İnsanın dış dünyayı algılamasında en büyük pay hiçşüphesiz göze aittir. Göz insanın dış dünyaya açılan penceresidir.
Güneş ışığının aydınlattığı eşsiz güzellikleri iki çift göz sayesinde fark ederiz. Görmesini bilenler için dünya denilen mekân o kadar zengin tasarım harikalarıyla bezenmiş ki taaccüp etmemek mümkün değil.

Her sabah, dağların ardından nazlı bir peri gibi ağır ağır yükselen ve yükseldikçe müstesna güzelliklerin üzerindeki esrar perdesini aralayarak onları gözler önüne seren güneşi hangi organımızla fark ederiz? Elimizle mi, kolumuzla mı?

Dağların yorgunluk teriyle kaynaşıp firuze renklerle çağlayarak önümüzden bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla menziline doğru yol alan bir ırmağın güzelliğine gözlerimiz dışında hangi organımız şahitlik edebilir?
Hem sahi insan yüzünde sevginin en güzel okunduğu yer neresidir? En makbul sevgi cümleleri gözlerimizden dökülmez mi?

Bir çocuğun masumluğunu, acısını gözlerinden başka neresi anlatır?
Göz görmeyince gönül sevebilir mi? Aşklar göz göze başlamaz mı ve dillerin sustuğu yerde gözler konuşmaz mı?
İnsanların en dürüst, hiçyalan söylemeyen, söyleyemeyen ya da yalan konusunda beynin hükmedemediği organı neresidir?
Elbette gözlerdir.

Evet göz nimetinin büyüklüğünün karşısında sanırım diller sükutu tercih eder. Çünkü anlatmaya ne kelimeler kifayet eder ne de kalem yazmaya tahammül eder.
Peki gözlerimizin kıymetini biliyor ve onu hakkıyla doğru yerde kullanıyor muyuz?
Gözlerimizin kıymetini anlamak için ille de gözlerden mahrum mu kalmak gerekir?
Çevremizde o kadar güzellikler var ki birçoğunu hayatın koşuşturması içinde fark etmiyoruz bile...
Belki bakıyoruz ama görmüyoruz. Bir tabirimiz var: 'bakar kör' diye.

Evet günümüz insanları için çok yerinde bir tabir. Tam yerine oturmuş.
Bir gün bize deseler ki 'ey insanlar üçgün sonra gözleriniz kapanacak ve hayatınızın geriye kalan kısmını gözleri kapalı olarak devam ettireceksiniz.'
Bu üçgünü nasıl değerlendirirsiniz, nelere bakarsınız ve nasıl bakarsınız? Yine bakar kör gibi mi davranır yoksa en ince ayrıntısına kadar görmeye mi çalışırsınız?

İşte bu soruya doğuştan gözleri görmeyen Helen Keller şu cevabı verir:
'Birinci gün, bana iyilikleri dokunan, yardımlarıyla hayatıma değer katan insanları görmek isterdim. Onların neşeli mi, hüzünlü mü olduklarını izlerdim. Onların göz renklerini, yüz hatlarını seyrederdim. Bu yüzden de onları bir yere toplar yüzlerine uzun uzun bakardım.
İkinci gün ise yeni doğmuş bir bebek görmek isterdim. Sadece onun masumluğundan bir güzellik hissi alabilmek için.

Kitapları görmek isterdim.
O akşam gurubun her zamankinden daha parlak ve muhteşem olması için Allah`a yalvarırdım. Ve hiçgözlerimi kapamazdım. Şafakla birlikte yeryüzünü kaplayan karanlık örtünün nasıl yok olduğunu izlerdim.
Sonra da insanların sanat eserlerini görmek isterdim'

Evet dostlar,
Sizler nelere bakmak isterdiniz? Paraya mı, mala mülke mi, doğaya mı bilemiyorum tabii...
Çevrenize üçgün sonra bir daha görmeyecekmiş gibi bakınız bakalım neler göreceksiniz? Her gün geçtiğini yollarda neler kaçırmışsınız, nelerden habersiz yaşamışsınız bir bakın bakalım.
Sanırım mutluluklar küçük ayrıntılarda gizli. Yavrusunu doyurmaya çalışan bir kediyi izlemek belki de en büyük mutluluk kaynağı.
Olduğunuz yerde durun ve çevreyi dikkatlice izleyin.