Nisan ve Mayıs ayları İstanbul`da erguvan aylarıdır. Boğazın iki yakası başta olmak üzere her yerde karşımıza pembe çiçekleriyle çıkar ve bizi kendisine âşık eder.

Bugün, Bakırköy sahilinde adeta yüreğim ağzıma geldi. Bu ayların akşam ve sabahında en güzel duygusunu bana tattıran pespembe çiçekleriyle yolumu bekleyen erguvan ağacımı görememiştim. Acaba Kazakistan Parkı`ndaki ağaçları keserek oraya havuz kondurmak isteyenler benim erguvanlarımı da mı katletmişlerdi; Neyse ki korktuğum başıma gelmemişti. Çünkü benim ve bana ait olduğunu tasarladığım erguvanlar yerinde duruyordu.

Çocuklarım Metin ve Mehmet`te ilkokula giderlerken bu ağaca tutkuluydular. Erguvan dostlarıydılar. Hatta bazen bana hitaben 'Baba arabaya durdur, hemen erguvanların fotoğraflarını çekelim' derlerdi. Şimdi başka öncelikleri var.

Bende ise erguvan aşkı daha da artmaktadır;

Niçin böyle oldu?

Bir insan bir ağaca böylesine hızlı bağlanabilir mi?

Bir ağaçbir insanı kendisine bu kadar hızlı bağlayabilir mi?

Ben Türk`ün ağacı olarak çınarı bilirdim. İnsanlarımıza yönelik ulu çınar, eski çınar deyimleri de çınarın bizim için değerini göstermektedir. Çınarın asırlar dallarında ve gövdesinde raks etmesine karşın, erguvanın da bizim ağacımız olduğunu düşünüyorum. Hatta İstanbul`umuza en fazla yakışan ağacın da erguvan olduğu kanaati bende de oluştu;

Erguvanla ilgili yirmi yıl kadar öncesinden de bir hatıramı anlatmak isterim: O zamanlar çeşitli mahfillerde Cemil Meriçtoplantıları yapıyorduk. Orada ak saçlı bir bey de vardı. İlk defa tanıştığımızda kendisini Erguvan Muhibbi olarak takdim etti. Bende de hep o şekliyle kaldı. Sakin sakin konuşur, çok basit gibi görünen durumlar onun dilinde çok anlamlı ve önemli hale bürünürdü. Hatta kendisini her zaman erguvan muhibbi olarak takdim etmesi de bazen bana anlamsız geliyordu. Hiçkimsenin bir ağaca onun kadar samimi, karşılıksız ve dostane bağlanacağını düşünemiyordum. Erguvanlar için dernek kurabilecek kadar bağlıydı pespembe çiçeklere;

Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul Boğazı`nda Erguvan sefası sürmek artık gelenekselleşti. Feribot ve tekne gibi deniz ulaşım araçları ile Kabataş iskelesinden hareketle Beykoz`a doğru yol almak, Karadeniz`e açılan kesimden dönerek Sarıyer tarafından Karaköy iskelesinde seyahatin sona erişi. Ortalama dört saat süren erguvan seyahati ve sefası. Bu yolculuk İstanbul Boğazı`nın her tarafından ve farklı güzergâhlarda yapılıyor.

Boğaz`ı turlarken acaba daha fazla köprü mü yapsak diye düşünüyorum. Çünkü Beykoz tarafındaki ormanların dışında en gür ağaçlar ve dolayısıyla erguvan her iki boğaz köprüsünün iki ayağında yer alıyordu. Bir başka dikkatimi çeken taraf ise Avrupa yakasının yeşillik yönünden gittikçe fukaralaştığı idi;

Kuşkusuz Türk ve dünya edebiyatı da erguvana bigâne kalmamıştır. Türk edebiyatında erguvanı en çok işleyen yazarlarımızdan birisi rahmetli Olcay YAZICI`dır. Erguvan Uğultusu şiir kitaplarından birisinin adıdır. Yine ona göre erguvan erken ölümlüdür. Son yazılarından birisinin başlığı da Ağlayan Erguvan`dır. Bir şiirine yer verdiği bu yazısında

'Boğaz bir rüyadır, hep öyle kalsın

İlkbaharın adı erguvan` olsun' der.

Meryem Aybike Sinan`ın da yazılarında sık sık erguvana atıfta bulunduğunu görmekteyiz. Prof.Dr. Hasan DOĞRUYOL`un 'Erguvan Ü zerine' başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre Türk edebiyatında Ahmet Paşa, Baki, Fuzuli, Nef`i, Şeyh Galip, Orhan Veli gibi ustalar da erguvana atıfta bulunmuşlardır. Bir İstanbul ve erguvan sevdalısı Prof.Dr. Süheyl Ü NVER ise

'Erguvanım açtı gel/Güzelliği saçtı gel

Beni seven dostlarım/Deme, rengi kaçtı, gel' diyerek erguvana Mevlanavari bir söylemle yaklaşmaktadır.

Dünya edebiyatında ise akla Cronin gelmektedir. Erguvan Ağacı Archibald Joseph Cronin`in en önemli romanlarındandır.

İşte böyle;

Şu sıralar beni erguvan aşkı sarmış bulunuyor.

Bütün ağaçlara erguvanmışçasına bakıyorum.

Yani Nisan ve Mayıs ayında her şey gözüme erguvan güzelliğinde görülüyor;