'Olur da; '

Demişti; 'Olur da gidersem bir gün ansızın; Kemanım sana emanet. Yıllarca omzuma yaslanmış, içini dökmüş.'

Tek bildiği söz ' omzuma yaslanmış içini dökmüş; '

Yıllarca baktım ona. İlk geldiğinde anlamıyordum... Omzuna dokunup dururdu. Omzuna bakarak konuşur, omzuna bakarak söylenir bazen de ağlardı;

Düşkünler evine ilk geldiğinde çok şaşkındı. Bembeyaz ve güzel taranmış saçları, temiz ütülü mavi pijamasıyla tekerlekli sandalye üzerinde kapıdan girişini hatırlıyorum. Kucağında ufak, siyak kutuyu andıran bir çantayı sıkı sıkı tutuyordu. Kırışıklarla dolu suratından dökülenler dudaklarından dökülenlerle bir değildi. Her zaman gülerdi güldürürdü;

Yürüyemiyordu;

Bir süre sonra hiçhareket edememeye başladı. Gururlu bir insan için belki de en zor şeyi yaşıyordu hayatının son zamanlarında.

En sevmediğim zamanlar elimde lazımlıkla odasına girmekti artık. Onunla göz göze gelmemek için yüzüne bakmıyordum. Her seferinde gözlerinden yaşlar süzülürdü.

Başucunda gümüş bir çerçeve vardı, çerçevede ise ölen eşinin siyah beyaz fotoğrafı. Artık ona da bakamıyordu. Başını çeviremiyordu çünkü. Odasına her gidişimde çerçeveyi alıp ona doğru tutuyordum. Onu mutlu eden tek şey buydu belki de.

Bir de kemanı;

Ve artık konuşamıyordu da.

Kemanının sesini özlediğini biliyordum; Yeni bir adet edinmiştim artık. Ara sıra yatağın altından kemanını çıkartıp eline tutuştururdum. Duyduğu huzuru gözlerinden okurdum.

'Keşke çalabilseydim' derdim içimden. Sesini duymak kim bilir onu ne kadar mutlu edecekti.

Edemeyeceğini birkaçgün sonra öğrendim.

Artık duymuyordu;

Duyma yetisini de kaybetmişti. Karşımda yavaş yavaş eriyen biri vardı ve ben ona bakmakla yükümlüydüm. Onu kimseye emanet edemiyordum. Ailemi yani bakmakla yükümlü olduklarımı ihmal etmeye başlamıştım onun için.

O kadar masumdu ki!

Ve o kadar çaresiz.

Artık o çatlak camlı gümüş çerçeve onu mutlu etmiyordu;

Gözlerinde görme kaybı başladıktan sonra kemanını ve o fotoğrafı evime götürmüştüm. Baktığım kişi nefes alıp veren bir ölüydü artık.

Bir sabah geldiğimde gördüğüm şey boş bir lazımlık ve dağınık bir yataktı. İrkilmiştim. Öylece kalakalmış ve koridorun sonunda sedye üzerinde üzeri tamamen örtülmüş cenaze düşüverdi aklıma. Hemen çıkıp koşar adımlarla başına dikildim. O olamazdı! Tamam çok yaşlıydı, ölecekti ama ölmemeliydi, ölemezdi!

O bana ait bir şeydi. Çocuğum gibiydi. Onun bana ihtiyacı vardı. Son anında ne yaptı? Ne istedi? Ağlamış mıydı? Belki kemanına dokunmak belki de o lanet olası kırık çerçevede ki güzel kadını son bir kez daha görmek istemişti.

Eminim varlığımı da hissetmek istemişti.

Ağzımı elimle kapatarak örtüyü açtığımda başka biri duruyordu karşımda.

Peki o neredeydi?

Yürüyüp gitmiş miydi yoksa?

İnsan böyle zamanlarda nasıl da inanır mucizelere;

Duyduklarımdan sonra acım daha da çoğalmıştı. Yıllar sonra kızının ortaya çıkıp onu alıp götürmüş olması öldüğünü öğrenmekten çok daha acıydı;

Hissettiklerim bencillik miydi, sevgi mi, öfke mi, kıskançlık mı yoksa alışkanlık mı;

Artık ben de adresi belirsiz bir ölü sahibiydim.

Yaşadığını bilerek kaçyıl yaşardım ve öldüğünü tahmin ederek kemanına kaçkez dokunabilirdim?

Tek bildiğim onunla birlikte benim de gittiğim.