TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’in soyunu kurutan lanet çemberi

14 Mayıs 1948 günü Telaviv’de İsrail devletinin kuruluşu ilan edilirken Başbakan David ben Gurion’un başının üzerinde Theodor Herzl’in uzun sakallı fotoğrafı asılıydı. İsrail açıkça ‘benim devletimin kurucusu odur’ diyordu.

Peki gerçekte kimdi fotoğraftaki şahıs?

Avusturyalı gazeteci ve oyun yazarı olan Theodor Herzl 1860-1904 yıllarında yaşamıştı. 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde düzenlenen Siyonist Kongre’ye başkan seçilmiş ve 1904 yılında ölünceye kadar Siyonizmin ana hedefi olan Avrupalı Yahudilere bir yurt bulmak uğruna mücadele etmiş, bu arada Sultan 2. Abdülhamid ile de Filistin’de bir Yahudi yerleşimine izin koparmak için bir kere yüz yüze görüşmüş ama sonuçta ondan hayır cevabı yanında usturuplu bir ders almıştı.

Sünnet olduktan sonraki adı Binyamin Ze'ev olan Theodor Herzl genç denilebilecek bir yaşta, 44’ünde ölmüş, ilginçtir, ölümünden 44 yıl geçtikten sonra Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulduğu İstanbul Darülfünunu Hukuk Mektebi mezunu bir Yahudi olan David ben Gurion tarafından dünyaya ilan edilmişti.  

Yahudiler bu ilandan mutlu olabilir ama aynı mutluluk –tıpkı topraklarını işgal ettikleri Filistinlilerinki gibi- Herzl ailesinin semtine uğramamıştı.

Bugün Theodor Herzl'in soyu tamamen kurumuş durumda. Peki bu soy nasıl olup da kurumuştu?

Eşi Julie’den başlayayım anlatmaya.

Julie Herzl kocasının ölümünden üç yıl sonra, akıl hastalığı ve uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle birkaç kez hastaneye kaldırıldıktan sonra 1907 yılında öldüğünde sadece 39 yaşındaydı.

Sonradan Hıristiyan olan oğulları Hans önce Baptist, sonra Katolik mezhebine girerek Yahudiliği terk etmişti. 1930 yılında kız kardeşi Paulina'nın cenaze töreni gününde kendini vurarak intihar etti. O da annesi gibi öldüğünde 39 yaşındaydı.

Kızı Paulina ise genç yaştan beri akıl hastalığından ve uyuşturucu bağımlılığından muzdaripti. O da 1930 yılında 40 yaşındayken aşırı dozda eroin aldığı için hayatını kaybedecekti.

Herzl çiftinin kardeşleriyle çok az teması olan ve aynı zamanda akıl hastalığından muzdarip bulunan küçük kızı Margarethe (Trude), 1943 yılında Nazilerin Thereseinstadt temerküz kampında hayatını kaybettiğinde ailenin en uzun yaşayan üyesi olacağını bilmiyordu. Öldüğünde 50 yaşındaydı. Babasından 6, annesinden ise 15 yıl daha uzun yaşamıştı.  

Margarethe’in oğlu Stephan Theodor Neumann’a gelirsek;  II. Dünya Savaşı sırasında adını Stephen olarak İngilizleştirecekti. Herzl çiftinin tek torunuydu. Gelin görün ki o da ebeveynlerinin Nazi temerküz kampında öldüğünü öğrendikten üç yıl sonra sarsılmış ve 1946 yılında Washington D.C.'de köprüden atlayarak intihar etmişti. Öldüğünde sadece 28 yaşındaydı.

İntihar ederek Theodor Herzl’in soyunu kendi eliyle kurutan Stephan, ilginçtir, dedesinin soyundan gelen tek Siyonistti. Hatta kendini öldürmeden bir yıl önce, 1945'te Filistin'e kısa bir ziyarette dahi bulunmuştu.

Theodor Herzl’in soyu 1946 yılında kurumuştu ama o tarihte en büyük ideali olan İsrail devletinin kurulmasına daha iki yıl vardı. Yani torunu bile dedesinin idealindeki Yahudi Devleti’nin (Judenstaat) kurulduğunu görememişti.

Filistinliler toprak mı sattı?

Ne zaman Filistin'de bir çatışma meydana gelse, biz de Filistinlilere ne zaman arka çıkmaya kalksak hemen mahut kesimler koro halinde -artık nereye yaranmak içinse- “Ama onlar da Osmanlıyı arkadan hançerlemiş, bize ihanet etmişti; hem vaktiyle dedeleri Yahudilere toprak satmıştı, oh olsun” diye İsrail’e kuyruk sallamaya başlar. Ne gariptir ki, bu sinsi kampanya giderek yayılıyor. Celal Şengör’ün dışkı bulaşmış ağzına kadar düştü diyeyim de ötesini siz anlayın.

Bu son derece mantıksız ve gayri ahlaki bir düşünme tarzı. Vaktiyle Filistinlilerin dedeleri böyle bir hata yapmış olsa dahi hukukta dedenin günahı torununa intikal etmez. Suç şahsîdir; eğer biri bir cinayet işlemiş ve ceza almışsa sülalesi suçlu addedilmez. Suç işlemiş olan şahıs cezasını çeker ve dosya kapanır. Bu en basit bir hukukî prensiptir. Dolayısıyla geçmişte birilerinin bir hata işlemiş olması Hıristiyanlıktaki ‘ilk günah’a benzer şekilde o millete ebedî bir alın yazısı gibi yapışıp nesilden nesle geçmez. Önceki nesil bu günahı işlemiş olsa bile torunlarına bir suçlama olarak yöneltilemez, dahası ahlaken de yöneltilmemelidir. Kaldı ki, olgusal sorgulamada göreceğimiz gibi böyle bir vak’a da söz konusu değildir.

Peki bu içi boş ve yanlış iddia neyi örtüyor?

Öncelikle söylemler neyi anlattığından ziyade neyi örttüğü açısından değerlendirilmelidir. Söylem aslında bir başka gerçeğin üzerini örtmek için şal olarak kullanılır.

Peki “Toprak sattılar” şalı neyi örtüyor? Beraberce bakalım.

Gerçekte bir toprak satma olayı var denilebilir ama sözü edilmeyecek kadar cüzi bir miktardadır: Bütün Filistin topraklarının yüzde 0,9'u (yüzde 1’i bile değil). Çeşitli sebeplerle bir kısım topraklar satılmış olabilir; vergisini ödeyememiş, zorda kalmış olabilir köylü mesela. Ülke dışında yaşayan Lübnanlı Hıristiyan Filistinli ve Maruni toprak ağalarının Yahudilere toprak sattığını da biliyoruz. Bu yüzde 0,9 gündeme getirilerek yüzde 99,1 gasp, şiddet, vahşet yoluyla, köyleri yakarak, insanları katlederek, sürerek elde edilmiştir.

Şimdi bu zalimliğe gözünü kapa da kalk, bu her milletten insanın çeşitli sebeplerle yapabileceği bir emlak satım işini diline dola. Mesela Albert Einstein’ın bile Amerikan kamuoyuna hatırlatmak ihtiyacını duyduğu, bilahare haritadan silinen Deyr Yasin’deki “kan banyosu”nu hatırlayalım veya ardından 531 Filistin köyünün Hagana ve İrgun çeteleri tarafından 1948'de nasıl boşaltıldığını görelim. (Bkz. Ilan Pappe, A History of Modern Palestine: One Land, Two People, Cambridge University Press, 2004, s. 130.)

Siyonistler köyleri nasıl gasp etmişti?

Bize İsrail devleti henüz kurulmadan bir ay kadar önce yaşanan Deyr Yasin köyü katliamını İsrailli tarihçi Avi Shlaim anlatsın (Filistin’i Bölüşmek (Küre: 2018), s. 180):

“Deyr Yasin, Kudüs’ün batı tarafında kalan küçük bir Arap köyüydü. Haganah ile bir saldırmazlık anlaşması yapmıştı ve buna titizlikle riayet etti. Ancak 9 Nisan’da, Irgun ve Stern Çetesi’ne bağlı bir grup, Haganah’ın onayı olmaksızın,  görünürde sakinlerini köyden kaçırmak üzere köye saldırdılar. Köylüler direnince saldırganlar ayrım gözetmeksizin ateş açarak içlerinde kadın ve çocukların da olduğu 245 kişiyi vahşice katlettiler. Kamyonlara doldurdukları köylülerden bazılarına Kudüs sokaklarında ‘zafer turu’ attırdılar, sonra da köye geri götürüp kurşuna dizdiler. Terörü Arapların yüreklerine saplayan katliam haberi bütün ülkede yıldırım gibi yayıldı. Sivil nüfusun cesaretinin kurulmasında ve Filistin’deki Arapların kitleler halinde göçünde, bu katliamın diğer bütün hadiselerden daha fazla payı vardı.”

531 Filistinli köyün ahalisi -tıpkı Deyr Yasin’de olduğu gibi- “gidin, yoksa diri diri yakarız’ tehdidiyle boşaltılmış, sonuçta kurşuna dizilmeyecek kadar şanslı ise köylüler göç etmek zorunda kalmıştı (Nekbe, yani Felaket diye anılır bu olay). Boşaltılan topraklar derhal gasp edilecek ve aynı araziye Avrupa’dan mülteci olarak gelen 154 bin Rus Yahudisi yerleştirilecekti.

Az buçuk ahlak ve vicdan olsa

Bugün dünyada 11 milyon civarında Filistinli yaşar. Bunlar niye terk etti topraklarını? Keyiflerinden mi? Topraklarını satarak kaçtıkları için mi bugün diyasporada yaşıyorlar? Filistin'de 4 milyon, dışarda ise yaklaşık 7 milyon Filistinli yaşamakta. Bunların herhangi birine gidip sorun, 'Vatanınıza mı dönmek istersiniz yoksa dışarda mı yaşamak istersiniz?' diye, tereddütsüz hiçbiri aksini söylemeyecek, gözyaşları içerisinde bir an önce vatanlarına dönmek istediklerini dile getirecektir. Peki eğer topraklarını hakikaten “satmış” olsaydı bu insanlar, hangi toprağa ve ne yüzle Filistin’e dönmek isteyeceklerdi sahi?

Demek ki hem ahlaki, hem de mantıki olarak böyle bir söz söylenemez.

Bu milyonlarca mültecinin yurtlarını neden terk ettiklerinin mantıklı bir açıklaması olması gerekmez mi? İsrail köylerini ve şehirlerini işgal ederek, tedhiş ve katliamlara başvurarak ve tehdit edip mülklerinden kovarak yüz binlerce Filistinliyi Ürdün'e, Suriye'ye, Lübnan'a, Mısır'a vs. zorla sürdü, yani tehcir etti. İsrail bugün Gazze'deki 2 milyon 300 bin Filistinliyi nasıl Mısır'a yahut Necef gibi bir çöle sürmek, hatta mümkünse denize dökmek dahil bütün seçenekleri devreye sokup tamamen imha etmek istiyorsa geçmişte de Filistinlileri aynı yöntemlerle ve aynı mantıkla “arz-ı mev’ud”dan temizlemek üzerine oturan bir kuruluş felsefesine sahipti.

İsrail’in 75 yıldır devam eden onca mezalim ve gaddarlığını görmeyecek, bir asır boyunca belki 1 milyon Filistinlinin katledilmesini, sakat bırakılmasını, bebeklere varıncaya kadar fosfor bombaları dahil her türlü silahla vahşice öldürülmesini gündeme getirmeyecek, içinden de olsa 'Kahrol İsrail' demeyeceksin ama İsrail’in –tıpkı Amerika’yı yağmaya giden Avrupalı vahşilerin Kızılderililere yaptıkları gibi- bu kanlı sömürgeleştirme girişimini, bu alçakça işgalini haklı çıkarmak adına “toprak sattılar” deyip “Oh olsun”culara katılacak, toprak satma olayının ötesindeki bu hunhar ve kinli girişime gözlerini yumacaksın. Halbuki ahlak mazlumdan ve mağdurdan yana olmayı gerektirir, zalimden yana olmayı değil. Hatta bunun için illa Müslüman olmak da gerekmez. Az buçuk ahlak ve vicdan sahibi olmak fazlasıyla yeterlidir.

Asıl mesele etnik temizlik

“Tehcir, katliam, soykırım…” diye Ermenilere arka çıkarak üzerimize bu kadar gelen Avrupa ve ABD niçin milyonlarca Filistinlinin modern dünyanın gözü önünde tehcir edildiğini, topraklarında yaşayamaz hale getirildiğini, yüzbinlerce Filistinlinin bombalarla imha edildiğini -üstelik bunlar kameraların önünde cereyan ettiği halde- lütfedip gündeme getirmez?

Burada ahlaksızlık iki katlı bence: Birincisi İsrail’in yaptığı ahlaksızlık, ikincisi bu ahlaksızlığı yansıtmayan veya ters yansıtanların çifte kavrulmuş ahlaksızlığı. Görüyorsunuz, Batı medyasında İsrailliler için 'teröre kurban gitti’, Filistinliler için 'öldü' diye yazılıp çizilmekte. Gazze'de hayatını kaybedenler ölmüş oluyor, fakat İsrailliler 'terör kurbanı' oluyor, bunu da dünyanın en ünlü haber ajansları kasten ve tekraren yayınlıyor. Görevi o çünkü. Algı operasyonu çağında işler böyle yürüyor olmalı. Bir İsrailli askerî yetkilinin Gazze halkına “human animal”, yani “hayvansı insanlar” dediğini bizzat kendi sesinden dinleyen milyonlar varken hem de...

Sonuç olarak “Filistinliler topraklarını sattı” lafının gerçekte İsrail’in eşkıyalığını, zulmünü, vahşetini örten bir şal olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım. Olay toprak satma meselesi değil, Filistin'de bir halkın topraklarından temizlenmesi operasyonudur. 1947, 1948, 1967, 1973 ve mevcut Filistin haritalarına baktığımızda etnik temizlik harekâtının ne denli büyük bir titizlik ve sinsice bir planla yürütüldüğünü anlarız. Bugün Gazze'de yapılmakta olan ve yapılacak olan da D Planı’nın devamıdır.

D Planı da ne mi?

Ey Siyonizm, seni ne kadar çok bilmiyoruz!