kavram bugünlerde. Hatta rezilyans kamplarının düzenlendiğine, rezilyans temelli koçluk hizmetlerinin verildiğine de şahit oluyoruz. Anlaşılan o ki bu kavram pandemi sürecinin bize kazandırdığı bir kelime olacak.

Anlık gelişen ve hayatımızı a`dan z`ye değiştiren bu sürecin olumsuzluklarına karşı hazır olma, psikolojik ve fiziksel esneklik ve dayanıklılık olarak tarif ediliyor. 

Kısacası 'mangal gibi yürek, kaya gibi irade, taş gibi beden kararlılık, sabır taşı' özelliklerini taşımakla üstesinden gelebileceğimiz bir durum. Öyle her yiğidin yapacağı iş değil, er yiğidin yapacağı cinsten bir iştir. 

Olağanüstü problemlerle başa çıkmayı temsil etmek için kullanılan 'rezilyans' kelimesinin kategorilere veya türlere de ayırıyorlar. Psikolojik dayanıklılık, duygusal esneklik, fiziksel esneklik, toplumsal esneklik;

Psikoloji kısmı belirsizliğe ve zorluklara zihinsel olarak dayanma veya uyum sağlama yeteneğini ifade eder. Bu zor süreçdevam ederken de bittikten sonra da sakin kalıp odaklanabilen bireylerin olumsuzluklarla başa çıkma yeteneklerini geliştirir. 

Kısacası 'Cefa olmadan sefa olmaz.' 'Emek olmadan yemek olmaz.' cümlesinin hem zahmet kısmını hem de rahmet kısmını taşıyıp kaldırabilecek bireylerin olgunlaşmasını sağlar. İnsanı normalden daha çabuk olgunlaştıran bir süreçyani.

Bazı insanlar, doğası gereği, değişime az ya da çok duyarlıdır ancak bir de her türlü değişime direnen 'keçi inadına taş çıkaran' bireyler vardır. Onlar için bu süreççok daha zor olacaktır. Her türlü probleme rağmen başa çıkılacak bir yol bulan tipler her zaman rahat ederler.

Bir kişinin hastalık, kaza veya diğer fiziksel taleplerle karşı karşıya kaldığında başa çıkma yeteneği de fiziksel yeterliliğine bağlıdır. Fiziksel aksaklıkları azaltmak için dinlenmek ve iyileşmek gerekir. Bu eksiklikler için zaman ayırmak, eğlenceli ve hareketli etkinliklere katılmak, fiziksel dayanıklılığımızı kesinlikle yukarılara taşıyacaktır. 

Yani yürüyüş yapan, sportif faaliyetlere katılan, yüzen, halı sahaya giden, bisiklete binen bireylerle bunları yapmayanların fiziksel dayanıklılığı elbette ki farklı olacaktır.

Toplumsal dayanıklılık da, insan gruplarının afetlere, büyük şiddet eylemlerine ve ekonomik zorluklara karşı cevap verebilme ve bu zorluklardan kurtulma yeteneğini ifade eder. 

Sel felaketleri, yangın felaketleri, kuraklıkla mücadele toplumsal olarak göğüs germek zorunda kaldığımız alanlardır. Toplumsal olarak 'titreyip kendimize gelme zamanı' için iyi bir fırsat olabilir bu süreç. Düştüğümüz yerden kalkma zamanı da diyebiliriz. Yaşayıp öğrenme zamanı bir başka ifadeyle. 

Eğitim sektöründe de bu saydığımız başlıkları velilerimiz, öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, okul idari personeli ve tüm eğitim paydaşları her şeklini yaşamıştır. Balığın sudan çıkması ve ölümle pençeleşmesi durumunu biz de yüz yüze eğitimden uzaktan eğitime geçiş sürecinde yaşadık. 

Uzaktan eğitimle tanışan veli, öğretmen ve öğrenciler belirli bir süre şok halinde bu işi sürdürdü. Ne yaptığını, nasıl yaptığını, hangi web iki araçlarını kullanacağını &ndash 'ki web iki araçları da nedir?' sorusunu da soranların çokça olduğunu hatırlatalım- bilemeyen eğitim neferleri psikolojik, fiziksel, duygusal ve toplumsal süreçleri kendi birikimleri ile aşmaya çalıştılar.

Çocuklarımıza, 'Günde bir saat bilgisayar kullanın!' diyen öğretmenlerimiz ve psikologlarımız birden bire kendi doğrularıyla çeliştiler. 'Kırk yıllık kani, olur mu yani!' 'Bu ne lahana, bu ne turşu!' demekten kendimizi alamadık. Alamadık, alamamasına da başka da çözüm yolu yoktu. 

(Haftaya bu yazının (2.) bölümüyle devam edeceğiz.)