Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Adem KEVEN
Adem KEVEN

Eğitimde Sessiz Çürüme

“Dostum, eğitimde sorunların çözülmesini kimse istemiyor. Herkes günü kurtarma peşinde; herkes ‘mış gibi’ yaparak günü geçirmenin yollarını arıyor.”

Bu cümle, uzun yıllardır eğitim camiasında çalışan herkesin içten içe bildiği ama yüksek sesle söylemeye çekindiği bir gerçeği dile getiriyordu. Hepimiz sorunları biliyoruz. Hepimiz çözümün ne olabileceğini de az çok seziyoruz. Fakat neredeyse hiç kimse çözüm için somut bir adım atmıyor. Çünkü inisiyatif almanın bedelini ödeyen çok; ödülünü gören yok. Bu yüzden çoğumuz susmayı, eğilip geçmeyi, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeyi tercih ediyoruz.

Sayılarla Avunmak, Rakamlarla Kandırmak

Bugün eğitimde en çok konuşulan şeyler ne biliyor musunuz?
Bu yıl kaç proje başvurusu yapıldı?
Kaç öğrenci LGS’de başarı gösterdi?
Kaç veli, veli akademisine katıldı?
Devamsız öğrenci sayısı geçen yıla göre ne kadar düştü?
Okul açılışında kaç fotoğraf çekildi?

Peki hiç kimse şunu soruyor mu?
Bu yıl kaç çocuğun gönlüne girildi?
Kaç öğrenciyle gerçek bir bağ kuruldu?
Kaç öğretmenin iyi olma hâli desteklendi?
Sıra dışı işler yapan kaç öğretmenin önü açıldı?

Ne yazık ki bu sorular gündeme gelmiyor. Gelmediği gibi, gerçekten işini iyi yapan, fark yaratan, öğrencisiyle bağ kuran, yenilikler deneyen öğretmenler ya görmezden geliniyor ya da sistemin soğuk duvarlarına çarpıp geri çekiliyor.

Şekil, Şema, Şablon

Sistemde her şeyin bir “formu” var; ama ruhu yok. Raporlar var, Excel tabloları var, slaytlar var, protokol koltukları var. Ama samimiyet yok. Heyecan yok. Anlam yok. Eğitim artık bir “gösteri sanatı”na dönmüş durumda. Öyle ki, birçok faaliyette asıl amaç artık öğrenciyi geliştirmek değil; birkaç kare fotoğraf çekip sosyal medyada iyi görünmek.

En kötü durum nedir bilir misiniz?
Herkesin sorunun ne olduğunu bilmesi.
Herkesin çözümün ne olduğunu da bilmesi.
Ama kimsenin en küçük bir adım bile atmaması.

İşte asıl felaket budur. Durgunluk değil; bilerek susulan bir çürüme. Herkes konuyu biliyor ama konuşmuyor. Herkes rahatsız ama kımıldamıyor. Herkes içten içe kızıyor ama üstünü örtüyor.

Peki Neden Bu Hâle Geldik?

Bu sorunun cevabı tek bir faktörde değil. Evet, dijital çağın ve sosyal medyanın çocuklar ve veliler üzerindeki yıkıcı etkisi büyük. Evet, teknoloji çağında eğitim daha zor. Ama mesele bundan ibaret değil. Eğitimdeki çöküşün derininde, çok daha köklü problemler var.

İşte bunlardan bazıları:

Anlam Krizi:

Eğitim, artık birçok öğrenci için anlamsız. Öğrenmek, sınavı geçmek için yapılan geçici bir zorunluluk. Öğretmek ise evrakla boğulmuş bir görev tanımı. Kimse “Neden öğreniyoruz?” ya da “Nasıl daha iyi insanlar oluruz?” sorularını sormuyor.

Liderlik Krizi:

Okullarda çoğu yönetici hâlâ yönetim anlayışını bina boyamak, belgelere imza atmak ve uyarı yazmak sanıyor. Oysa pedagojik liderlik; öğretmeni beslemek, geliştirmek ve ilham vermekle mümkündür.

Öğretmen Yetiştirme Sorunu:

Fakültelerden mezun olan gençler, sınıf yönetimi, çocuk psikolojisi ve pedagojik bakıştan yoksun şekilde okullara geliyor. İlk yıllarında yalnız kalıyor, sistemin rutininde silikleşiyor.

Tükenmişlik:

Öğretmen de öğrenci de veli de yönetici de yorgun. Ama bu fiziksel değil, zihinsel ve duygusal bir yorgunluk. Anlamsızlıktan kaynaklanan bir yorgunluk.

Şekilcilik:

Değerler eğitimi adı altında yapılan sunumlar, afişler, sloganlar… Ama öğrencinin davranışına dönüşmeyen, sadece kulağa hoş gelen içerikler. Davranış kazandırmayan değerler eğitimi, sadece “etik dekor”dur.

Merkezileşme:

Her okulda aynı uygulamalar, aynı yarışmalar, aynı etkinlikler… Oysa eğitim yereldir. Her okulun, her mahallenin, her öğrencinin farklı ihtiyacı vardır. Merkezden dayatılan kalıplar, sahada anlamını yitiriyor.

Güven Kaybı:

Ne öğrenci okula güveniyor, ne öğretmen sisteme. Ne veli öğretmene güveniyor, ne yönetici öğretmene. Güvenin bittiği yerde, öğrenme de durur.

Peki Çözüm Var mı?

Evet, çözüm var. Ama önce şunu kabul etmeliyiz:
Hiçbir sistem, onu taşıyan insanlardan daha iyi olamaz.
Yani önce öğretmeni onurlandırmalıyız. Önce öğrencinin ruhuna dokunmalıyız. Önce yöneticinin niyetini düzeltmeliyiz.

  • Samimiyeti olan öğretmene alan açmalıyız.
  • Denemek isteyen yöneticiye cesaret vermeliyiz.
  • Gerçekten bağ kurmak isteyenlere güvenmeliyiz.

Ve en önemlisi:
İyi örnekleri alkışlamalıyız. Fark yaratanları yalnız bırakmamalıyız.
Çünkü eğitimi ancak iyi insanlar, birlikteyken düzeltebilir.

Eğitim, sadece bir müfredat değil; bir medeniyet meselesidir. Ve hiçbir medeniyet, susarak kurulmaz.

Eğitimde bir şeyler eksik. Ve bu eksik olan şey ne bütçe, ne kadro, ne bina…
Eksik olan şey: Anlam, samimiyet ve cesaret.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER

ÖNE ÇIKANLAR