Latin şairi Terentius'un bir sözü vardır, der ki; "ben bir insanım ve insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir. " İnsan olmamız hasebiyle bizi ilgilendiren hususlardan biri de "gelenek" tir. Ne zamanki bu toplumun yakın tarihinde "modernleşme" başladı modernizmin karşısındaki mefhumu muhalifi yani muarız nosyonu olarak "gelenek" yerini almış ve dolayısıyla insanı ilgilendiren bir mesele olmuştur.

    "Modern" kelimesi "modus" kelimesinden geliyor olup latincede "sonradan olan" , "yeni olan" demek hatta rivayet edildiği üzere Hristiyan teolojide Hz İsa sonrasında modern denilmiştir ama bugün bizim anladığımız manada bir sosyolojik veya tarihsel sürecin adı olarak modernizm ya da modernleşme aydınlanma çağı dediğimiz bir çağdan sonra sanayi devrimi, teknolojik gelişmeler vesaire Avrupa'nın o kadim hayatı kendi içindeki kilisenin oluşturduğu geleneksel hayatının değişmeye yerinden kımıldamaya başladığı paradigmanın çatladığı başka bir hayat dizaynının adıdır.

    Modernite  ister Avrupa'da baş göstermiş olsun ister Türkiye'de geleneğin karşısında bir yer edinmiş olsun her nerede cereyan etmiş olursa da toplumun yerleşik, toplumla var olan ve topluma varlık kazandıran manevi unsurlarının ve değerler dizgesinin hasmıdır.

     Bizde gelenek inancımızın belirlediği değer yargılar; o değer yargıların çıktığı hayat, yaşama tarzı, onun estetik boyutu, hukuki boyutu, toplumsal hayatın bütün alt kümelerinin karşımıza çıkması ve bunun tarihsel akış içerisinde devamlılıkla sistemleşmiş halidir. Avrupa'da ise gelenek; biçimsel görünümler halinde kendisini gösterir tıpkı kraliyetin,  kraliçenin, kralın var olması gibi. Yani korunur fakat toplumsal hayata nüfuz noktasında, toplumsal hayatı değiştirme, yönetme dönüştürme noktasında geleneksel anlamda çok da yapıcı değildir.

    Modernitenin geleneğimizin karşısında infial uyandıran bir mefhum olmasının nedeni geleneğin bizde canlı bir varlık oluşturuyor olmasıdır. Modernite köktensizcilik pazarlarken zaten kendi toplum yapısı itibariyle köklerine bağlı, kendi inançlarının veya atalarının yaşamış olduğu teamüller çerçevesinde bir yaşam tarzı olmayan Avrupa'da yankı uyandırma gibi bir durum mevzu bahis değildir. Modernitenin Avrupa toplumuna sirayeti tıpkı yılanın deri değiştirmesi gibidir.

   Bizdeki gelenek anlayışını en iyi tarif eden gelenekselci ekolün kurucusu René Guénon "Dinin geleneğin zahirî kısmı olduğunu ve gelenekten sonra geldiğini" söylemektedir. Biz buna Türk'lerin  İslam'ı kabul etmeden önce kendi yaşayış ve anlayış tarzlarının İslam dinindeki naslar ile benzerliğinin onların İslam'ı kabul etmesinin ve O'na uymasının sağladığı kolaylığı misal verebiliriz. Yani burada anlamamız gereken temelde toplumun davranışlarını belirleyen gelenek ve yaşayışta buna uyum içinde olup görünürde yaşatılan din. Böylelikle aslolanın gelenek mi yoksa din mi olduğu anlaşılmazlığı... Bu görüşün aksine Frithjof Schuon dini gelenekten önceye kadar. Ona göre; "Religio" insanı göğe bağlayan ve onun bütün varlığını kuşatan şeydir. "Traditio" ise daha zahirî ve daha parçalı bir hakikatle alakalı olup ayrıca dışa dönük bir zihniyete sahiptir. Bir din doğuşunda ilk andan itibaren insanları Allah'a bağlar fakat ona (o aşamada) gelenek adı verilmez. Dinin ilk tabilerinin üzerinden ancak iki ya da üç nesil geçince din gelenek hâlini alır." Burada geleneğin iskeletini oluşturan olgu din iken toplumun anlamlı anlamsız her davranışı dinin çatısı altına girmektedir. Fakat "din" nosyonu değişmez esnemez sabitelerinin olduğu bir yapı olması dolayısıyla her zaman için geleneği oluşturmakta mutabık olması söz konusu değildir.

  Toplum değişir, toplumun kabulleri değişir fakat din değişmez. Tabi bu demek değildir ki dini tastamam gelenek anlayışından ayrı tutalım. Çünkü din toplumun zaman zaman çıkmazlara girdiği yerde müdahalesi ile toplumu yönlendiren ve şekil veren bir oluşumdur. Yine Guénon "İlk ve asıl geleneğin coğrafya ve kişilere göre şekillendiğini ve çeşitlendiğini dolayısı ile dinlerin bu çeşitli şekiller" olduğunu söyler. Buna karşıt Schuon ise "Dinlerin aşkın birliğini" oluşturan şeyin gelenek değil hakikat zeminine oturtan Schuon geleneği de onun uzantısı şeklinde düşünür.

   Esasen ne din bütünüyle gelenektir ne de gelenek dinin taşıyıcısıdır. Din ve geleneği ayrı ayrı çerçevelere sokucak olursak ikisinin de topluma anlam veren kendine özgü yapı ve telakkileri mecvut olmasının yanı sıra birbirini destekleyen tabir-i caizse aynı okyanusa dökülen nehirler nispetinde olması da muhtemeldir.

   "Dinin gelenekselleşmesi" kavramı ise dinin kutsiyetine zeval vericidir. Çünkü din ilahi kaynaklı olması sebebiyle toplumun dini kendisinde biçimlendirmesinin değil dinin belirlediği sınırlarda bir toplum oluşturması olması gerekendir. Kaldı ki gelenek ancak ve ancak dinin müdahil olmadığı, keskin sınırlar çizmediği durumlarda dine muhalif oluşturmayacak şekilde tamamlayıcı bir misyon üstlenme faraziyesi taşır.

   Her ne kadar gelenek ile dinin kendi kulvarlarındaki münhasır mana cihetiyle ayrı tutmak gerektiği kanısında olmama rağmen gelenek ile dinin birbirine değen yönleri olduğu inkar edilemez. Bir yandan tarihe bakarak geleneğe tutucu bir kalıcılık izafe etmenin pençesinde bir yandan dini geleneğe dönüştürmenin kıskacında bir kavga...