Bir karamsırlıktır hayat aslında;
İyisiyle, kötüsüyle, cefasıyla, sefasıyla yaşıyoruz bu dünyayı. 
Hepimizin uğradığı bir duraktır belki de kimimiz için...
Bazen karanlık ve sessiz bir sokağın görünmeyen dibine doğru yürürüz,
Bazen o sokağın sanki dibinde sevdiğimizi görürüz...

Bilinmeyen bir yerdeyim. Dalları kırılmış ağaçlara eşdeğer bir yürek var sol yanımda. Ufkumun gökyüzünden göç ediyor, allı turnalar. Boyun bükmüş güne bakan misali hayallerim. İnceden esen eflatun rüzgarlara karışmış ömrüm. Geçen günler kalanlar kadar vefalı değil. Oysa uçurtmanın peşinden koşan çocuklar gibi saf ve el değmemiş sevmelerim vardı. Şimdi sustuklarım o kadar çoğaldı ki, dilimden dökülecek bir cümlem bile yok. Bu yüzden öylece susup dalıyorum boşluğa.
Kim bilir sonbaharını yaşaya ömrüm, belki bir gün turnaların sesleriyle kavuşur yeniden baharına..

Ruhumuzda asla silinmeyecek, ölüme benzer bir yara izi açılmışsa işte o zaman zıtlıklar harekete geçer ve doğa seni dengelemek için güzellikleri farketmeni sağlar. Yarı acı yarı tatlı bir duygunun ortasında hayat anlam kazanmaya başlar. En büyük acılar sonrası, gördüğümüz şefkat karşısında boğazımız düğümlenir. Çünkü o güzellik mutluluğun ne denli zor ve istisnai bir şey olduğunu 
hatırlatır bize. Ve ancak acı ile tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel şeyler.

Düşlediğimiz hayatın dışında birde hayatın bize sunduğu sürpriz vardır. 
Onu hep kaçırıyoruz.. Kaçırmamak için arada bir kendimizi silkelememiz gerekir. 
Unutma; Hayat ertesi gün telafisi olur diyebileceğin bir yer değildir.