Hattat Muhsin Demirel i Ankara daki evinde İstanbul u Sevenler Cemiyeti murahhas azalarından Mehmet Akif Köseoğlu ile birlikte ziyaret ederek ilm-i hat, fenn-i hat, Ü stad Hamid Aytaç, Risâle-i Nur neşriyat çalışmaları ve Kur an-ı Kerî m kitâbeti hizmetleri üzerine sohbet ettik.

`height=

Hattat Hamid in önde gelen talebelerinden biri...

Hattat Muhsin Demirel, son devrin büyük hat üstadı Hattat Hamid Bey in önde gelen talebelerinden biri. Bununla birlikte hat sanatı camiasının ismine fazlaca âşinâ olmadığı mütevazı bir hüsn-i hat dehâsı. Hattat Demirel, Ankara da yakın zaman önce emekliye ayrıldığı 40 yıllık memuriyeti esnasında günde sekiz saatini devlet hizmetlerine, 12 saatini de Kur an-ı Kerî m kitâbetine vakfetmiş müstesna bir şahsiyet. Muhsin Demirel i Ankara daki ziyaretimiz üzerinden bir hayli zaman geçtikten sonra yayınlama fırsatını bulduğumuz okumakta olduğunuz hasbıhal, Hamid AytaçBey in yakın dönemdeki hat sanatı hizmetleri ile Risale-i Nur neşriyat tarihine ve Hattat Muhsin Demirel in Kur an-ı Kerî m kitabeti hizmetlerine yönelik oldukça önemli malumatı mündemiç. 

5 adet Mushaf-ı Şerif yazmaya muvaffak kılınan ilk ve tek hattat...

Sultan üş-Şuara nın, 'Laf var ki laftır, laf var ki iştir. İş var ki laftır. Bize iş kadrosunda laf, hamle çapında iş lazım' âvâzını işitmişsinizdir. Hattat Muhsin Demirel söz konusu âvâzın müşahhas misalidir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 5 adet Mushaf-ı Şerif yazmaya muvaffak kılınan ilk ve tek hattattır. Böyle bir girişten sonra Hattat Muhsin Demirel ile yaptığımız ve İttifak Gazetemizin portalında ve matbu nüshasında dört bölüm halinde yayınlayacağımız mülakatın ilk bölümüne nazar edelim....

İbrahim Ethem Gören: Muhsin Bey öncelikle nazik kabulünüz için müteşekkiriz. Efendim söze, Mushaf kitâbetinden başlayalım dilerseniz. Malum olduğu üzere il müftülükleri nezdinde hizmet sunmakta olan Alo Fetva hattı var. Söz konusu hattı İstanbul da aradım. Telefonun ucundaki fetva emini ne 'Memleketimizde isteyen istediği gibi Kur an-ı Kerî m bastırabilir mi? Mushaflar için yayınlanmazdan önce incelenme zorunluluğu var mı? Mushaf lara jenerik sayfası ve CV eklenebilir mi?' suallerini tevcih ettiğimde aldığım cevap, 'Hayır efendim, isteyen istediği gibi Mushaf bastıramaz. Kur an-ı Kerim lere kesinlikle CV ilave edemez. Jenerik de konulamaz. Yayınlanmazdan önce mutlaka Mushafları Tetkik Heyeti nin onayı gerekir' şeklinde oldu. Bunun üzerine telefonun ucundaki muhatabıma Bilnet Matbaacılık ın bastığı Kayışzade Hafız Osman hatlı Mushaf ın tıpkıbasımına jenerik (!) bölümü eklendiğini, burada Reza Zarrab ın da eser!'in sahibi olarak belirtildiğini ve ayrıca Samiye Aksan ın yazdığı ve bilahare özel olarak bastırılan Mushaf a da hanımefendinin CV sinin eklendiğini söyledim. Hocaefendi nin, 'Bu bizi aşar, siz iyisi mi, Ankara yı, Mushafları Tetkik Heyeti ni arayınız?' tavsiyesine ise harfiyen uydum. Ankara bu konuda daha bir malumat sahibi. Mushafları Tetkik Heyeti uzmanı olan zat, Mushaf ların basımı noktasında mevzuattan kaynaklanan boşlukların bulunduğunu, isteyenin istediği matbaada Kur an-ı Kerî m bastırabileceğini, Mushafları Tetkik Heyeti nin ise ancak kendilerine getirilen Mushaf nüshalarını inceleyerek baskı için müsaade verdiği bilgisini aktardıktan sonra 'siz konuyu gündeme getirebilirseniz belki söz konusu boşluklar izâle edilir' şeklinde bir temennide bulundu.

`height=

Hakk ın hatırı âlî dir.

Hakk ın hatırı âlî dir, hiçbir hatıra feda edilemez fehvasınca bu meselenin takipçisi olacağız biiznillah.

Muhsin Bey, tüm bu menfî gidişat, hattın ilminden ve dahi edebinden uzaklaşıyor olmakla alakalı kanaatimce. Siz, ilm-i hat ve fenn-i hat diyorsunuz. Bu konudaki tebebbuatınızdan istifade etmek isteriz.

Muhsin Demirel: Eyvallah. Bir ilm-i hat vardır, bir de fenn-i hat. Benim hat sanatı ile ilgilenmem ilm-i hat ile oldu. Maalesef zaman içerisinde ilm-i hat kaybolmuştur. Bugün hepimizin az ya da çok icra ettiği şey fenn-i hattır.

İbrahim Ethem Gören: Zaman içerisinde nasıl kaybolmuştur ilm-i hat.

Muhsin Demirel: Maalesef zaman içerisinde ilm-i hat kaybolmuştur. Hüsn-i hattın matematiği kaybolmuştur. İlk bunu İbn Mukle, ondan sonra gelen İbn ül-Bevvâb, ondan sonra gelen Yâkû t el-Müsta sımî ortaya koymuştur. Bu zatlar hattın kanunlarını ihdâs eden üstadlar. Bu kanunları, usulleri neye göre belirlemiştir? Yazının tekâmülü diye bir hakikat var. Kufi yazıdan aklâm-ı sitte, hatta aklâm-ı sitteye ilave olarak ta liki, divaniyi, celi divaniyi de ilave ederseniz, aşağı yukarı on kadar yazı nev i ortaya çıkmış olur.. Bunlar yazıların esası, anası... Buradan onlarca, hatta yüzlerce yazı türemiş. Mesela kufinin onlarca farklı şî vesi var.

İbrahim Ethem Gören: Mesela...

Muhsin Demirel: Mesela Hicazî kufi, Basra kufisi, Mekkî kufi, Medenî kufi, Mısır kufisi gibi... Bu kadar yazı içerisinden İbn Mukle yazıyı altı çeşit yazıya indirmiş. İbn Mukle bunu hangi matematik ile yaptı? Elif in boyuna göre bir yöntem belirledi diyorlar. Bütün harfler elif in boyundan neş et ediyor. Mesela sülüs yazıda 'be harfi, elif boyunun yatık şeklidir, altı nokta... Aynı şekilde nesih yazıda dört noktadır be nin teknesi ile elifin nisbeti. Bu kıstaslar kaybolmuş bugün. Eğer biz mezkû r kuralları, bu ilmi bilmiş olsaydık yeni yazı çeşitleri üretmemiz mümkün olabilirdi. Bu ilmi bilmediğimiz için şu anda bunu üretemeyiz. Böyle bir şey yok. Ü retecek olursanız ne olur! Ü rettiğiniz şey soysuz bir şey olur: Grafik olur yani. Yazı olmaz. Grafik demek düzgün şekli, aslı deforme etmek demek. Sistem ona göre çalışıyor. Bu itibarla bugün yazı -evet iyi yazan hattat arkadaşlar çıktı. Dünya çapındaki yarışmalarda muhtelif derece alanlar, birinci olanlar, ikinci olanlar oldu. Hiçbir itirazım yok. Türkiye de bu iş aldı başını yürüdü. Niye? Çünkü bilindiği üzere marifet iltifata tabidir. Ve dahi müşterimiz meta zayidir. Birileri bugün para veriyor, hattat parayı kazanmak için piyasaya çıkıyor. Dolayısıyla piyasada kıyasıya bir rekabet var. Yalnız işin bir yanıyla klasik, yani form olarak yazı tekniği olarak, harf tekniği olarak klasik fakat mânâ olarak tamamen klasikten uzaklaşılmış vaziyette.

İbrahim Ethem Gören: Neden?

Muhsin Demirel: Çünkü hat sanatı, cilt sanatı, ebru sanatı, tezhip sanatı gibi bizim klasik sanatlarımız aslında kitap sanatıdır.

Öz sanatlarımız haddizatında kitap sanatlarıdır.

Bugün kitabı bırakınız yazmayı okuyan yok memlekette. Yani bir çok iyi hattat var ki ömründe Kur an-ı Kerim i 8-10 defa hatmetmemiş pek çok hattat var. Dolayısıyla hat kitap sanatı olmanın ötesinde bir anlam taşıyor bugün. Yazı görünecek bir malzeme (nesne) mi okunacak bir malzeme (nesne) mi?

Bugünün hüsn-i hattı seyir amaçlı...

Bugün yazı sadece görsel anlamda -görsel kelimesini de kullanmayalım- seyir amaçlı maalesef. Bugünkü insanlar anlamıyor diye zaman zaman görsel kelimesini kullanmaya mecbur kalıyorum. Bugün yazı seyir amaçlı hale geldi. Herkes okuyamıyor, yazan okuyor, bazı hattatlar veya üzerinde çalışmış olan uzmanlar okuyabiliyor. Geriye kalan büyük bir kesim okuyamıyor, yazıya aval aval bakıyor! Alanlar ne yapıyor. Sahip olmakla iftihar ediyor! Sosyal statü kazanıyor! Ama okumayı bilmiyor, mânâsını ise hiçbilmiyor. Adam alıp geliyor, evinin salonuna asıyor, binlerce lira veriyor. Millete de gösteriyor 'Falanca efendinin falanca yazısına şu kadar para verdim' diyor. 30 bin lira verdim, 40 bin lira verdim, 50 bin lira verdim, 100 bin lira verdim diyor. Ama ne yazan biliyor ne yazdığını, ne okuyan biliyor ne okuduğunu!

Yazı asıldır.

Çünkü yazı asıldır. Mesela müzehhipler hattatlara gıbta ederler. Müthiş derecede gıbta ederler. Çünkü hat genel itibarı ile erkek sanatıdır. Kadın yapamaz mı? Yapar tabii ki. Ama dediğim gibi hüsn-i hat erkek sanatıdır. Tezhip ise kadın sanatıdır. Erkek yapamaz mı, o da yapar. Teknik olarak hadiseye baktığınızda işin tabiatı böyledir. Hat erkek bir sanattır, kadınların da yapabildiği. Kamyon kullanmak, tır kullanmak erkek meslekleridir, ama kadınlar da yapabilir. Kadın yapamaz mı yapar! Ama neseb olarak bu böyle bir şeydir. Ebru da mesela bana göre çocuk sanatıdır. Hat erkek sanatı, tezhip kadın sanatı, ebru çocuk sanatı. Şimdi değerler hiyerarşisi olduğu için ebru en öne geçti. Tezhip de ondan sonra geliyor.

Yazılı tezhip mi, tezhipli yazı mı?

Şimdi bir sual: Yazılı tezhip mi, tezhipli yazı mı? İş oraya geldi. Müzehhip bir yazıyı ele aldığı zaman buna döktürüyor. Döktürüyor da kardeşim esas tezhip sanatı dediğiniz şey yazıyı ön plana çıkarmak için yapılır. Tezhip yazıyı ön plana çıkarmak için yapılır ama sen kendini ön plana çıkarıyorsun, yazıyı arka plana itiyorsun! Kimi tezhipçiler ne yapıyor yazıyı arka plana itiyor. Yani bazı kadınlar var, dominant. Kocasını, bilmem nesini itirir, kendini öne çıkartır! Böyle bir şey tezhip. Tezhip artık böyle kullanılıyor. Dolayısıyla günümüzde iş tezhipli yazıdan çıkıyor yazılı tezhibe dönüşüyor. Yazı dekoratif oluyor, dolayısıyla yazı tezhibi süsleyen bir unsur haline geliyor. Bugün bir çok şey hallaçpamuğu gibi olmuş. Sen na kadar güzel tezhip yaparsan yap yaptığın tezhip yazıyı ön plana çıkarmalı! Kendini ön plana çıkartırsan olur mu? O zaman yaptığın işin mânâsı da kalmaz.

`height=

İtibar yazıyadır. Yazıya da değil mânâyadır. Mânâya da değil, mânânın arkasındaki kudsiyetedir.

Şimdi ben bir yazıyı niye yazıyorum! Mesela burada (evindeki eserleri işaret ediyor) Nazar âyet-i kerimesi var, Fatiha Sû resi var, burada da bir hadis-i şerif var. Ben niye yazıyorum bunları kardeşim! Ben neden falanca siyasetçinin, filanca yazarın, filanca edebiyatçının falanca vecizesini yazmıyorum da neden ayetleri, hadisleri, sû releri yazıyorum! Mânâsı için yazıyorum. Niye mânâ? Aynı anlamda söylenmiş başka sözler yok mu? Vardır? Ama bu mânâ, bunu kim söylemiş? Hazret-i Peygamber (sav) söylemiş. O zaman Efendimize (sav) bir salavât getirmek lazım. Hazret-i Peygamber kim! Zât-ı Kudsiyet ten geliyor, vazifeyi oradan almış. Demek bu bu yazı bizi Allah a kadar götürüyor. Bunun için itibar yazıya da değildir yazının mânâsınadır. İtibar mânâya da değildir yazının arkasındaki kudyisetedir. Bu itibarla bu gibi şeylere bakarken yazı, veya bu işlerle uğraşırken biraz kendimize çeki düzen vermemiz lazım gelir. Edepli bir şekilde oturmak, kalkmak gerekir bu sanatlarla uğraşırken. Bu bir. İkincisi ve bundan daha da önemli bir mesele var. Yazı, Şeâr-ı İslâmiye nin ihyâsıdır.

Yazı, Şeâir-i İslâmiye nin ihyâsıdır.

Bugün maalesef hiçbir hattat arkadaş böyle bir mânâyı düşünmüyor. Yani şu evet caizdir, hiçbir itirazım yok, helâldir, hiçbir itirazım yok, ben bu levhayı yazarım, satarım. Kaçparaya? On bin liraya, yirmi bin liraya. Senede on tane levha yaparım, yüz bin lira para kazanırım. Tamam mı? Tamam! Yapar mısın bunu! Yaparım. Güzel de yaparım. Hiçbir itirazım yok, kazansın da, helâldir. Ama yazı dediğin şey bugün şeair-i İslâmiyedir. Bugün bu mânâyı kimse bilmiyor.

İbrahim Ethem Gören: Niye bilmiyor?

Şimdi, âhir zamanda gelecek büyük fitnenin, en büyük azametli tahribatı şeair-i İslâmiyeyi ortadan kaldırmaktır. Tahriptir.

Şeair-i İslâmiye nedir?

Bir memlekette, bir beldede, bir Müslümanın, bir mü minin yaşadığının, bulunduğunun, hüküm fermâ olduğunun veya hayatını idâme ettirdiğinin alâmetine ne nedir? Şeair denir. Mesela ben cebimden tarağımı çıkarmak için elimi attığım zaman cebimden tarağımla beraber takke ve tespih de çıktı. Sen de gördün bunu. Bu ne demektir! Demek ki bu adam Müslüman biridir demektir. Bu İslâm ın ihyâsıdır ha! Önemli bir şeydir, şunu (takke ve tesbihi) taşımak. Tesbih taşımak önemli bir şeydir. Yani bu adamın Allah ile bir münasebetinin olduğuna delildir tesbih. Niye yani! Münasebetsiz adam niye tesbih taşımıyor! Taşımaz, düşman hatta! Düşman olmayan adam o tesbihi taşır. Ha aksesuar olarak taşıyor, ha ibadet maksadıyla taşıyor, taşıyor ama. 33 lük, 99 luk, kehribar, akik, kuka.... Tesbih taşıyanın Allah ile irtibatı az veya çok mutlaka var. Bunun için minareler, mesela ezan, mesela cami, mesela başörtüsü... Bütün bunlar şeairdir.

Ezan-ı Muhammedî nin aslına çevrilmesi ictimâî bir farzdır.

Bu itibarla Ezan-ı Muhammedî nin aslına çevrilmesi ictimâî bir farzdır. Şahsî farzlardan daha önemlidir. Esasında ezan okunmazsa ne olur! Hiçbir şey olmaz. Sünnettir ezan okumak. Ama Ezan-ı Muhammedî bir nevi sosyal farz haline gelmiştir. Okunmadan olmaz. Ü mmet onu duyduğu zaman kendine bir çeki düzen veriyor. Allah ile hesabı olmayan adam Ezan-ı Muhammedî yi duyduğu zaman rahatsız oluyor. Rahatsız ol kardeşim! Ben senin tangırtını, turgurtunu, azgınlığını gördüğüm zaman rahatsız oluyorum, sen de bundan rahatsız ol. Burası Müslüman vatanı. Mü minler yaşıyor burada. Anlatabiliyor muyum!

Şimdi bizim eskimez yazı, hatt-ı Kur an, yani İslâm yazısı, bu da şeair-i İslâmiyedir. Ne olmuş! Bir dönem gelmiş bütün bu şeairleri yakmış, yasaklamış!

İslâm yazısı şear-i İslâmiyedir.

Şimdi İslâm yazısı, şeair-i İslâmiyedir. Adamlar gelmiş bir dönem bütün bu şeair-i yakmış, yıkmış. O zaman nereden başlamak lazım? Yiğit düştüğü yerden kalkar.

Ahir zamanda gelecek büyük fitnenin ikinci tahrip alanı bid aları çıkarmak ve üretmektir.

Bu ahir zamanda gelecek büyük fitnenin ikinci tahrip alanı bid aları çıkarmak ve üretmektir, üretenlere destek olmaktır.

İbrahim Ethem Gören: Ü stadım: Siz, şeair-i İslâmiye olan Hatt-ı Kur an a, hat sanatına nasıl başladınız?

Benim babam Bediüzzaman Hazretleri nin talebelerindendi.

Mehmed Akif Köseoğlu: Babanızın ismi neydi efendim?

Muhsin Demirel: Ali Demirel, 'Teyyareci Ali.' İslâm ın şartı beştir. Nur talebesi olmanın şartı ise bunlara ilave olarak yazı yazmaktır. Yani Nur talebeleri hatt-ı Kur an ile risale yazmak mecburiyetindeydi. Bir satır, bir sayfa, bir paragraf, bir cümle... Neyse, herkes tâkâtine göre her gün, nasıl beş vakit namaz kılıyor, aynı şekilde her gün risale yazmak mecburiyetindeydi. Bu durum 1960 yılının ortalarına kadar bu böylece geldi. Bu itibarla babam da biz henüz doğmadan Bedî üzzaman Hazretleri yle tanışmış, teşrik-i mesai etmiş.

Mehmed Akif Köseoğlu: O nerede olmuş hocam.

Muhsin Demirel: Babam, Bedî üzzaman Hazretleri nin 1950 yılında Erzincan da tanımış. Fakat 1952 yılında görüşmüş. Bizim memleket de Burdur, Isparta ya yakın. Ü stad Isparta da vesaire... Babam 15-20 defa şahsen görüşmüş. Biz bu camianın içinde doğduk, büyüdük. İstesek, istemesek böyle bir hayat yaşadık. Bizim tercihimiz değildi.

Mehmed Akif Köseoğlu: Peki hocam, Bedî üzzaman Hazretleri ni her gören onun talebesi oluyor mu yoksa özel bir ders mi gerekiyor?

Muhsin Demirel: Hayır efendim, öyle bir şey değil! Yani turistik amaçlı gören var, ders almak amacıyla gören var.

Mehmed Akif Köseoğlu: Babanız ders almış değil mi?

Muhsin Demirel: Hayır, ders almamış, Risale-i Nur ile irtibatlı. Zaten Risâle-i Nur cemaati bir örgüt değil. Bu Bedî üzzaman ı ve Risale-i Nur u kendi içinde intisap edeceğiniz bir değer sayıyorsan, ya da bu yolda vakf-ı hayat edeceğin bir şey sayıyorsan Nur Talebesi sin. O kadar. Kimse senin ismini listeye yazıp da... Örgüt gibi değil ki! Bu kendi kendine bir tercih.

İbrahim Ethem Gören: Babanız mı yazıyordu Risale-i Nur ları? Siz ne zaman yazmaya başladınız?

Muhsin Demirel: Evet, babam yazanlar arasındaydı. Babam eskiden Risale yazardı. Ben de küçüktüm. İlkokula gittim, gitmedim, o sıralar, ben de Risale yazıyordum, demir uçla kalemlerle, mürekkebe batırarak falan. Tabii anlıyorduk, anlamıyorduk ama yazıyorduk işte. O zaman benim için bir eğlence idi.

1950 lı yıllarda matbaalarda İslâmi hurufat bulunamıyordu.

Sonra o zamanlar Risale-i Nur un matbaalarda basılması esnasında -Ü stad ın sağlığındaki ilk baskıda- 1956-1957 yılından sonraki matbaalarda İslâmî hurufat bulunmamış. Bu önemli bir şey. İslami hurufat bulunamamış. Hepsini imha etmişler Harf Devrimi nden sonra. Fakat o zaman araştırmışlar, yanlış hatırlamıyorsam Pascal isimli Ermeni bir matbaacının deposunda -es kaza- bir takım İslâm hurufatı kalmış. O hurufat ile basılmış, o zaman basılan Sözler de. Fakat o zaman tabii ki hareke yok. Hareke olmayınca bir çok ayet-i kerimenin, hadis-i şerifin okunması müşkilatlı hâle gelmiş.

1960 tan sonra kitapları basarken bir hattat bulma ihtiyacı ârız olmuş. Nasıl olacak bu iş! Efendime söyleyeyim, araştırırken falan artık Ahmet Aytimur, Fırıncı Mehmet Fırıncı onlar, araştırırken Halim Efendi yi bulmuşlar, Hattat Mustafa Halim Özyazıcı.

Hattat Muhsin Demirel

1954 Eskişehir doğumluyum. Aslında ailece Burdurluyuz. Babam Ali Demirel, biz doğmadan evvel 1950-51 yıllarında Ü stad Hazretlerini tanımış, kendisini müteaddit defa ziyaret etmiş, Hava Kuvvetleri nde tayyareci bir pilottu... Çocukluğumuz, gençliğimiz İstanbul`da geçti. Babam küçük yaşlardan itibaren bizi hizmetlerin bulunduğu, teksirin yapıldığı yerlere götürürdü. O zaman, şimdiki gibi dersler yoktu. Babama sorarlardı 'Niye getiriyorsun bu yaşta bu çocukları?' diye. Babam 'İleride hatırlarlar' derdi. Dün yediğim yemeği unuturum ama, bugün hâlâ bunları unutmam. Ben İstanbul Hukuk Fakültesi ni bitirdim. İktisat ve İşletme Fakültelerinde master yaptım. Talebeliğim esnasında Hamid Hoca`nın yazmış olduğu, Tevafuklu Kur`ân`ın neşrinde çalıştık. Hamid Hoca`dan hat dersi aldık. Şu anda fiilen hattatlık yapıyorum. Hayat hikâyem bundan ibaret.

Yarın: Hattat Hamid Bey: Cağaloğlu nda 350 hattat vardı.