Hattat Hamid Bey: Cağaloğlu nda 350 hattat vardı

Hattat Muhsin Demirel ile ilm-i hat, fenn-i hat, Ü stad Hamid Aytaç, Risâle-i Nur neşriyat çalışmaları ve Kur an-ı Kerî m kitâbeti hizmetleri üzerine Ankara daki evinde kültür tarihçisi Mehmed Akif Köseoğlu ile birlikte gerçekleştirdiğimiz hasbıhalin ikinci bölümüdür.

İbrahim Ethem Gören: Osmanlı nın son dönemlerinde Saray ın, Fatih Nakışhanesi nin kitabiyat hizmetleriyle meşgul olan, yazı yazan, mürekkep yapan, kağıt yapan, yaklaşık 400 civarında dükkândan bahsedilir.

Muhsin Demirel: Doğrudur, bu sanatlarla iştigal eden o kadar kişi mutlaka vardır o denemlerde. Hamid Hoca anlatırdı Cağaloğlu nda 350 kadar hattat varmış, fiilî olarak hat sanatıyla meşgul olan.

Yine o dönemlerde basın endüstrisi Cağaloğlu nda, Bâbıâli de... Bâbıâli de de 350 kadar hattat var. Şimdiki gibi Macintoshlar, bilgisayarlar, InDesing programları, illustrator programları falan yok tabii ki. Bütün bu manşetleri, vinyetleri, bilmem neleri, gazeteleri, kitapları, sanayiinin ihtiyaçlarını hattatlar karşılıyordu o dönemlerde.

`height=
Muhsin Demirel ve Mehmed Akif Köseoğlu

Mehmed Akif Köseoğlu: Halim Efendi o dönemde Zeytinburnu ndaki çiftliğindeyken mi?

Muhsin Demirel: Çiftlik değil de bağ. Halim Efendi bağı Harf Devrimi nden sonra almış.

Bir gece Harf Devrimi yapıyorsun, 350 tane adam ıskartaya çıkıyor! Ne yapacak bu adamlar, ne yiyip ne içecek? Çolukları çocukları var... Halim Efendi de bundan sonra Topkapı dışında, Tepebağı mevkiinde 15-20 dönüm bağ arazisi almış. Armut yetiştiriyor, üzüm yetiştiriyor, sebze yetiştiriyor. Ne yapsın adam! Bağbân Halim.

İbrahim Ethem Gören: Bir arkadaşımda, koleksiyoner İrfan Başak ta 'Sâbıkan Hattat Bağban Halim' ketebeli bir yazı var... Yine tam o dönemleri işaret eden bir yazı almıştım, Hamid Efendi nin bir yazısı. Harf inkılabı olmuş, hattatların dükkânlarına kilit vurulmuş. Hamid Bey de ne yapacak? Zaten matbaa ve Klişeci dükkanı var ve kendine antetli kağıt bastırmış. Antetli kâğıdın üzerine 'Allah ın dediği olur' yazmış. Antette ise 'Hattat Hamid Hâkke Müteallik Çelik Metal Klişe Madeni Etiketler ve Her Nevi Kabartma Etiketler.' ibaresi yer alıyor.

Muhsin Demirel: Eyvallah... Az önce de dediğim gibi Risaleleri bastıran Ahmed Aytimur, Mehmed Fırıncı Halim Efendi yi buluyorlar. Halim Efendi ye o günkü basılan Sözler ve Mektubat ın yazılarını yazdırıyorlar.

O zaman sık sık bizim eve gelirlerdi, haftada bir kaçgün. O yıllarda İstanbul da Risale hizmetleriyle meşgul olan yukarıdan sayın 10 tane, aşağıdan sayın 11 tane adam vardı. Süleymaniye de, Kirazlımescit 46 numarada bir dersane var, bir de bizim ev var... Başka bir yer yok. İkide bir bizim ever gelirler. Validem mevsimine göre çorba, kuru fasülye, taze fasülye, bulgur pilavı hazırlardı.

Muhsin Demirel: Halim Efendi nin orijinal yazılarını görünce bir nevi aklım uçardı.

Babamın dostları evimizde çalışır, yer ve içerdi. Başka gidilecek yer de yok. Dolayısıyla çoğu zaman geldiklerinde Halim Efendi den aldıkları orijinal yazıları getirirlerdi bizim eve. Ben bu yazıları görünce aklım uçardı bir nevi. Birçok defa olmuş bir şeydir bu.

Babamın yazısı pek güzeldi.

Babamın yazısı pek güzeldi. Bir hattat terbiyesi görmemişti ama yazısı güzeldi, istidadı vardı yazıya. Şimdi bakıyorum da babam çalışsa herhalde iyi bir hattat olurmuş. O zaman babam, Fırıncı Ağabey e 'Beni de Hattat Halim Bey e götür, ders alayım' derdi. Ben de o dönemde 8-10 yaşlarındayım, 'Baba sen gidersen ben de geleceğim' dediğimi hatırlıyorum. Aynı evde olmamıza rağmen rahmetli ağabeyimde mesela böyle bir heyecan olmadı. Ben aşk derecesinde hat sanatına meftunum o dönemde. Sonra bugün yarın derken babam Halim Efendi ye gidemedi. Sonrasında Halim Efendi 1964 yılının bir Eylül günü maalesef bir trafik kazası neticesinde vefât etti.

Halim Efendi vefât edince babamın arzusu da tabii ki suya düşmüş oldu. O zaman çocukluk dönemimde 'Bir hattat daha varmış, eli titrermiş.' diye duyardık. Meğersem diğer hattat Hamid Bey imiş. O zaman Halim Efendi ye Bedî üzzaman Hazretleri nin tevâfuklu Kur an nâmını verdiği Kur an-ı Kerim i yazdırmak istemişler. Bana Ahmet Aytimur un anlattığı, Halim Efendi demiş ki '500 bin liraya bu bağı alın, 25 bin lira da para getirin, ondan sonra size bu Kur an`ı yazayım.' 500 bin lira o zaman Vehbi Koçta yok! Öyle büyük bir para! O dönemde 25 bin lira da az bir para değil yani! Sıfır bir otomobilin 5-10 bin lira olduğu dönemlerden bahsediyoruz. Cemaatte para yok o zaman.

Halim Efendi olmazsa Hâmid Bey olsun!

Bugün, yarın derken Halim Efendi vefât ediyor. Halim Efendi vefât edince 'Halim olmazsa Hamid olsun' diyorlar. Hamid Hoca ya gidiyorlar, Kur an-ı Kerim i ona yazdırıyorlar.

İbrahim Ethem Gören: O safhaya yetiştiniz mi?

Muhsin Demirel: Ben o safhayı bilmiyorum. O zaman duymadım. Fakat ne zaman ki ben liseyi bitirdim, 1971 yılında, o zaman Hamid Hoca altı buçuk senede o Kur an-ı Kerim i yazmıştı. Şimdi Hizmet Vakfı nın bastığı mushaf. Gerçi Hamid Hoca nın orijinal yazısından çıkardılar, bilgisayarda biçtiler, kestiler! Tevafukların canına okudular! Kıymetini bilmediler. Hamid Bey e o zaman Fırıncı Ağabey vesaire dediler ki 'Siz hazırlayabilir misiniz bunu, siz hazırlayacaksınız. İsmail Yazıcı, ben, Habib Akbulut, daha birkaçkişi, genciz o yıllarda, Hamid Bey e yazıya yeni yeni gidiyoruz, Rabbi yessir i yazıyoruz.

İbrahim Ethem Gören: Habib Akbulut mu demiştiniz?

Muhsin Demirel: Evet, bir dönem valilik ve milletvekilliği yapan Ziyaeddin Akbulut Bey in kardeşidir, Habib Akbulut. Şimdi Bezmiâlem Vakıf Ü niversite Hastanesi nde ürologdur.

Biz o zaman dört arkadaş Hamid Hoca nın yazdığı o Kur an-ı Kerim i dört buçuk sene zarfında baskıya hazırladık. Ama projenin en başından itibaren, ilk gününden son gününe kadar projede çalışan yalnız ben varım. Diğer arkadaşlar, mesela İsmail Ağabey bir dönem askere gitti, Habib okumak için Erzurum a gitti. Hamdi vardı, matbaa işlerimizle uğraşan o ilk başladığımızda uzun bir müddet askerdeydi, askerden geldi. Biz o dönemde 18-20 yaşlarındaydık. O zaman baskıya biz hazırladık. Dolayısıyla dört buçuk sene, geceli gündüzlü yirmi dört saat, bunun bütün filmleri -şimdi bilgisayarda bir yılda yapılabilecek işleri- biz elle, gözle tek tek yaptık. Fakir yaptı biiznillah. Bütün filmlerini fakir hazırladı. Akla ziyan işlerdi. Dolayısıyla biz bir taraftan yazı ile uğraşırken diğer taraftan da Kur an-ı Kerim i yayına hazırladık.

Şân olsun diye yazıyla meşgul olmadım.

Benim Kur an-ı Kerim ile uğraşmam ve yazıyla meşgul olmam içiçedir. Ben öyle şân olsun diye yazıyla uğraşmadım. Ben Kur an-ı Kerim olduğu için yazıyla meşgul oldum. Ve hayatım boyunca da hep böyle devam ettim. Bugün de böyle. Kur an bağlamında yazıyla ilgiliyim. Bunun dışında bir yazıyı tanımıyorum. Bu mânâda konuşabilirsek ben hattat mıyım, diğer hattat arkadaşlara baktığınız zaman değilim! Niye? Onlar hattattır, ben hattat değilim! Ben istihdam olunuyorum. Yani ben yazmam, yazdırılırım. Ben hadiseye Kur an-ı Kerim bağlamında bakıyorum. Ve bütün bu bahsettiğim şeair-i İslâmiyeyi ihyâ noktası çok önemli bir şeydir. Ben bozulmuş olan, tahrib edilmiş olan bir şeair-i ihyâ etmenin şuuru içerisinde çalışıyorum, bu çok önemli. Bunun kadar çok önemli olan bir mesele daha var. Bugün yazının mânâsını hattatlar da artık kaybetmiş vaziyette.

Hattatlık levha yazmak haline gelmiş vaziyette.

Hattatlık levha yazmak haline gelmiş vaziyette. Fakat işin aslı kitap sanatıdır. Kitap olarak yazabiliyor musun? Hiçbir hattatın bu işe soyunduğu falan yok! Ben bu bakımdan çalışmalarımı, iki, üç, hatta dört ana kategoride ele alıyorum. Levha yazamaz mıyım? İşte burada (evimde) gördünüz, yazdım. Yazarız da, bir şey değil ki! Yazarız. Ha benden iyi yazar, doğru! Ben en iyi yazamam, doğru! Hiçbir itirazım yok.

İbrahim Ethem Gören: Estağfirullah.

Muhsin Demirel: Ha, ama benim meselem şudur. Ben Maraton koşucusuyum. Levha yazmak 100 metre, cami kuşak yazısı yazmak 10 bin metre koşmaktır. Ama Kur an-ı Kerim yazmak bir nevi Maraton koşmaktır. Hatta birkaçKur an yazmak birkaçMaraton u nefes almadan koşmaktır!

Ben hiçbir zaman bir tane iş yapayım, duvara asayım, manzara olsun, böyle düşünmedim. Ben hep projelerle meşgul oldum. Hukuk okudum, iktisat okudum, işletme okudum, 40 sene de Devlet Planlama Teşkilatı nda devleti planlayan bir kadronun içerisinde yer aldım. Bu itibarla benim kafam proje kafasıdır.

Hiçbir şeye ferdî bir mesele olarak bakmam.

Ben hiçbir şeye ferdî bir şey olarak bakmam. Bir paket program, bir proje olarak bakarım. Eğer bir projeyi birkaçkişi götürüyorsa onlarla birlikte uyumlu bir şekilde çalışırım. Ama götürmüyorsa kendi projemi tek başıma tıkır tıkır, çok büyük bir sabırla, günde yirmi saate varan emekle çalışır ve tamamlarım. Şu ana kadar beş adet Mushaf yazdım.

`height=

Birinci projem Mushaf projesidir.

Birinci projem Mushaf projesidir. İlk yazdığım Mushaf, tevâfuklu Mushaftır. Bunu gündeme getirmiyorum. Yani o noktada yazıyı aştım, biiznillah. Dolayısıyla onu gündeme getirmiyorum. Sonra Diyanet e bir Mushaf yazdım. Tarihte ilk defa sipariş üzerine... Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne Mushaf kazandırdık. (Eline alarak gösteriyor) İşte bu gördüğünüz Mushaf-ı Şerif. Fakat tabii bunu yazdığımız zaman birçok hattat arkadaşın ve bir kısım insanın düşmanlığı ile karşılaştım.

İbrahim Ethem Gören: Ü çüncü Mushaf...

Muhsin Demirel: Ü çüncü Mushaf ı Tataristan Devleti ne yazdım. Bu da Tataristan Devleti tarafından basılacak. Çalışması bitti. Yüksel Yücel hazırladı yayına.

Diğer birini THY ye yazdım. Daha doğrusu ben Türk Hava Yolları na yazmadım. Ben Mushafları -Diyanet için olanı hariç- hiçkimse için yazmadım. Ben Mushaf ı Mushaf olarak yazdım. Bu önemli bir meseledir İbrahim Ethem kardeşim, bunu kaydediniz lütfen.

İbrahim Ethem Gören: Hiçmerak etmeyiniz efendim.

Muhsin Demirel: Ben Mushafları, şân olsun diye, sipariş olsun diye yazmadım. Allah kelâmıdır diye yazdım. Kime nasip! Tataristan, güzel. Diyanet güzel. THY güzel. Diğer birini de yazdım, Sn. Cumhurbaşkanımıza hediye ettim.

İbrahim Ethem Gören: Dördüncüsü müdür?

Muhsin Demirel: Evet dördüncüsü. Efendim burada işte o Mushaf. Gördünüz mu o Mushaf ı?

İbrahim Ethem Gören: Hayır, görmedik efendim.

Muhsin Demirel: Daha yeni. (Bu esnada Sn. Cumhurbaşkanımıza hediye ettiği Mushaf ın sahifelerini elimize alıyoruz.) Maket. Yüksel den (Yücel) aldım, dijital çıkışlarını. Randevu bekliyordum Külliye den. Bu dijital çıktı. Formasını basmışlar, ters ciltlemişler birkaçformayı. Düzeltecekler. Bu baskı işte. Bir forma basmışlar. Tevâfuklu Mushaf. (Eliyle gösteriyor) Bakınız, Allah lafızları böylece tevâfuklu. Birinci forma basılmış, bütün hepsi.

`height=

İbrahim Ethem Gören: Serlevha tezhipleri eşiniz Nuran Hanım a mı ait?

Muhsin Demirel: Evet. Bütün hepsi Nuran Hanım a ait. Bizim hanım. Burada 26 adet sû re başı, 40 ın üzerinde durak var. Sû re başlarının hepsi farklı renklerde boyanacak. Hepsi özgün... Tığlar, duraklar hepsi özgün. Özgün olmayan bir nokta yok burada.

Bu tevafuklu Mushaf-ı Şerif Sn. Cumhurbaşkanımızın. Hediye ettim. Fakat hattatlar beni Cumhurbaşkanımıza şikayet etmişler. Bu adam şudur, budur diye. Bana Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı söyledi. Seni şikayet ettiler diye. Kendisi de şikayet etti beni.

İbrahim Ethem Gören: Ne derdi var efendim!

Muhsin Demirel: Var işte. Ne bileyim ben derdini! Bu işin patronajı kendileri. Patronajın kendileri olduğunu düşünüyorlar. Bana diyorlar ki 'Ankara da Kur an yazılmaz!' Niye yazılmaz. Cumhurbaşkanımıza söyledim aynen. 'Kur an ı Kerim Mekke de Medine de nazil oldu, Mısır da okundu, İstanbul da yazıldı.' Ankara, İstanbul olmadığından binâen alâ zâlik Ankara da yazılmaz! Bilmiyorlar ki ben onlardan daha fazla İstanbul dayım, İstanbulluyum. Ben de onlara diyorum ki: İstanbul un Sultanı Eyüp Sultan dır. Ona bakarak yazarsın. Gelin Ankara ya, Ankara nın taşlarına bakarak iki satır yazın, ben de sizi göreyim! Medeniyetin şehrâında yazmak kolay. Gidin, Büyük Sahra da yazın bakalım kardeşim.

Mehmed Akif Köseoğlu: Erkeksen Ankara da şair ol!

Muhsin Demirel: Bağlık, bostanlık yerde geçinmek kolay!. Gel Büyük Sahra da, çölün ortasında geçin!

40 yıldır Ankara dayım.

40 senedir Ankara dayım, 4-5 bin kadar şiir bilirdim. Burada okusan dinleyen yok, dinlese alayan yok, cahil, Ü mmî bir toplumun içinde... 4-5 bin şiirden, 4-5 tane şiir kaldı aklımda! Hangi şiiri ezbere biliyordum onu da unuttum! Ne yapacaksın! Marifet ilfata tabi! Talep olmazsa ne yapacaksınız! Ben bütün bunlara rağmen mücadeleye devam ediyorum. İktisatta bir tabir var: Ceteris paribus! Ben bütün bunlara rağmen, harici bütün etkenleri uzaklaştırıp, perdeleri kapatıp, televizyonları kapatıp bu hizmetlerle meşgul oluyorum yıllardır.

Dâvam ilm-i hattı ihyâ etmek.

Ama benim dâvam, ilm-i hattı ihya etmek. Ama mevcut hattat arkadaşlar gibi ihyâ etmek istemiyorum. O bir yerde ihyâdır, doğrudur bir yerde de ihyâ değildir. Ben işin ruhu ile ilgiliyim: Kitap. Birinci çalışmam bu, bu anlattıklarım.

İkinci çalışmam: Dualar.

Dualar üzerine çalışıyorum. (Bu esnada Ü stad Muhsin Demirel kütüphanesinden hattını yazmaya muvaffak kılındığı Evrâd-ı Nû riye isimli kitabını alıp İbrahim Ethem Gören e hediye ediyor.) Zâtıalinize takdim ettiğim dua kitabı bir cilt. Ben, Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz den bugüne kadar gelen İslâm tarihinin bütün dualarını başta Peygamber Efendimiz den (sav) işitilen duaları ve Kur an-ı Kerim de geçen dua ayet-i kerimelerini, Efendimizin (sav) kütüb-i mû teberedeki bütün dualarını, Sahâbe-i Kirâm dan, Tâbiî n den, Tebe-i Tâbiî n den, Eimme-i Erbaa dan, Aktâb-ı Turû k-u  liye den, Ehl-i Beyt imamlarından gelen tüm duaları İslam tarihinde tevârüs ettiğimiz hemen hemen bütün duaları topladım.

İbrahim Ethem Gören: Ne kadarlık bir dua tetebbuatından söz ediyorsunuz?

Muhsin Demirel: Takriben 10 bin sayfalık bir döküman. Bunları yazıyorum. 1.500 sayfasını yazdım. (Elinde hali hazırda yazmaya devam ettiği sayfaları gösteriyor) İşte 500 sayfalık kısmı budur. 1.000 sayfalık kısım daha yazdım. Kur an-ı Kerim çalışmalarımdan dolayı bunları henüz baskıya hazırlayamadım. Ama yazıldı. Bu 10 bin sayfa takriben 500 er yüz sayfalık 20 ciltlik bir külliyat olacak inşallah. Meallerini de düşünürseniz...

Evrad-ı Nû riye nin mealli olanının mevcudu olmadığı için onu size veremiyorum İbrahim Ethem Bey. Bir sayfa meal bir sayfa metin. Toplam 10 bin sayfa. Mealleriyle beraber 20 bin sayfa. 20 cilt. Ben böylesi hizmetlerle uğraşıyorum. Davamız dışında başka meselelere uğraşacak zaman yok. İkinci uğraştığım alan bu.

Ü çüncü uğraştığım iş: Meşkler. Meşklerle uğraşıyorum.

Meşklerle uğraşıyorum ama şimdi 'meşk' dediğiniz zaman: Şevki Efendi nin meşki, Kazasker Mustafa İzzet in meşki, Hulusi Efendi nin meşki... Bunlar 15 er sayfalık kitapçıklar. Benim hazırlamakta olduğum bir sülüs meşk 200 sayfa olacak, belki daha da fazla olacak inşallah.

İbrahim Ethem Gören: Neler anlatacaksınız meşk kitaplarınızda?

Muhsin Demirel: Mesela kaybolmuş yazı çeşitleri var. Onlara değineceğiz. Meselâ tevkii yazı kaybolmuş, bana gösteren yok. Söylüyor, işte tevkii diye... Eskiden fermanlar tevkii yazıyla yazılırmış. Hani var ya Divan-ı Hümayû n a giren Nişancı. İşte onun yazdığı tevkii... Ü ç-beş cümlenin dışında tevkii yazıyla ilgili başkaca malumat yok maalesef. Bana tevkii yazıyı gösteren yok. Uğur Derman Hoca`ya sordum, Hasan Çelebi Hoca ya sordum Şeyh Hamdullah Efendimizin ve belki birkaçhattatın yazdığı birkaçsatırdan başka örnek yok veya ben ulaşamadım.

Ben şimdi mesela bütün yazıları Hutû t-u mütenevvia nın bütün meşklerini yeniden çalışıyorum.

Mehmed Akif Köseoğlu: Siz mi yazıyorsunuz?

Muhsin Demirel: Çalışıyorum!

Mehmed Akif Köseoğlu: Derliyor musunuz?

Muhsin Demirel: Bir kıvama gelirse yazacağım inşallah.

İbrahim Ethem Gören: Elhamdülillah.

Mehmed Akif Köseoğlu: Ama size çıkaran olmamış ki! Örnekleri buldunuz mu?

Muhsin Demirel: Yok, yok kardeşim. Tarihte yok. Mesela muhakkak reyhâninin tarihte meşkini görmedim. Ben ilk defa yazacağım. Niye? Niye! (O esnada Ü stad Muhsin Demirel kütüphanesinin rafında durmakta olan Ahmed Karahisari Mushaf ını eline alıyor.) Bakınız bunun birinci ve son satırı muhakkak, ortadaki satır sülüstür. Tabii o zamanki sülüs. Bunlar muhakkak, bunlar sülüs. Ben şimdi bunların fotoğraflarını çekeceğim, daha çekmedim. Muhakkak bir çok yazı var. Burada mesela reyhani sadece bir sahifede var. Bunlar da reyhani. Şu, şu... Gördünüz mü! Muhakkak reyhani. Şimdi bu yazı bunun incesi. Ufak tefek farklılıklar var. Ama nesih ve sülüs bayağı farklıdır.. Aklam-ı Sittedeki Muhakkak Reyhani arasındaki özellikler ve rik a yazılarında da olmalı. Gerçi Sülüs ve nesihi yazan hattatlar diğer aklam-ı sitte yazılarını da yazabilir diye bir kanaat var ki, doğrudur. Belki bundan dolayı nesih, sülüs yazıların dışında Aklam-ı sitte yazılarının meşkleri, veya olgun bir meşki yoktur.

Mehmed Akif Köseoğlu: Benim sorduğum tevkiin örnekleri var o zaman.

Muhsin Demirel: Nerede var! Örnek hemen hemen yok, yazılmaya yazılmaya ortalıktan kaybolmuş!

Mehmed Akif Köseoğlu: Siz kendiniz mi yazacaksınız, nasıl yapacaksınız?

Muhsin Demirel: Kafa yoruyorum kaçzamandır, yazacağız inşallah. İlm-i hat ile uğraşıyoruz diyoruz ya. Hat meşki, mürekkebat meşki, hurufat meşki ve diğer meşkler! Hepsini yazacağız biiznillah. Aynı şeyi mesela Celcelutiye Kasidesi ni, veya Kaside-i Şerife yi, veya Kaside-i Mecdiye yi, yahut Kaside-i Bürde yi aynı yazıyla yazacağım inşallah, meşk olarak.

İbrahim Ethem Gören: Hamid Bey e gelelim dilerseniz...

Yarın: Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu!