25 yıldır öğretmenlik, idarecilik yapmış, binlerce veli ve öğrenci ile temas kurmuş bir eğitimciyim. Çok farklı tutum ve davranış sergileyen ebeveynler gördüm, tanıdım.

Öğretmene yüzde yüz güvenen, eti senin kemiği benim diyen geleneksel anne baba modelinden, çocuğumun kılına dokunulursa okulu yakarım diyen yeni nesil veliye kadar birbirine tamamen zıt tutum ve davranış sergileyen velilerle karşılaştım.

Daha bilimsel bir ifade ile söylersek demokratik, otoriter, izin verici ve ihmalkâr tavır sergileyen bütün ebeveyn tarzlarında veliler ile tanıştım. Hangi tarz ebeveynlik daha iyidir, hangisi kötüdür bu konulara hiçgirmeyeceğim. Ben olaya biraz daha farklı yaklaşacağım. Geleneksel ebeveynlik ile yeni nesil ebeveynlik konularına kendi gözlemlerim çerçevesinde gireceğim.

Okullarda bundan yıllar önce hiçgündeme gelmeyen ebeveyn tutumları konusu bugün birçok okulun ciddi gündemleri arasına girmiştir. Çok farklı, gerçekten ne yapmaya çalıştığı anlaşılmayan, çocuğuna adeta kral, kraliçe muamelesi yapan, hayatın merkezine sadece çocuğunun mutluluğunu koyan, son derece bencil yeni nesil bir ebeveynlik stili ile karşı karşıyayız.

Çocuklarıyla ilgilendiğini düşünen, onlara yardımcı olmak için çaba harcadığına inanan bu anne babalar temelde çok önemli bir konuyu kaçırıyorlar. Çocuklarına güvenmiyorlar. Çocuklarının bağımsız bir fert olmasına, kendi kişiliklerini bulmalarına, hatta onların büyüyüp gelişmelerine izin vermiyorlar. Sürekli olarak kendilerine muhtaçve bağımlı olarak yaşamasını arzu ediyorlar. Çünkü bu durum ebeveynleri tatmin ediyor. Çocukları için bir şeyler yapmış olmaktan büyük keyif ve haz alıyorlar.

Çocuklarıyla bütünleşmiş ebeveynler diyorum ben bu tip anne babalara. Toplantılarda öğrenci ile ilgili konuşurken annelerin adeta çocuğuyla bütünleşip ikisinin tek bir kişi gibi olduğunu gözlemliyoruz. 'Öğretmenim biz şu konuyu anlayamadık, şu öğretmen bize şöyle davrandı, falan kişi bizi çok rahatsız ediyor, matematikten çok düşük aldık' gibi cümleler kuruluyor. Veliye soruyorum kim düşük aldı, siz mi, kızınız mı diyorum? Kızım diyor, peki o nerde diyorum, kızınız bunu dert ediyor mu, düşük alma sebebini merak ediyor mu? Yok. Çünkü annesi onun adına her şeyi düşünüyor, konuşuyor, çözüyor. Çocuk nerede? Annesinin gölgesinde. Yani anne çocuğu yutmuş tabiri caiz ise. Aşırı miktarda sevgi dozu almış ve sevgi komasına sokulmuş bir çocuk. Çocuğuna fırsat vermiyor, âdeta onu kendi kolları, kendi elleri olarak görüyor. Öğrenciyi eleştiriyorsunuz, anne üzerine alınıp savunmaya geçiyor. Çocukla ilgili olumlu geribildirimde bulunuyorsunuz anne baba, çocuktan daha çok mutlu oluyor.

Ebeveynlerde gözlemiş olduğum bu yeni durum beni kendi çocukluğuma yönlendirdi. 1981 yılında başlayan aktif öğrencilik hayatım 1995 yılında üniversiteden mezun olduğumda sona ermişti. 15 yıl süren öğrencilik hayatım boyunca anne babamın okuluma geldiği nerdeyse hiçvaki değildir. Bir iki öğretmenimle babamın sohbet etmişliği olabilir. Öğretmenin karşısında saygıdan önünü ilikleyen babam, hocaya büyük bir hürmet ve saygıyla benim durumumu sorardı. İnanın bu görüşmelerden sonra bana dönüp de bir defa olumsuz bir şey dememiştir.

Öğrencilik hayatım boyunca annemden babamdan bir defa 'ders çalış, ödevini yaptın mı, kitap oku' gibi bir söz işitmedim. Sadece 'öğretmenlerini iyi dinle oğlum, saygıda kusur etme' gibi nasihatler dinlemişliğim vardır.

Başarısız mı olduk peki? Hayır; Kendi şartlarımızda oldukça iyi başarılar elde ettik. Kitap okuma sevgisi kazandık, kendi kendine ders çalışma alışkanlığı edindik. Kendi sorunlarını kendi kendine çözme becerisi kazandık. Küçük yaşta ciddi sorumluluklar aldık. Hayatımızın gidişatından, geleceğinden biz sorumluyduk. Lisede hangi alana gideceğime, hangi üniversiteye gideceğime kendimiz karar verdik. Tabii ki ailemizin onayını da aldık. Ailemiz bize sadece imkânlar sundu. Hiçbir zaman benim adıma, bana rağmen bir şey yapmadılar. Ders çalışırsam kendim içindi, çalışmadığımda kaybeden de bendim. Okumadığımda beni daha zor bir hayat bekliyordu. Bunun farkındaydık. Önümdeki hiçbir engeli ailem kaldırmadı, kendim aştım o engelleri. Aştıkça mutlu oldum, aştıkça güçlendim.

Hiçbir zaman 'mış' gibi yapmadık. Okuyacaksak oturup okuduk. Ders çalışacaksam ciddi ciddi çalıştım. Çalışıyormuş gibi yapmadık. Az zaman ayırdık belki ama bütün benliğimizle yaptığımız işin içindeydik. Zihnimiz bütündü. Oyunlarımızı da doyasıya oynadık. Oyuncaklarımızı da kendimiz yaptık. Tabiat o kadar çok seçenek sunuyor ki kullanmak isteyene. Arkadaşlarımızla her türlü eğlencemizi yaptık. Yani mutlu, verimli, dopdolu bir çocukluk, öğrencilik hayatımız oldu. Bütün bunlar biraz da anne babamızın doğru tutumları sayesinde oldu. Bizimle gerçekten olması gerektiği gibi ilgilendiler. Bizi hiçşımartmadılar. Mutlu etmek için özel bir çabaya girmediler. Oğlum sen çok özelsin demediler, bana özel hiçbir kutlama yapmadılar. Düğünüm dışında hiçbir özel günüme gelmediler. Olması gerektiği gibi, kendileri gibi, doğal, geleneksel davrandılar. Çünkü onlarda kadim kültürümüzün, Anadolu`muzun müthiş bir birikimi vardı. İlkokul mezunuydular ama çok derin bir yaşam felsefeleri vardı. Hürmeti, saygıyı, girişimciliği, çalışkanlığı, dürüstlüğü öğrettiler bize. 'İşin büyüğü küçüğü olmaz, verir çalışana Allah derdi babam. Akşam erken yatmayı, sabah erken kalkmayı öğretti bize. Sadece bu meziyet bile bir insanın başarılı olmasında çok büyük bir etkiye sahiptir düşündüğümüzde.

Şimdi düşünüyorum da hangi ebeveynlik tutumu daha doğru diye. İşin içinden çıkamıyorum bazen. Herhalde sonuçlara bakarak karar vereceğiz bu durumla ilgili. Günümüz ebeveynlerinin çocukları henüz daha yeni büyüyüp gelişiyorlar. Biraz zaman ilerleyince anlaşılacak neyin doğru neyin yanlış olduğu. Bir prens, prenses gibi büyüttükleri çocukları iş hayatına, aile hayatına atıldıklarında anlaşılacak her şey. Mutlu olacaklar mı, aldıkları işi yapabilecekler mi, sorumluluk almayı öğrenecekler mi, ailesi yanında olmadığında hayatına devam edebilecekler mi, sorunlarını çözebilecekler mi? Girdiği işte istikrarla çalışabilecek mi mesela? Aldığı eleştiriler karşısında ayakta kalabilecek mi? Çevresindeki insanlarla iyi ilişkiler kurabilecek mi? Yüzyıllardır bizi biz yapan geleneklerimizi bir sonraki nesle aktarabilecekler mi? Vatanı milleti adına kafa yoracak mı? Manevi değerlere ilgi duyup yaşayabilecek mi? Aza kanaat edebilecek mi? İstediği bir şey olmadığında buhrandan çıkabilecek mi? Düştüğünde ayağa kalkabilecek mi? Daha birçok soru sorulabilir. Bu sorulara yeni nesil olumlu cevap verebilirse ne mutlu. O zaman ümit var olabiliriz.

Bir önceki nesil bu konularda genellikle başarılıydı. Çünkü onların ebeveynleri üçaşağı beş yukarı benim ebeveynlerime benzer tutumlar sergilediler. Günümüzde okullardan çıkmayan anne babalar, çocuklarının her anını özel olarak kutlayanlar, çocuğunun her sorununu çözen anne babalar bakalım ilerde nasıl bir yetişkinle karşı karşıya kalacaklar. Gösterdikleri ihtimamın, sevginin, ilginin ne kadarı kendilerine gösterilecek acaba? Eğitim seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde huzur evlerinin sayısının daha fazla olduğu söyleniyor. 'Biricik' olarak büyütülen evlatlar 'biricik' olarak yaşamayı tercih ediyorlar. Başkalarının sorumluluğunu almaktan çekiniyorlar.

Kararı sizlere bırakıyorum. Hiçbir kimseyi yaptıkları için yargılamaya hakkımız yok. Herkes tercihinin sonuçlarını elbette yaşayarak görecektir. Özellikle de iyi tahsil yapmış, iyi üniversitelerden mezun olmuş yeni nesil anne babalara akıl vermek, yönlendirmek bize düşmez. Biz sadece gözlemlerimizi ve tecrübelerimizi paylaşmayı tercih ediyoruz. Arzu eden istediği yolu tercih edebilir. Geleneksel ebeveynlik ya da modern, yeni nesil ebeveynlik.

3 çocuk yetiştirmiş ve her kademede öğrencisi bulunan bir veli olarak kendimi de sorguluyorum. Acaba ben hangi ebeveynlik tutumunu sergiliyorum diye. Detaylı bir şekilde baktığımda gördüm ki kendi anne babamın bana sergilemiş oldukları ebeveynlik tutumlarını biraz revize ederek sürdürdüğümü fark ettim.

Örneğin çocuklarıma ödev konusunda, ders konusunda baskı yapmıyorum. Onların yapması gereken işleri ben yapmıyorum. Sorumluluklarını yerine getirmediklerinde bedelini ödesinler istiyorum. Öğretmenlerine karşı asla saygısızlık yapmalarına müsamaha göstermiyorum. Öğretmen ne derse o olur diyorum. Çocuklarımın yanında öğretmenlerini asla eleştirmiyorum. Sürekli öğretmenlerini arayıp çocuğumun durumunu sormuyorum. Mutat toplantılara katılmakla iktifa ediyorum. Düşük not aldığında kendini sorgulamasını istiyorum. Başarısız olduğunda asla öğretmenini, okulunu suçlamıyorum. Sana verilen imkânları iyi değerlendir, öğretmenlerine soru sor, derslerini iyi dinle, eve gelince de mutlaka günlük tekrar yapmalısın diyorum. Bir çocuğun zaten kendi hayatıyla ilgili sorumluluk alma düzeyi onun her alandaki başarısını ya da başarısızlığını belirler.

Çocuğunuzun elinden telefonu alamıyorsanız, kendi kendine ders çalışmasını sağlayamıyorsanız sorumluluğu başkasına yüklemenin kimseye bir faydası olmaz. Sadece sorunu ötelemiş olursunuz. Öğretmenle saygı ve hürmet çerçevesinde, düzeyli bir ilişki kurmak çocuğun gelişimi açısından elbette olumlu katkılar sağlayacaktır. Fakat bu ilişki tutarlı, düzeyli, saygı ve güven esaslı olmalıdır. Ölçü budur bana göre.

Zamanın ve mekânın ruhu, bazı tutumlarımızı gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor. Köy ve şehir hayatı, teknolojik ve bilimsel gelişmeler, yaşanılan sosyal çevre, toplumdaki üstlendiğimiz birtakım roller gibi unsurlar çocukla anne baba ilişkilerini etkilediği gibi okul ile ebeveyn ilişkilerini de etkiliyor. Bütün bunlara eyvallah, fakat insan temelde yine insan. İnsani unsurlarımız, değerlerimiz, temel ihtiyaçlarımız aslında pek de değişmiyor.