Tesis ettiğimiz bir bahçeyi, derdiğimiz gülleri, yetiştirdiğimiz sebzeleri, suladığımız bir ağacı, aşkı, sevgiyi, kişiselleştirmenin bir anlamı kalmıyor zamanla.

 Hepimiz bu dünyaya serpilmiş, farklı renk ve kokularda birer çiçeğiz, yaratanı belli ve güzel olan. Bir ve tek  olana aitiz. Onun nurundan aydınlanmış, yarattığı güneşinde birlikte ısınıyoruz, yağmurunda birlikte ıslanıyoruz, ortak bir yaşam türküsü söylüyoruz birlikte esasında.

Herkes bir diğerinin tamamlayıcısı yeryüzünde. 

O halde kimsenin kimseye kendi gücünü, güzelliğini, mevkiini, vazgeçilmezliğini  ispatlamaya ihtiyacı yok. Bu çaba ve gereklilik yaşam sürecinde bizi yoran, zaman kaybettiren, soğuk savaşlara neden olan yanlış bir anlayış ve bakış açısı.

Hiçbir amaç iddia etmeden doğası gereği gülümseyen bir bebeğin güzelliği ve teslimiyeti bile bunu bize anlatmaya yetiyor aslında.

Koloni halinde yaşayan arıların birbirine ispat kaygısı olmadan, sadece işiyle meşgul olması, doğal döngüye hizmet etmesi; her bir yaratılan, bu işin sırrını çoktan ortaya koymuşken, neyin savaşını, egosunu, stresini yaşıyoruz?  Neyin kavgasını veriyoruz ? 

Evet, farklıyız, güzeliz, çalışkanız belki, kiminin az kimin çok güzel niyetleri, hayalleri var. Farklılığımız ile varız ve güzeliz. Öyle olması gerektiği için farklıyız. Fakat ortak paydada buluştuğumuz noktalar da çok, bunları da idrak etmeliyiz esasında.

 Hepimiz insanız, doğum ve ölüm arasında bir zamanı var herkesin. Hepimiz kuluz, yolcuyuz, mükellefiz, aciziz, hepimizin hataları ve doğruları var, öfkesi hüznü neşesi var, hayalleri hayal kırıklıkları var, hepsi ortak insanlık hali. 

Peki benimki çok seninki az, sen de böyle, ben de şöyle demenin, var mı bir anlamı? Bizi; onarmak, onarılmak, sevmek, sevilmek, anlamak ve anlaşılmanın ötesinde iyi bir yere götürmüyor, hepsi; zaman ve nefes kaybı, en çok da güzellikleri ve yolumuzu görememe noktasında bariz bir yol kesici. Farkına varalım, bir bahçenin farklı renk ahenk ve kokusuna boyanmış çiçekleri olduğumuzun. 

Bundan daha asil bir başlangıç olabilir mi?

Farkında olmak ve fark ettirmek ayrıcalığı ile hayatı tanımak, kendimizi ve herkesi olduğu gibi kucaklamak yada  kendi kıymetiyle baş başa bırakmak. Fazlasına gerek var mı ? 

Üzerimizde onca gereksiz, yorgunluk varken ?