İstanbul’un manevi fatihi, Sevgili Peygamberimizin (sav) mihmandarı Ebû Eyyûb Halid Bin Zeyd El Ensari Hazretleri’nin haziresinde medfun bulunduğu Eyüp Sultan Camii geçtiğimiz günlerde kadim ibadethanenin baniine, sanatkâr ecdadımıza ve dahi Osmanlı ulemasına hakaret kabilinden bir uygulamaya sahne oldu. 

233 yıl önce tecdîden inşa edilen caminin kıble duvarında, mihrabın üzerinde yazılı bulunan mihrab âyeti ve bu âyetin hemen üzerindeki mimari tezyinat unsurlarının üzeri günümüz hat sanatı örneklerinden büyükçe bir hüsn-i hat levhasıyla kapatıldı. Bu tasarrufa ilişkin ilgili yetkililer kamuoyuna herhangi bir açıklama yapma ihtiyacını hissetmedi. 

Hatadan dönmek fazilettir.

Mezkûr tezyînat unsurları  “Hatadan dönmek fazilettir” fehvasınca “tezyinat unsurları papaz siluetini çağrıştırıyor!” mülahazasıyla gerçekleştirdiği iddia edilen garip uygulamadan derhal vazgeçilmesini ve kadim caminin tabii hüviyetine kavuşturulması için ilgili yetkilileri göreve davet ediyoruz. 

Türk rokokosunun en güzel örnekleri…

Eyüp Sultan Camii misalinde olduğu gibi 19’uncu yüzyılda inşa edilen bazı dini ve sivil mimari eserlerde Batı sanatının etkisi söz konusu… Malum olduğu üzere 17. yüzyılda bir miktar duraklamaya giren tezyîni sanatlarımız 18’inci yüzyılda Batı etkisine girerek Ampir, Barok ve Rokoko tezyinatıyla yeni bir alana yelken açtı. Bununla birlikte sanatkâr dedelerimiz kısa süre içerisinde bu alanda da yetkinlik kesbederek 19. yüzyılda Türk Rokokosu adı verilen bir tarzı ortaya koydu. Sadece mihrab değil, Eyüp Sultan Camii’nin çümle kapılarında, selsebilde ve ibadethanenin içindeki sair bezemelerde de Türk rokokosunun en güzel örneklerine rastlanır. Fesubhanallah! İftihar edilmesi gereken sanat ve estetik geçmişimizden neden gocunuyoruz! 

ecdada saygısızlık sadedinden Eyüpsultn Camii mihrabının ayet ve tezyinat unsurları başka bir ayetle kapatıldı....

Kamuoyunun maşeri vicdanını yaralayan bu uygulama özelinde İttifak gazetemize demeç veren geleneksel sanatlarımızın usta isimlerinden Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölüm Başkanı, tezhip sanatçısı Prof. Dr. Faruk Taşkale’ye, Hattat,  İslam Tarihi ve Sanatları Doktoru Dr. Necmi Atik’e ve hüsn-i hat ve grafik sanatkârı Dr. Savaş Çevik’e teşekkürü borç biliyoruz. 

Eyüp Sultan Camii’ndeki uygulama anlaşılır gibi değil!

Prof. Dr. Faruk Taşkale
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölüm Başkanı

Sultan III. Selim tarafından 223 yıl önce yaptırılan ve binlerce kişinin ziyaret ve ibadet ettiği Eyüp Sultan Camii mihrabı üzerinde bulunan bezeme ve yazı üzerinde yapılan uygulama anlaşılır gibi değil.  

Türk rokoko üslubunun mimari ve tezyini sanatlarımızda etkili olduğu ve bu konuda ve çok güzel örneklerin verildiği 19. Yüzyıl başlarında yeniden yapılan  caminin mihrabını bezeyen rokoko motiflerden oluşan ve zer-endud tekniğiyle uygulanan güzel bir  desen ve desen ortasına yerleştirilen “Fevelli vecheke şatra’l-mescidi’l-harâm/Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir” (Bakara sûresinin 144, 149 ve 150. Âyetlerinde peşpeşe gelen bir emir cümlesidir) âyeti aynı âyetin yazılı olduğu  yeni bir levha ile kapatılmış. Gerekçe 223 yıldır onca değerli bilim ve din insanın, ziyaretçinin  göremediği bezemenin  papaz siluetine benzemesi iddiası. Kim bu ilginç yakıştırmayı yapmış bilemiyoruz?. Bu komik uygulamadan derhal geri dönülmesi gerekir. Zira bu uygulama ile bu komik benzemeyi  görememekle itham edilen camiyi yaptıran, bezeten, bezeyen, ziyaret eden onca yöneticiye ve insana büyük bir haksızlık yapılmış olacak. Kaldı ki bezeme ve yazı oldukça etkileyici ve estetik görünüyor. Hiçbir kurumun ve  şahsın bu bezeme hakkında böyle asılsız yorum yapmaya ve bu estetik görüntü, bezeme ve âyeti kapatmaya hakkı ve yetkisi yoktur. Asl olan niyettir! Kalp neyi hissederse onu yansıtır… Keşke böyle garip bir  uygulama yapılmadan önce üniversitelerimizin Geleneksel Türk Sanatları Bölümlerinin değerli öğretim elemanlarına danışılıp, bilgi alınsaydı.  
 


Hangi konuda kimler “kâle” alınır?

Dr. Necmi Atik
İslam Tarihi ve Sanatları Doktoru, Hattat

Bizler millet olarak ilim, kültür ve sanat alanında bin küsur yıllık köklü geleneğin sahibi ve vârisleriyiz. Tarih boyunca devletler kurduğumuz coğrafyalarda öz kültürümüz ile var olmuş ve bu kültürü gittiğimiz her yere aslından ve aslımızdan vazgeçmeyip zenginleştirerek taşımış ve uygulamışız. Göktürklerden, Karahanlılardan, Büyük Selçuklu ve Osmanlı ve son olarak günümüzde Türkiye’ye kadar ilim, kültür ve sanat alanlarında insanlığa örnek olan ve hizmet eden çok kıymetli eserler ortaya koymuş, bu alanlardaki öz kimliğimizle varlığımızı devam ettirmişiz. Necip Fazıl Kısakürek merhumun, “…ardına çil çil kubbeler serpen ordu” diye vasıfladığı milletimiz, gittiği her yeri, yol, köprü, çeşme, okul, hastane, cami gibi toplumun ihtiyacı olan alanlarda her şeyi inşâ ve îmâr ederek medenîleştirmiş ve güzelleştirmiştir.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.): “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur!..” müjdesi sonrası bu müjdeye nâil olabilmek için Müslümanlar tarafından İstanbul’a onlarca sefer düzenlenmiştir. Son fetih girişimi ile milletimize nasip olan, fetih sonrası Fatih Sultan Mehmed Han tarafından İstanbul’un manevî fâtihi Eyüp Sultan Hazretlerinin kabrine Türbe ve kıble tarafına yapımına başlanılan Camii 1456 yılında tamamlanmıştır. Cami, Sultan III. Mustafa döneminde (1757-1774) 1766 yılı zelzelesi sonrası Sadrazam Derviş Mehmed Paşa tarafından tamir edilmiş, fakat bu tamir binayı kurtarmaya yetmemiştir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) Camii tamir edilemez durumda olduğundan temeline kadar yıkılarak yeniden inşâ edilmiş, Türbe de tamir edilmiştir. III. Selim’in temelinden yaptırdığı cami, eski planına göre değiştirilmiş klasik Türk mimarisi geleneğine bağlı kalınarak Batı sanat özelliklerinin de kullanıldığı yeni bir planla inşâ edilmiştir. Günümüze III. Selim planında inşâ edilen hâliyle ulaşan Camii, farklı tarihlerde tamir ve onarımlardan geçmiştir.

Her milletin ilim, sanat ve kültüründe olduğu gibi, klasik Tük mimarisi de özüne bağlı kalarak diğer mimarilerden esinlenmiş ve zenginleşmiştir. 16. Ve 18. Yüzyıllarda gelişen Barok mimari, Osmanlı mimarisinde ilk olarak 1755 yılında Nuruosmaniye Camii’nde uygulanmış, daha sonra Eyüp Sultan Camii’de Barok mimari unsurlarıyla inşa edilmiştir. Bilhassa İstanbul’da olmak üzere, Osmanlı coğrafyasının farklı yerlerinde Barok mimarisi ile inşa edilen cami, türbe, çeşme gibi yapılar mevcuttur. Osmanlı mimarları bu dönemde Batı’dan aldıkları Barok ve Rokoko öğeleri klasik Osmanlı mimari üslubuyla sentezlemiş ve Osmanlı Baroğu’nu oluşturmuşlardır.

Hangi konuda kimler “Kâle” alınır?

Uzun bir tarihi olan ve bu süre içerisinde farklı alanlarda sayısız eserler meydana getiren bir millet olarak, coğrafyamızın her karışında geçmişimizin izlerini taşıyoruz. Aslı ve asâleti ile bize ulaşan/ulaştırılan ve emanet olan bu nâdide eserleri, biz de ecdâdımız gibi bizden sonraki kuşaklara aslı ve asâleti ile ulaştırmak zorundayız. Bu zorunluluklardan dolayı, koruma ve aktarma amaçlı hizmete açılan ve açılmakta olan sayısız müzemiz ve kütüphanelerimiz var, sit alanı ilan edilen sayısız yerlerimiz var. Üzerinde titizlikle durulan bu değerlerimiz, hepimize âit, milletimizin nâdir kıymetleri. Eyüp Sultan Camii’de bu nadir eserlerden, en kıymetlilerinden. Peki bu eserler hakkında tasarruf hakkı kimlerin olmalı, yani bu eserlere tasarruf ederken yetkili birimler tarafından kimler “kâle” alınmalı? 

Herhangi bir tarihi eser restore/tamir edileceği zaman, söz konusu eserle alâkalı resmî kurumlar tarafından konusunda uzman kişilerin bir araya getirildiği “Bilim Kurulu” oluşturulur. Eserin restorasyonu tamamlanıncaya kadar bilim kurulunun yazılı onayı olmayan hiçbir uygulama yapılamaz. Eyüp Sultan Camii’ndeki mihrap konusundaki tasarruf acaba hangi bilim kurulunun yazılı onayı ile icrâ edilmiştir. Eğer böyle bir yazılı onay var ise neden şu âna kadar kamuoyu bu konuda neden bilgilendirilmemiştir. Eğer bilim kurulu onayı yok ise bu tür uygulamalar nasıl ve kimler tarafından yapılmaktadır/yaptırılmaktadır. Konudan uzak, sahasında hiçbir altyapısı olmayan birkaç kişinin bazı desenleri, motifleri bir şeylere benzetmesi bu konularda alınacak kararlar için yeterli midir? Veya her önüne gelen ve her konuda konuşan ve konuşma hakkının kendisinde var olduğuna inanan kişilerin sözleri bu tür tasarruflar için baskı ve yaptırım unsuru mudur? Bu tür uygulamalar olağan hâle gelirse işin varacağı noktayı varın siz düşünün! Böylesi bir durumda her halde üstünü kapatmadığımız, kırıp dökmediğimiz, değiştirmediğimiz eser kalmaz.

İslam Sanatları Kurulu oluşturulmalıdır.

Taşınabilir ve taşınmaz mirasımız olan kültürel varlıklarımız, sit alanlarımız ve buralarda bulunan değerlerimiz (Müzelerdeki veya müzelik eserler, sokak, anıt/âbide, idârî yapılar, kültürel yapılar, şehitlikler, askerî yapılar, dînî yapılar, mezarlıklar…) milletimizin en kıymetli miraslarıdır. Bizi biz yapan, millet yapan değerlerle günümüzü ve geleceğimizi inşâ eder ve bir sonraki nesillere aktarırız. Mirasımızın korunmasını ve aktarılmasını aslı ve asâletine uygun yapabilmek ancak konusunda uzman resmî kurulların var olmasıyla mümkündür. Söz konusu alanlarla ilgili olarak bilhassa Eyüp Sultan Camii Mihrabı örneğinde olduğu gibi, sanat unsurlarının bilhassa İslam Sanatları’nın açık hedef hâline geldiği/getirildiği konularda “İslam Sanatları Kurulu”nun oluşturulması gereği ortadadır. Bu kurul üyelerini, cami, türbe gibi vakıf eserlerinden sorumlu ve bünyesinde bulunduran “Vakıflar Genel Müdürlüğü” ve “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın istihdam etmesi, eski ve yeni bu tür yapılardaki kargaşayı ve yanlış uygulamaları ortadan kaldıracaktır kanaatindeyim. 

Bu vesile ile milletimiz için madden ve mânen çok kıymetli olan bu türlü yerler hakkında yapılacak tasarruflar konusunda çok dikkatli davranılması ve dahi Eyüp Sultan Camii’nin mihrabının aslına ve asâletine sâdık kalınarak, yapılan hatalı uygulamadan derhal vazgeçilmesi yetkili mercilerden talebimizdir.

Eyüp Sultan Camii’nin eski haline getirilmesi şarttır. 

Hattat Savaş Çevik

Dr. Savaş Çevik
Hüsn-i Hat ve Grafik Sanatçısı

Eyüp Sultan Camii’nin mihrabıyla ilgili çok üzücü ve vahim olay hakkında İttifak gazetesi aracılığıyla kamuoyuna kanaatlerimi paylaşmak istiyorum. Olay kısaca şöyledir. Eyüp Sultan Camii’nin mihrabının üzerinde malum olduğu üzere Bakara Sûresi’nin 149’uncu ayet-i kerimesinden bir bölüm “Fevelli vecheke şatral Mescid’il-Haram/Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir” yazılıdır. Bu yazının hemen üzerinde yer alan barok ve rokoko tarzındaki süslemeler bir vatandaş tarafından “papaz” sûretine benzetilmiştir! Böylesi komik ve cahilce bir gerekçeyle, belki de özellikle fitne çıkarmak ve ihanet yapmak için ortaya atılan garabet bir fikrin sonucu itibarıyla maalesef yetkili makamlar –Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı söyleniyor, bu konuda net bir bilgim yok- yahut devletin önemli bir kurumu tarafından alınan bir karar gereği bu âyetin ve süslemenin üzeri aynı ayet-i kerimenin yazılı bulunduğu başka bir levha ile kapatılmıştır.

ecdada saygısızlık sadedinden Eyüpsultn Camii mihrabının ayet ve tezyinat unsurları başka bir ayetle kapatıldı....

Dr. Çevik: Bu uygulama bir nevi ihanettir.

Böyle bir olay bu yüzyılda vuku bulmuş, Osmanlı ve Türk sanatına müteveccih yapılmış çok büyük bir iftira, hararet, saygısızlık ve daha ötesi ihanettir. Bunun başka bir izahı yoktur. 223 yıl önce inşa edilmiş bir camiden söz ediyoruz.  III. Selim döneminde yapılmış bir cami o zamandan bu zamana iki asır geçtiği halde bugün ancak zekâ seviyesi çok yüksek (!) bir kişi tarafından ortaya çıkarıldığı gibi bir durum söz konusu. Yani o zamanın padişahı, Şeyhülislam’ı, bilim adamları, sanatkârları bunu görmemişler, fark etmemişler, aradan 223 yıl daha geçmiş bunu (papazı) kimse fark etmemiş! İki yüz küsur yıl sonra birileri çıkıp ilgili tezyinatın papaz suretinde olduğunu ve papaza çok benzediğini söyleyecek kadar zekâ özürlü bir davranış gösterebiliyor. Ve dahi bu komik, komik tabirinin ötesinde saçma, saçma sapan, zerre kadar zekâ ile alakası olmayan bir iddianın maalesef yetkili makamlarca ciddiye alınıp, kadim eserin üzerinin, günümüzün başka bir hattatının hazırladığı levha ile kapatılması daha da büyük, vahim bir olaydır. 

Böyle bir vakıa karşısında bizler hem Türkiye’nin bir sanatçısı hem de geleneksel sanatlarımızın bir temsilcisi olarak sissiz kalamayız. Bendeniz aynı zamanda bir grafik tasarımcıyım, yani semboller, şekiller, biçimler üzerine uzmanlaşmış bir insanım, hattatım, yazı ve tipografi uzmanıyım. Bu konuda söz söyleyebilecek kişilerin bayında gelen meslek grubundanım. Burada asla kendimi övmek gibi bir amacım bulunmamaktadır. Sadece yetkili olduğum mesleğim gereği bunu söylemek zorundayım. Mütevazılık olayı böyle bir saldırıda geçerli değil. Bunun için bu açıklamayı yapmak zorundayım. Böyle bir ucube benzetmenin akıl ve mantıkla asla bağdaşmadığı, onun ötesinde yapılan bu hareketin; başka bir levha ile mezkûr âyetin ve motiflerin kapatılmasının sanat adına çok daha büyük bir cinayet olduğunu maalesef ve maatteessüf vurgulamak zorundayım. Yani bunu, bu olayı dünyadaki diğer devletler, ülkeler görseler, duysalar bize inanın gülerler ve çok komik duruma düşeriz. Ve dahi onurumuz zedelenir. Bu çok önemli bir olaydır, böyle es geçilecek, “canım işte öyledir, önlem alınmıştır” falan deyip geçiştirmek mümkün değildir. 

Eyüp Sultan Camii’ni korumaktan aciz miyiz?

Kulağıma gelen söylentilere göre efendim bu bir takım cahiller tarafından yapılmış ama, “tahrip edilmesin diye biz böyle bir önlem aldık” demek işi daha da vahim hale getiriyor. Çünkü biz koskoca bir camimizi koruyamayacak güçte miyiz? Bundan aciz miyiz? Eline çekici, baltayı alan, camiinin herhangi bir yerine zarar mı verebiliyor mu? Bu camiinin bir yöneticisi, bir bekçisi, koruyanı, gözetmeni, sahip çıkanı yok mudur? Dağ başında mı yaşıyoruz? Biz böyle bir ülke nasıl olabiliriz? Böyle bir gerekçe olabilir mi? Böyle bir saçmalık olabilir mi? Mümkün değil! Bunun için bu vahim olay karşısında es gecemeyiz.

Üstelik bu cami Eyüp Sultan Camii gibi İstanbul’un en önemli birkaç camiinden biri, belki de en önemli Asitane camimizdir. Bu kadar ulvi bir ibadethanemiz için biz bunu es geçemeyiz. 

Anadolu’nun ücra köşesinde bir kasabanın küçük bir caminde böyle bir olay olsa belki üzerinde durmaz, güler geçebilirdik! Ama İstanbul’un en önemli tarihi bir eseri olan Eyüp Sultan’da böyle bir olayla karşılaşmayı es geçemeyiz. 

Bunun için her duyarlı vatandaşın, vatanını, milletini, ülkesini ve dinini seven, kendi değerlerine ve kültürüne sahip çıkan insanın ve dahi sanatçının böyle bir olaya duyarsız kalması mümkün değildir. Onun için ben burada üzerime düşen görevi yapmak suretiyle tepki vermek ve bu olayı gündeme getirmek zorundayım. Aksi takdirde vicdanen huzursuz olurum. Sorumlu olurum, İndallah’ta (Allah’ın nezdinde) da sorumlu olurum. Böyle bir yanlışın düzeltilmesi için elimden geleni yapmak zorundayım. 

Eyüp Sultan Camii’nin eski haline getirilmesi şarttır. 

Sonuç itibarıyla olayı özetlersek bu olayın anlamı şudur değerli okuyucularımız: Bunun hiç tevili; lamı cimi yoktur! Böyle bir tasarrufta bulunulduğu zaman Osmanlı’ya, bu kadim camii yaptırana, III. Selim’e ve o devrin yetkililerine büyük bir iftira atılmış olur. Yani “siz bunu papaza benzeterek yaptınız, biz de bunun üzerini kapatıyoruz” demektir. Bunun başka bir izah tarzı asla mümkün değildir. Bu şu demektir: Yani “Osmanlı, III. Selim bunu özellikle yaptı” demektir. Ecdadımıza böyle bir iftira atmayı hiçbir Müslüman Türk aydını, hiçbir sanatsever hoş göremez. Ve hoş görmemeliyiz... Bunun için de behemahal devletimiz nezdinde bu konuda kim/kimler yetkiliyse (Diyanet, Vakıflar vb.) ecdadın eserlerinin üzerine konulan levhanın derhal oradan indirilip camiinin eski haline getirilmesi şarttır. Ve bu konuda da devletin yetkili mercileri her kimse onların çıkıp doğru düzgün, bilimsel, ikna edici ilmî bir açıklama yapmasını bekliyoruz. Bu şekilde “karambole” gelen bir davranışın sebeplerinin ortaya konulmasını ve Müslüman Türk halkının bu konudaki duyarlılığı göz önünde bulundurarak hatadan dönülmesini bekliyoruz. 

İbrahim Ethem Gören/Yazı No: 512

Hamiş:  Dün (3 Eylül 2023 Pazar) Eyüp Sultan Camii’ne giderek garip uygulamayı ayn’el-yakîn gördükten sonra bu yazıyı kaleme aldım. Fotoğraf için Mustafa Yılmaz’a teşekkür ediyorum.