Çanakkale Boğazı’nın serin sularından daha mavi gözleriyle, Gelibolu’nun rüzgârında yaşayan bir gönül insanı: Mustafa Yağcı… Onu ilk gördüğümde, elinde tesbihi, dilinde yanık duaları, gözlerinde o derin deniz maviliğiyle tanımıştım. Sonra fark ettim ki iş bu mavi, sadece gözlerinde değil, gönlünün derinliğinde de parıldıyor.

İlk Tanışıklıklar ve Gelibolu İzlenimleri
Gelibolu’nun kadim sokaklarında, Camiikebir Mahallesi’nin Arnavut kaldırımlarında onunla yürümek, bana hep tarihin içinden geçiyormuş hissini verir. Muhatabım şimdiki zamanda emekli bir insanın sade görüntüsüne bürünmüş olsa da, hayatının her anı zikrin, tefekkürün, Kur’an-ı Kerîm tilâvetinin mânevî hazzını fikrediyor.
İlk defa Gazi Süleyman Paşa Camii’nin avlusunda karşılaştığımızda, bana mümin, mütevekkil bir görül lisanıyla, “İbrahim Ethem, günün bereketi seherdedir, unutma” demişti. O gün bugündür, sabahları erken uyanmaya çalışırken hep o cümle aklıma geliyor.

Kur’an-ı Kerîm İklimi ve Tefekkürle Yoğrulmuş Bir Ömür
Yazımızın bu uğrağından sonra ondan “Mustafa Abi” asliyet ve terkip şuuruyla bahsedeceğim. Mustafa Abi’nin hayatında Kur’ân-ı Kerîm tilaveti bir alışkanlık değil, adeta nefes almak gibidir. Günde bir ila bir buçuk saatini Hakk kelâmına ayırır. Bir gün Camii Kebir’in müezzin mahfilinde tilavet ederken yanına oturmuştum. Harflerin sesinde, yüzündeki huzurda, gözlerindeki derinlikte başka bir şey vardı. Tilaveti bitirdiğinde bana dönüp şöyle demişti: “Kur’ân-ı Kerîm okumak, sadece okumak değildir Ethem kardeşim! Her harfi, hayatın üzerine düşen bir nûr gibi düşünmek gerek. Nûr, yahut nûrun âlâ nûr.”

Bağın ve Bahçenin Sessiz Şâhidi!
İsmini Gazi Süleyman Paşa’dan alan mahallenin “Sıra bademler” şeklinde isimlendirilen mevkiindeki bahçesi ise onun huzur hanesi… Nisan’dan Ekim’e kadar en çok orada vakit geçiriyor. Günlerden bir gün, 2024 yılının Ağustos ayında bağında birlikte oturmuştuk. Torunları dallardan erik ve incir topluyordu. Bana eliyle göstererek, “Bak İbrahim Ethem, çocuğun meyveyi dalından koparması, insana cenneti hatırlatıyor” dedi. O an meyvenin bile onun gönlünde nasıl bir tefekküre açıldığını görmüştüm.

Tesbihin Sırrına Düşmüş Bir Gönül!
Mustafa Abi’nin adıyla anılan en büyük sevda, tesbihtir. Onun ellerinde tesbih bir eşya olmaktan çıkar, zikrin taneleri hâline gelir.
Çanakkale Boğazı’na nazır balkonunda yan yana oturduğumuz sabah vaktinde yol arkadaşı Belgin Hanım’ın, içinden kırk yıl hatır geçen acı kahvesini yudumlarken şâhit olduğum bir sahneyi tasvir edeyim: Elinde tesbih vardı, gözleri denizin ufkuna dalmıştı. Bana dönüp dedi ki: “Tesbih çekmek, kalbin ipini Allah’a bağlamaktır. Böylece tane tane kalbini yoklarsın.” Bu söz, tesbihin onun dünyasında ne kadar derin bir karşılığı olduğunu en güzel şekilde özetliyordu.
Tesbih Üzerine Uzun Bir Sohbet
Ona, “bağcı/bağban” vasfını da hamledelim. Bağcılık baba, bir adım öte dede mesleği. Mustafa Abi’nin el’an işlemekte olduğu bahçe, Rumlardan beri bağ olarak işlenen ve 1924 mübadelesinde dedesine mübâdil hakkı olarak verilmiş bir bağ. İşte o bağın orta yerindeyiz. Bir yaz akşamı, bağda oturuyoruz. Torunu Melike ötede “Ponpon Hanım” nâm tavşanıyla vakit geçirirken, güneş, ufkun ardına iniyor, deniz dalgaları sanki onun mavi gözleriyle yarışıyordu. Avuçlarının içinde, Volkan Acar ustanın ellerinden çıkmış eski bir kuka tesbihi vardı. Taneleri arasında gezinen parmakları, celî bir sırra dokunurken sözü tesbihe getirdi: “İbrahim Ethem, tesbih insanın yol arkadaşıdır. Her tanesi bir nefes, her nefes bir şükürdür. İnsanoğlu nefes aldığı müddetçe zikirsiz kalmamalı. Heyhat! Zâkir zikirsiz ne yapar? Tesbih işte sana evvelemirde bunu hatırlatır. Parmaklarınla çekerken kalbinle de saymaya başlarsın: Lâ ilâhe illallah!
Bir müddet sustu, üzerinde epeyce zikir ve nefes yükü bulunan tesbihini usulca göğsüne götürürken, “Biliyor musun,” dedi, “her tesbihin bir dili vardır. Ustasının duasını, sahibinin zikrini taşır.

Tevhid Topun Gür Eyle!
Benim elimden geçen her tesbih, bana bir yol gösterdi. Hele öyleleri var ki, gece karanlığında elimde ışık gibi yanar. İşte o zaman anlarsın, tesbih sadece bir eşya değil, zikrin mührüdür.” Ol demde İrfânî’nin âvâzı işitildi: Ayakta dur zikreyle/Tevhid topun gür eyle/Ruhunu sultan eyle/Lâ ilâhe illallah.
Ben o an, onun tesbih sevdasının sadece koleksiyonculuk olmadığını, kalbini zikrin merkezine yerleştiren bir gönül hâli olduğunu gördüm. Sohbet ilerledikçe tesbihin inceliğinden, kuka ağacının kokusundan, ustaların dualarından, lâyık olmaktan, sâdık olmaktan, ayık olmaktan bahsetti. Her cümlesi, tesbihin onun ruhuna nasıl işlediğinin canlı nişânesiydi. Sonra gülümsedi: “Bir gün, bu tesbihlerle Afrika’da bir cami inşa etmeyi murat ediyorum. Taneler secde taşı olsun, ipi minarelerin gövdesine dönüşsün… Çünkü zikrin mekânı da olur İbrahim Ethem. Tesbih, mekân ister. O mekân da en çok camide yakışır.”
Mustafa Yağcı: Tesbih, kalbin ipini Allah’a bağlamaktır!
O gece, tesbihin onun için sadece bir hatıra değil, bir hayat felsefesi, bir sadaka-i câriye kapısı olduğunu anladım. Ve ben, o uzun sohbetten sonra tesbihi elime her alışımda, Mustafa Abi’nin o sözleri kulağımda yankılandı: Tesbih, kalbin ipini Allah’a bağlamaktır!

Camilerdeki Sohbet Halkaları
Onu en çok Gazi Süleyman Paşa Camii’nde görmek mümkün. Sabah namazından sonra imamla, müezzinle, müftüyle oturup sohbet eder. Bir sabah ben de o halkadaydım. Sohbetin ortasında Efendimiz’den bahsetmeye başladı. “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl” beytini defalarca tekrarladı. O sırada elindeki tesbihi bırakmamıştı. Orada hissettim ki, onun sohbetlerinin özü, Peygamber Aleyhisselâm muhabbetiyle yoğrulu.
Hayal: Tesbih Tanelerinden Bir Cami
Beni en çok etkileyen hayali ise, otuz küsur yıldır biriktirmekte olduğu tesbihlerini bir hayır yoluna dönüştürme hayali oldu. “İbrahim Ethem, bu tesbihlerle Afrika’da bir cami inşa etmeyi arzuluyorum” dediğinde gözlerinde öyle bir ışık vardı ki, az önce bahsini ettiğim hayalinin çoktan hakikat yoluna girdiğini hissettim. Onun için tesbih sadece şahsî huzurun sembolü değil, sadaka-i câriye olacak bir caminin temeli idi.

Muhabbetle Yaşayan Gönül İnsanı
Mustafa Yağcı, dışarıdan bakıldığında sıradan bir emekli vatandaşımız gibi görünebilir. Fakat onun yanında biraz vakit geçiren hemen herkes, bu görüntünün ardında Kur’ân-ı Kerîm tilâvetiyle nurlanmış, tesbihle zikre doymayan, bağ ve bahçede şükreden, camilerde dostluk ve muhabbetle yaşayan bir gönül insanı olduğunu hemen anlar.
Benim gözümde Mustafa Abi, Gelibolu’nun rüzgârı, Çanakkale Boğazı’nın maviliği, Gazi Süleyman Paşa Camii’nin kubbesi kadar derin ve sahicidir.
O şimdiki zamanda tesbihini elinden düşürmeden zikrini sürdürüyor, hayalini kurduğu Afrika’daki cami için mütemadiyen niyaz biriktiriyor.
İbrahim Ethem Gören – 20.08.2025, Yazı No: 682

Allah sayılarını artırsın böyle güzel insanların.
Derin bir gönlün portresi, enfes bir kalemin mürekkebiyle harikulade resmedilmiş. Birbiriyle ilişkilendirilmiş sırlı olaylar manzumesi ve benzetmeler yazıya ayrı bir güzellik katmış. Elinize sağlık.