Farklı olan neydi kimbilir ?
Bir asalet vardı, tanısikligi olan.
Çözememisti ne zamandır.
Uzaklardan bir haber vardı sanki
Işığı görüyordu, ama öyle uzaktan bir hüzme 
Sakin ve dingin bir denizin kıyısında, 
Bütün masumiyetiyle çocukluğunu hatırladı.
Güvende hissetti kendini, 
Cok da açılmamış bir sandalın içinde,
 denize uzaktan düşen hüzmeleri izliyordu.
Ne zamandır özlediği,
 bir özgüven vardı yaşama dair,
 onu hatırladı.
 Çocuk olur da, sevinçsiz olur muydu? 
Bakışları berrak ve siyah, 
lakin sevinince etrafı sapsarı bir neşeye bürünüyordu.
Birazcık büyüdüğünü hatırlayacak olsa,
Pembeleşiyordu, göz gezdirdigi bulutlar.
Artık emindi,
 Işığın dogru yerden geldiğini düşünüyordu.
Yıllarca bu ışığın peşine düşmüştü, esasında.
Aradığı ışığı bir gün bulacagini,
hiç dusunmemisti lakin,
bir ışığın ansızın aksedecegini.
Onun derdi yolda olmaktı, olanı aramakti. Bulmak en son hayali idi, belki de.
Yolda olmak ve aramak;
Onun en büyük neşesiydi.
Neşesinin rengi yesildi, bu kez.
Bu yeşil onu hayata bağlayan gayesini,
 Canlı tutuyordu. 
Kutsal olana değer vermek, 
Değerli olanı açığa çıkarmak,
 Bulmanın ötesindeydi.
Ta ki hüzmeler bir ikindi vakti, akşama hazirlanan koyu sarı isiği ile dört nala koşan bir atli gibi geçti denizin ustunden.
O denize yansıyan altın rengini bir selam gibi kuşandı yüreğine.
Selamı niyet aldı, dengede kalmak artık zor degildi.
Cocuklugu ile beraber ânı yakalayabilmisti.Artik ne çocuk idi ne de büyük bir yetişkin.
Rengi toprak rengiydi şimdilik.
 Dengedeydi herşey, yerli yerinde.
Yıldırım hiziyla geçen ışık demeti,
Kendi  kizilligina büründü.
Rengi altın sarısı iken, toprak rengi olması onun bu cesaretine engel miydi ?
Bütün sorularına yanıt almak istiyordu oysa.
Hayır, zaten renkler yeni yeni kendi tonlarına alisiyordu.
Sordu, gün batımı kizilligindaki hüzmeye.
-Altın sarısı isigin gözümü alıyorken
 Simdi böyle durgun bir sükunete büründün,
Nedir bu acelen.?
lşık huzmesi:
- "Vakit dar, gün batimi vakti,bu kızıl renkle beraber güne veda etmem gerek,"dedi.
Hem şimdi mi aklina geldi bu sorular, öyle vakit dar iken, bu aksam kızıllığında, sana gün aydınlığı cevaplar veremem dedi, içinden.
Gözleri zaten geceydi, bir de yüreği mi gece olsaydı? o yüzden sadece içinden söyledi, bunları.
Zaten gün kararacak her yer gece olacaktı.O bakımdan;
Bekle dedi, Güneş hanım, sadece sorulara yanıt vermek için. Fakat görevlerim var dedi, nazikçe;
son kızıllığıni da saçarken etrafa.
Sordu yine;
Sordu merakla," senin bu ihtişamın denize mi sadece?
Ve düşündü, deniz şeffaf ve sen bu yüzden bu kadar  güzel yansıyorsun.
O halde şöyle sormak istiyorum dedi, bulut... 

Yakamozu bilir misin ?
Deniz gece karanligina büründüğünde, güneş kaybolur lakin ay ışığı düşer, aydınlatır denizin kalbini.
Gün batmak üzere, son ışıkların bunlar.
Ben deniz olsam, gece yakamoz olur musun ?
Gecemi aydinlatan bir yakamoz.
"Sen deniz değilsin ki, dedi"hüzme.
Çünkü deniz olmadigini biliyordu.
"Ya güneş olursun, ya da ay.Ya denizsindir ya da çöl. Olmaz ki başka türlü." dedi.
Olsa ah ne güzel  bir yakamoz ışığıyla yeniden doğar hayat bulur, huzmeleri yok olmaz sadece renk değiştirirdi, diye geçirdi içinden.
Lakin olmayan birşeye, oyleymis gibi ümit vermek hayalden başka birşey değildi.
Sen deniz değilsin demek için uğraşıyordu.
Ama bunu önce kendisi kabul etmeliydi.
Neden deniz olmadiginin cevabini bulmaliydi.
Bulmalı ki, o gece gözler buğulanmadan, yeni gün ışığı ile gün agarinca anlatabilmeliydi, tane tane.
Bir deniz olmadigini anlamaliydi,  . Nasil olmaliydi,nasıl anlatmaliydi?  bilmiyordu.
Elbet bir çaresi vardi. 
Çöl rüzgarlarini içinde estiren, bir çöldü.
Böyle düşünmek ve hissetmek huzurun davetcisiydi.

Başka türlü olamazdı. Sorular hiç bitmezdi yoksa. 

Hiçbir şey rastlantı değildi oysa hayatta, mutlaka, mantıksal bir açıklaması vardı, olmalıydı. 

Kara gözlü bir sevdanın siyahi bakışlı bir evladı mıydı? 

Evet öyleydi, öyle olmak zorundaydı. 

Yıllarca emek emek topladığı çiçeklerin bir demetiydi, sana sunduğu. 

Gerçek Sevgilinin diyarından gelecek davetin kokusunu, sunmak istiyordu buram buram gelmişti burnunun direğini sızlatan bir aşkla çöl rüzgârlarıydı esen. 

Sonra ne mi oldu? 

Daha çok güvende hissettiği renkte kaldı, kalmak istedi. Rengi kurşuni bir gri. 

Buradan çıkmak istemiyordu. 

Söz söyleyince kahveye bürünüyordu rengi. 

Bir o kadar umarsız, resmî. 

Sonraki rengi kahve idi. 

Kahverengi, onu mesafeli ve korunaklı kılıyordu, kendince. 

Temkinli, sorulara cevapsız, doğaya, akışa tepkisiz, söylemleri ve yaklaşımı belki biraz bencilce ve kibirli, sanki. 

En çok ulaşmak istediği renk ise turuncu idi. Bu renk hayaliydi aslında ama hiç belli etmiyordu, belki kendi de farkında değildi. 

Bu renk başarıyı temsil ediyordu. Başarıyı tam olarak elde ettiğinde bu rengi hak edeceğini sanıyordu. 

Belki de biraz bu yüzden mutlu olmayı çok görüyor kendine, erteliyor, daha çok çalışmak gerektiğini düşünüyordu.    

Oysa yanıldığı nokta şu idi ki; başarının rengi turuncu değildi. 

Turuncu yaşam sevincinin ve enerjisinin rengi idi. O da mutlu olmayı başarıya endekslediği için rengi turuncu olarak kodlanmıştı, zihninde. 

Ne zaman mutlu olacak gibi olsa, hemen kendi içinde başarısını sorgulayıp, erteliyordu turuncu olan ne varsa uzak duruyor, başka renklerle gökkuşağını izlemeyi tercih ediyordu. 

Kendiyle gurur duyduğu, başarısına ikna olduğu gün boyanacağı  bir turuncu rengi olacaktı. Öyle düşündüğü için de turuncuyu; uzak bir gün batımı turuncusu gibi hissediyordu. 

Oysa turuncu renk; güzel bir başarıyla, dualarla, bestelenmeye hazır bir şarkı, ses getirecek bir şiir gibi sunulmayı bekliyordu. Sadece buna inanması gerekiyordu. 

Çünkü gün ortasında sohbetine devam eden ışık hüzmesi, o turuncu kızıllığa yolda rastlamıştı; görmüştü o muhtemel, her bir kelimesinden nur damlayan, O'nun rızasını kazanacak eserlerin muvaffakiyeti için, dua ettiği başarıyı. Dua ettiği şeyin, kendisinde ümit olması O'na güven duymaktı. Siyahî bakışıyla gökyüzünde süzülen duygu yüklü bulutun, gözlerini artık başaracağı turuncuya çevirmesini ve yoluna güzel bir yaşam enerjisiyle devam etmesini söylüyordu sanki son karşılaşmalarında, ışık hüzmesi. 

Ve ben bu hikâyede son satırlarımı yazarken, an itibariyle dinlediğim şarkıdaki sözler; tamamlamak ister gibiydi hikâyeyi. Bu tevafuk hâli, yazmadan bitirmek istemiyorum, hikâyeyi. 

Burada ışık hüzmesi olarak konuşan karakterin adını bulmuş oldum, böylece; bu son dakikada dinlediğim şarkı sözüyle. Evet konuşan, Güneş Hanım, idi. 

Ve ışığın renkleriyle konuşan ise, ışık hüzmesine muhatap olan, duygu yüklü bir bulut. 

Tavsiyelere kulak veriyor ve bu şarkı sözüyle, ışık hüzmesine, cevap veriyor ve diyor ki; 

"Güneş Hanım; 

Bak ışık her yanım. 

Yıldızlar bile imrenmiş öyküme."  

"Işık hüzmesi ile bir bulutun hikayesini" okudunuz. 

Sevgi ve muhabbetlerimle. 

Bitiş tarihi 28.08.2023